Günlük kullanımda siyasetle politikayı birbirinden ayıran bir anlayış vardır. Özellikle Müslüman dünya görüşüne sahip olanlar açısından sekülerlik-siyaset arasındaki çelişkiyi formüle etmede teorik arkaplanı olan bir tasnif. Benimsenen ilkeler dahilinde yapılan cari siyaset, politika; ama her şeyin bir siyaset üzere olmasının bilinciyle sahip çıkılan siyaset... Bunun daha net açılımı ise 'üst siyaset' ile real politik denilen 'cari siyaset' arasındaki ayrımda ortaya çıkıyor.

'Real politik' olarak Almanların literatüre soktuğu terim, İslam düşüncesinden beslenen ve her şeyi kuşatan teorik çerçeveden farklılaşır. Üst siyasetten hiç bir Müslüman kaçınamaz; real politik ile ilişkisi olmasa bile siyasete bigane değildir. Bu yaklaşım, seküler Batı aklının bütüncül kavrayıştan uzaklaşıp, parçalayıcı evren tasavvurundan temelde ayrışır.

Günümüz koşullarında da, üst siyasetin dönüştürücü, uzun soluklu çok boyutlu uğraşısını benimseyenler genelde gündelik siyasetten uzak durmaya çalışırlar. Bu bir siyaset yapış tarzı olduğu kadar ilkesel olarak siyasetin doğasından, Türkiye şartlarında zorunluluklardan da kaynaklanır.

Üst siyaset ise pratik siyasete doğrudan bulaşmadan, ama uzun vadede onu da biçimlendiren bir tavır alış, hatta bir hayat tarzıdır. Üst siyaseti bir misyon olarak üstlenen yapılar bu işlevlerini terk ettikleri oranda kaybederler. Türkiye'de bu bağlamda cemaatler, alimler, aydınlar, hatta gönüllü teşekküller esas itibariyle üst siyaseti beslerler. STK örneğinde olduğu gibi gerektiğinde somut olaylar karşısında siyaset üzerinde baskı kurar, etkiler ama kendileri bağımsız kalırlar.

Üst siyaset misyonunu terk eden, real politik anlamda aktör olmaya soyunan yapılar doğası gereği uzun vadede kaybederler. Konjonktürel şartlardan bağımsız olarak her devirde karşımıza çıkan, siyaset sosyolojisinin de alanına giren, kaybedenler listesine göz atalım:

Cemaatler: Türkiye'de, yasal olarak tanınmasa da geleneksel tasavvufi- dini yapılar genelde 'cemaat' olarak adlandırılır. Cemaat tanımı çok daha kapsayıcı olmasına rağmen pratikte bu şekilde tanımlanan, örgütlenen ve toplumu etkileyen bu yapılarla siyaset ilişkisi hep sıkıntılı, çelişkili ve de yer yer sancılı olmuştur. Bu durumn büyük ölçüde, devletin memleketin toplumsal realitesi ile barışmaması ve kültürel kodlarını tanımamasının bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Buna rağmen cemaatler genelde ilkesel olarak gündelik siyasetten, politik ilişkilerden uzak durma prensibiyle yapılandıkları için Anadolu'da rağbet görür, halk tarafından benimsenir. Ne var ki, zaman zaman bu sessiz potansiyel, ya bizzat siyasiler tarafından keşfedilip sahaya sürülürler ya da bu yapılar siyasetin cezbedici yanlarını kendileri keşfedip politik aktör haline gelirler. Yakın siyasi tarih şunu göstermiştir ki, üst siyaset adına, tebliğ, eğitim, irşad, insan yetiştirme misyonunu terk eden, cemaat olarak tanımlanan, her yapı kaybetmiştir. Sadece siyaseten kayıp değil kendi varlık alanında da zemin kayacak, inandırıcılığı, ilkeselliği kaybolacaktır.

Modern siyaset teorileri açısından 'sivil toplum'-siyaset ayrışması zorunluluğu ve bu ayrışmayı belirleyen sınırlar zaten yeterince tartışılmıştır. Baskı grubu olmaktan çıkıp siyasi ve ticari çıkar ilişkisine giren STK'lar zaten bu sivil olma özelliklerini baştan kaybeder.

Aydınlar: Üst siyaset ve günlük siyaset ayrımında kaybedenlerin arasında diğer önemli bir grup da aydınlar kesimidir. Edvard Said, 'entelektüelin olmazsa olmaz özelliği muhalif olmasıdır' der.

Nihilist bir muhalefet, Müslüman aydın için söz konusu olmasa da verili siyasal ortamda bu ölçü geçerli sayılabilir. Ne var ki, doğruyu takdir, hakkı desteklemek, yanlışa özgürce karşı çıkmak için bağımsızlık temel şarttır. Aydınların bağımsızlığını yitirmesi siyasal yapılarla organik ilişkiye geçtiği anda başlar.

İdeolojisi, dünya görüşü ne olursa olsun aydınların, özellikle Müslüman aydının siyasetten bağımsız olması, onun doğru ve yerinde müdahalesinin en önemli garantisi olabilir. Aksi takdirde ne entelektüel üretimi ne de eleştirel ve yapıcı konumu kalır.

Sisteme eklemlenen düşünce ortamları büyük ustalar yetiştiremez. Avrupa'da nerdeyse yüzyıldır kurucu düşünürlerin yetişmemesine bir de bu açıdan bakmalı. Bilinen büyük düşünürlerin sosyal bilimci sıfatıyla proje ürettikleri akademik ve entelektüel ortam ve kurumlar yeterince uyarıcı olmalı.

Kaldı ki, İslam düşünce geleneği içinde, verili siyasal ortamda sistemi sorgulamak, ilmi ve entelektüel geleneği yeniden diriltmek, alternatif üretmek gibi her anlamda pür siyasi bir çabayı terk edip, hatta daha bu sürece girmeden real politik alanın uzantısı olmak aydının kaybıdır, alimin itibar yitirmesidir. <<<DEVAMI>>>