Uzun süredir Ulusal Programla ilgili yazı yazmadım; bundan da amacım yazıyı yazmak için Ulusal Programın yayınlanmasını beklemek ve somut bir belge üzerinden tartışmak idi.
Ancak, son bir haftadır yaşananlar beni, Ulusal Programın içeriği kamuya verilmeden, bu metinin anlamı üzerine bir-iki söz söylemeye yöneltiyor.
Tam üyeliğe giden süreçte Avrupa Birliği yürütme organı niteliğindeki AB Komisyonu katılım sürecindeki ülkeler için 'Katılım Ortaklığı Belgesi' adı altında bir belge hazırlar.
Bu belge katılım süreci işleyen ülkelerden kısa ve orta vadede siyasal ve ekonomik talepleri içermektedir.
AB resmi belgelerinde de açıkça belirtildiği gibi bu talepler müzakere sürecinin bizlere çağrıştırdığı türden bir müzakereye konu olabilecek talepler değildir, AB bu taleplerin tümünün ve eksiksiz olarak yasal mevzuata ve uygulamaya geçirilmesini talep etmektedir.
Müzakereye konu olabilecek yegane konu aday ülkenin bu talepleri yasal sistemine ve uygulamaya geçirmesinin takvimidir; işin türkçesi AB Komisyonu bir konuyu bizden mesela Temmuz 2009'a kadar sonlandırmamızı isteyebilir, biz ise AB Komisyonu'na bu konunun ancak 2010 Ocak ayına yetişebileceğini söyleyebiliriz, bu konuda bir müzakere söz konusu olabilir, yoksa içerikle ilgili bir 'orta yol' arayışı söz konusu değildir.
Doğrudur, müzakere sürecinde aday ülke kimi çok istisnai durumlarda geçerli olmak üzere sapmalar (deregasyonlar) talep edebilmektedir ama bu durum gerçekten çok istisnai durumlar içindir.
Türkiye'ye sunulan katılım ortaklığı belgelerine cevap niteliğinde 2001 ve 2003 senelerinde iki ulusal program hazırlanmış ve içerikleri KISMEN yaşama geçirilmiştir.
Avrupa Konseyi'nin 18 Şubat 2008'de resmiyet kazanan son 'Katılım Ortaklığı Belgesi'ne cevaben de yeni bir 'Ulusal Program' hazırlanmış, henüz kamuya detayları açıklanmamış ama siyasi çevrelerde görüşmeler başlamıştır.
Önümüzdeki günlerde 18 Şubat 2008 tarihli 'Katılım Ortaklığı Belgesi'ni temel alarak bu konuların ülkemizin demokratikleşmesi, özgürleşmesi, hukuk devleti alanında mesafe alması ve tüm bunlara bağlı olarak da daha hızlı büyümesi için ne kadar önemli ve elzem olduğu konusunu tartışacağım.
Ancak, bugün, ulusal programa ilişkin bu detaylara girmeden önce tartışmaya başlanan ulusal programın iktidar ve muhalefet katlarında nasıl karşılandığına bir göz atalım.
Dışişleri Bakanı ve Baş Müzakereci Sayın Ali Babacan'ın Ulusal Programı sunmak ve tartışmak için Ana Muhalefet Partisi Başkanı Sayın Beniz Baykal'dan ve MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'den randevu taleplerinin cevapsız kaldığını öğreniyoruz.
Bu durum gerçekten anlaşılması olanaksız bir durumdur ve bence de bu iki partinin Türkiye'yi yönetebilmek gibi bir taleplerinin olamayacağının en net göstergesidir.
Geçen hafta yazdığım bir yazıda kimlerin Türkiye'yi yönetemeyeceği konusuda görüşlerimi okurlarla paylaşmış idim; Ermenistan maçı nedeniyle Gül'ün gezisine gerçekten içler acısı gerekçelerle karşı çıkan iki muhalefet lideri şimde de ülkenin geleceği için yaşamsal bir önemi haiz 'Ulusal Programı' Babacan'la tartışmaktan kaçınmaktadırlar.
Bu durum ülkemiz Türkiye'de muhalefet meselesinin geldiği aşamayı çok net ortaya koymaktadır.
Ancak, siyasal iktidarın da bu alanda çok başarılı bir çizgi sürdürdüğünü ileri sürmek kolay değildir; basına yansıyan kimi bilgiler Hükümet içinden birilerinin Ulusal Program taahütlerimizin bazılarının Hükümet Programı içinde yer almadığı gerekçesiyle gerçekleşmesinin imkansızlığını öne sürebilmektedirler.
Doğrusu meseleyi yokuşa sürmek için daha iyi bir bahane bulmak kolay değildir.
Ulusal Program aslında ulusal programsızlığımızın bir göstergesine dönüşmenin arifesindedir.