7 temmuzda bir Birleşmiş Milletler paneli, İsrail’in Gazze’ye gidecek filoya, dokuz Türk’ün ölmesine yol açan ve Türk-İsrail ilişkilerini krize sokan ölümcül baskınıyla ilgili olarak hazırlanan raporun açıklanmasını erteledi.
Bu, aylar sonra raporun ikinci kez rafa kaldırılışı oldu. İçinde Türk ve İsrailli temsilcilerin bulunduğu panel, Ankara'nın temel talebi olan, filodaki ana gemi Mavi Marmara'da meydana gelen ölümlerdeki rolünden dolayı İsrail'in özür dilemesinde anlaşamadı.
Paneldeki Türk elçi Özdem Sanberk, 8 temmuzda BBC'ye yaptığı açıklamada, "Bizim için bu, dokuz ölümle ilgilidir" dedi. "Yahudilerin hayatının ne kadar kutsal olduğunu bildiğinizden eminim. Türklerin hayatının da daha az kutsal olmadığını düşünüyorum. [Türk] kamuoyu bu konuda hemfikirdir."
BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, paneli ağustos ayında, eski Yeni Zelanda başbakanı Geoffrey Palmer başkanlığında oluşturdu. Görünürdeki sebep, baskınla ilgili olarak Türk ve İsrail tarafından gelen ayrı ayrı soruşturmalardaki bulguları gözden geçirmek ve harmanlamaktı.
Eleştirmenler ise aslında panelin gerçek amacının, baskınla ilgili olarak BM'nin merkezi Cenevre'de bulunan İnsan Hakları Konseyi tarafından kurulan araştırma heyetini küçük düşürmek olduğunu ifade ettiler. Heyet, eylül ayında baskın ve İsrail'in Gazze'ye uyguladığı ablukanın uluslararası hukuka göre kanunsuz olduğunu tespit etmişti.
Heyet ayrıca, İsrail komandolarını Mavi Marmara'ya baskınlarında "tamamen gereksiz bir şiddet" uygulamakla suçladı ve ölen dokuz kişiden yedisinin "yargısız infaz kurbanı" olduklarının delillerini aktardı.
Türk soruşturması da bu bulguları tekrarladı. İsrail soruşturması ise - beklendiği üzere - böyle olmadı. İsrail soruşturması, İsrail'in Gazze'ye uyguladığı ablukanın kanuni olduğu ve İsrail komandolarının Mavi Marmara'yı ele geçirirken "haklı bir şekilde meşru müdafaa"da bulunduklarına hükmetti.
BM raporundan sızanlar, daha çok İsrail'in görüşlerini yansıtır görünüyor. Rapor, İsrail'in "Gazze Şeridi'ne deniz ablukası uygulamakta kanuni hakka sahip" olduğunu fakat komandolarının baskında "aşırı kuvvet" kullandıklarını ifade ediyor. Türkiye'nin de filonun harekete geçmesini önlememekle eleştirildiği bildiriliyor.
Rapordan çok şey çıkmasını pek kimse beklemiyor. Bir BM analisti, raporun amacının, kimse "Türkiye ve İsrail'in birbirleriyle temasta olmamasının" akıllıca olduğunu düşünmezken filo tartışmasının altına bir çizgi çekmekten ziyade daha az hesap verme yükümlülüğü getirmek olduğunu söyledi.
Öyle görünüyor ki bu, hem Türkiye hem İsrail için. Mevcut diplomatik soğukluklarına rağmen (Türkiye baskın sonrasında İsrail büyükelçisini geri çekti), her iki taraf, aralarındaki kopukluğu giderecek bir rapor teşkil etmek için geçen hafta New York'ta yoğun görüşmeler içine girdi.
Buna hem yurt içi hem bölgesel açıdan ihtiyaç var. İsrail'de daha liberal medya, son zamanlara kadar İsrail'in İslam alemindeki en yakın dostuyla ilişkilerini bozduğu için Netanyahu hükümetini yerden yere vurdu.
Ankara'nın da BM raporunun hükümetle İslamcı İHH yardım kuruluşu arasında rahatsız edici bir şekilde yakın bağlar olduğuna işaret edeceğinden endişeli olduğu söyleniyor. İHH, İsrail (ve Türkiye'de birkaç kişi) tarafından 2010'da filonun arkasındaki siyasi açıdan itici güç olmakla suçlanıyor.
Yeni bir İsrail-Türkiye yakınlaşmasına çalışılması için için ana sebep, Arap baharıdır. Ankara'nın Suriye'yle ilişkileri soğudu, Libya'yla ise tamamen çöktü. Mısır'daki değişimle de İsrail yalnız kaldı, Batı Şeria Filistin Otoritesi bile kendisine sırt çevirdi.
Böyle bir jeopolitikte ne İsrail'in ne Türkiye'nin düşmanlığa ihtiyacı olduğunu itiraf eden Sanberk, "Arap ayaklanmasının hangi yöne gideceği ya da ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Fakat iki demokrasi olarak Türkiye'nin de İsrail'in de kayıtsız ya da seyirci kalacağını sanmıyorum" dedi.
Bazı İsrailli siyasetçiler de bu görüşü paylaşıyor. Savunma Bakanı Ehud Barak, "[Türkiye'yle] Uzlaşmanın bir yolu bulunmalı" dedi. "Orta Doğu'da yeterince düşmanımız var. Türkiye'yi de bunlardan birine dönüştürmememiz gerekiyor."
Ama Sanberk, her türlü barışmanın bedelinin, İsrail'in baskından dolayı özür dilemesi olacağını söyledi. Şimdiye kadar İsrail "prensipte" tazminat ödemeyi kabul etti ve Türk kurbanlar için üzüntüsünü ifade etti. İsrail, yargılanmasına yol açabileceği korkusuyla özür dilemeyi ise reddetti.
Sanberk, biraz suç kabul edilmezse Türk-İsrail ilişkilerindeki kopukluğun büyüyerek daimi bir cepheleşmeye yol açabileceği uyarısında bulundu.
Bu da gerçekleşmeye başladı zaten. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 8 temmuzda İsrail’le "normalleşmenin" sadece özre bağlı olmadığını, "hayatını kaybedenlere tazminat ödenmesi” ve İsrail’in "Gazze’ye ambargoyu kaldırması”na da bağlı olduğunu söyledi.
İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman da buna karşılık verdi. 10 temmuzda, "Şurası açık ki [Erdoğan] barış veya normalleşme aramıyor, İsrail’i küçük düşürmek, onun uluslararası konumunu baltalamak ve bölgedeki statümüze zarar vermek istiyor. O, [uzlaşmaya] kapıları kapattı" dedi.
Lieberman Türkiye’de mevcut hükümeti İran’a benzetti. Erdoğan ise dışişleri bakanını "İsrailliler için bela" olarak adlandırdı. Sanberk de ocakta Financial Times’ta, geçen sonbaharda iki ülke arasında üzerinde çalışılan anlaşmayı boşa çıkaranın Lieberman olduğunu yazdı.
Binyamin Netanyahu, Türkiye’yle düzgün ilişkilere sahip olmanın İsrail’in menfaatine olduğunu söyledi. Ama bu, özür olmadan ve kavgacı dışişleri bakanını dizginlemeden gerçekleşmeyecek. Şimdiye kadar ikisini de yapmadı.
Palmer raporunun bir sonraki açıklanma tarihi 27 temmuzdur. Bu tarih de geçerse tamamen paketlenip kaldırılabilir. Tabiî, İsrail-Türkiye ilişkilerinde tüm yumuşama ihtimalleriyle birlikte.
Kaynak: El Ahram
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas