Kaç yıl geçti aradan… Ramazan bir kez daha yaz mevsiminin içinde ilerliyor. O günlerde yine Ramazandı ve aylardan da Haziran. Kızkardeşimle Karaköy'den vapura binmiş, Haydarpaşa'ya geçiyoruz. Vakit ikindi üzeri. Akşama daha saatler var; ezan epeyce geç okunuyor. Evde bulunsaydık, kuzeye bakan balkonda kitap okumaya dalmış olacaktık. Yılın en sıcak günleri sayılmaz henüz; yine de yakıcı bir sıcak var. Gece sahura kalkamamıştık, üstelik sabah erken saatlerinde evden çıkıp yollara düşmemiz gerekmişti. Vapurdan indiğimizde gar binasına doğru koşturuyoruz. Merdivenleri çıkıp birkaç adım attıktan sonra kızkardeşim birden olduğu yere yığılıyor. Benden önce davranıyor bir bakıma, aman Allah'ım, ben de yığılabilirim olduğum yere kendimi bıraksam, ama onun durumu beni güçlü olmaya zorluyor. Bina içine bir kanepeye yatırıyoruz kızkardeşimi. Gardan geçen insanlar şöyle bir duraklayıp bakıyor, kimisi sorular soruyor. Bu sıcak günlerde oruç tutulur mu, diye soruyor yaşlı bir adam. Günler uzun. Zayıfsınız. Size oruç düşmez.
Kızkardeşim öylece kanepede yatarken, yanına uzanmak istiyorum. Bayılmaya hazırım, ama ayakta kalmam gerek, kızkardeşimin bana ihtiyacı var. Serpelenen sulara hiç gerek yokmuş; o birden doğruluyor yerinde ve şöyle söylüyor: Su istemiyorum, oruçluyum ben! Bir büfeci yine de elinde su dolu bardağı uzatmaya devam ediyor: Bak kızım, baygınlık geçirdin, orucun sayılmaz senin.
Bayılmadığını, ama bayılmış olsa da orucunu açmayacağını bildiriyor kızkardeşim. Olur mu hiç! Üç kez bayılmadan oruç açılır mı…
Yaşından küçük gösteriyor, ama oruçla mükellef. Baygınlık geçirmediğini söylüyor, sadece gözleri kararmış bir an. Hayır, orucunu açmayacak; geri çeviriyor uzatılan su dolu bardağı; şunun şurasında iftara kaç saat kaldı! Günün en zor saatleri öğleden sonrasına aittir.
Kızkardeşim, arkadaşının demir-çelik fabrikalarının cehennemi sıcağında oruç tutmaya devam eden işçi babasından söz ediyor. Sular sızıyor alnından ve aşağılarda bir yerde, çeliği 1000 derecenin de üzerinde bir sıcaklıkta kaynatan ark ocağına doğru akıyor. Bazen, özellikle ocağın kapağı açıldığında yükselen aşırı sıcakta bayılacağını duyuyor, fakat ayrılmaması gerekiyor işinin başından. Bu öyle bir çalışma düzeneği ki, kişinin oruçlu olmasını dikkate almıyor. Buna karşılık arkadaşının babası asla ara vermiyor orucuna. Bayılacak gibi hissediyor kendini, belki hafif baygınlıklar geçiriyor da, yine de orucunu bozmuyor.
Sıcaktan rahatsız mı oluyorsun? Tutmazsın orucunu!
Sadece gözlerim karardı, diyor arkadaşım.
Evliya olmuşsun sen, diyor yaşlı adam. Uçmuşsun. Bak, günler uzun, hava da çok sıcak.
Ama biz demir-çelik fabrikasında, kızgın bir kazanın başında ter döken oruçlu işçinin sebatı gibi, karlı kış günlerinin hatıralarını hiç unutamadığımız için de orucu bırakmak istemiyoruz
Oruçla zamanın içinde bir yolculuğa çıkıyoruz; yıllar sonra çocukluğumuz geri geliyor. Hatırladığım en eski Ramazan, kış günlerine denk düşüyordu. Harıl harıl yanan kuzine sobanın sesiyle uyanırdım. Bu sese bazen Ramazan davulcusunun manileri de eşlik ederdi. Önce çoğalan sesler, ardından çeşitlenen hoş kokular uykudan kopmaya çağırırdı. Bir tepsi kuzine sobanın üzerinde, biri ise fırının içinde. Annem ne zaman uyandı da yemek hazırlamaya girişti, hiç uyumadı mı yoksa, diye sormazdım. Sanki indirilmiş bir hediyeydi, fırının gözünde pişmeye devam eden göksel sofranın ana yemeği; annem ise melekler kadar sabırlı ve dakikti. Sofranın kurulduğunu bildiren sesleri dinlerken uykum açılmış olurdu, oruç tutmasam da kalkmaya hazırlanırdım.
Ramazan ayını sahuruyla iftarıyla, sabah ve akşam ezanlarının bildirisiyle, teravisiyle, davulcusuyla uhrevi alemle bütünleştiren bir şenlik gibi yaşıyordu toplum ben çocukken; hala da öyle. Küçükyalı sokaklarında, hayırlı bir Ramazan geçirme dileğini ileten cümleler uçuşuyor havada. Kadınlar mukabeleden dönüyor. Genç bir radikalken, mahalle içinde gerçekleşen mukabele toplantılarını küçümsediğimizi hatırlıyorum. Bunun yerine sıcağa bakmaz, orucumuz daha hakiki bir oruç olsun diye, şehrin uzak bir semtindeki dini vaazlara alternatif olduğu düşünülen bir toplantıya, bir sohbete katılmaya giderdik. Değişen bir de mevsimlerin ritmi. Yazlar daha sıcak, kışlar daha soğuk geçmeye başladı. Bir ömür içinde bazen iki bazen üç kez aynı mevsimi oruçlu geçiren insanlar görmüş geçirmiş sayılıyor. İşte Ramazan yeniden yaz günlerine yaklaşıyor; bir bakıma çocukluğumuza dönüyoruz.
Ramazan günlerinde zaman algısını tazeleyen bir devinim var. Bir çalkalanma, yıkanma, süzülerek fazlalıklarından arınma…
Mevsim yaz ve günler uzun, üstelik hava da çok sıcak.
Sahabe iftarlarının sofralarına dair rivayetler iradeyi biliyor. En sıcak günlerde onlar yarı aç yarı tok giriyorlardı oruç saatlerine.
Kazanlı alim Musa Carullah "Uzun günlerde Ruze"sinde oruçla ilgili kolaylıkların yanı sıra, dindarlardaki her işin kolayına kaçmayı getiren ve bunun için de fetva aramaya sevkeden manevi yoksullaşmayı da konu edinmişti.
Mevsim yaz, hava sıcak, saatler hatta dakikalar geçmek bilmeyecek. İftar alışverişi için dışarıya çıkmak mümkün görünmüyor evde çalışana, erteleyip duruyor o çıkış anını ve bahaneler icat ediyor kendine. Açık pencereden, kaşığın çayı karıştırırken çıkarttığı sese benzeyen bir ses dalıyor içeriye. Kahvaltısız güne başlayamayan bünye, bulduğu yere sızıyor. Bir mengene sıkıştırıyor başı iki yandan, beden de pelte gibi; başlangıçta hep böyle olur. Kapı pencere silinmeyecek, halı dövülmeyecek; zihni çaba gerektiren işler gece saatlerine ertelenecek. Bir hafta sonra bünye yeni düzene alışmaya başlayacak. Daha sık açılacak kapılar, telefonlar ve davetler verilecek.
Biz her yıl Ramazan'da kitap fuarına gideriz, Sultanahmet'e. Bir zamanlar evlerde şimdiki kadar yaygın değildi klima. Kızkardeşimle otuz yıl önceki o ramazan gününü hatırlıyoruz. Sahi, kitap fuarından mı dönüyorduk… Yok, Fatih'te bir sohbetten.
Henüz Ramazan'ın başı, günlerimizin yeni düzeni zamanla yerli yerine oturacak. "Sert geçecek bu kış", diyordu Hayriye Ünal, bir kitabına başlık olan şiirinde. Zor geçmesi beklenebilecek bir ilk yaz Ramazan'ı bu; ola ki rahmani bir rüzgar serinletecek oruçlu gönülleri.
Rüzgara açık balkona çıkıyoruz, ellerimizde kitaplar. Sert geçmiş kışlarda çok da zorlanmadan tutulmuş tekne oruçlarına yaslıyoruz sırtımızı. Kimisi için yakıcı sıcaktan kaçmanın imkanı yok. O sebatkar işçi çoktan emekliye ayrılmış olsa bile, ark ocağının başında bir başka oruçlu bedende ter dökmeyi sürdürüyor.