Yeni bir tezkere imtihanından geçiyor Türkiye. Tezkerenin nasıl ve kime karşı kullanılacak olmasından çok tezkere şartlarının gündeme oturması daha önemli. Amerika'nın Irak işgaline bizi suç ortağı yapmaya zorladığı dönemde yaşanan tezkere krizinde Türkiye'de kitleler ilk kez ABD'nin gerçekten müttefik olup olmadığını sorgulamıştı. Soğuk Savaş'ın bitimiyle başlayan bu yeni dönemi Türkiye'de kamuoyu on beş yıl arayla farkedebildi. O dönemde altını çizerek vurguladığımız uyarı/tespiti tekrarlamakta yarar var: Türkiye'nin varoluşsal tercihleri ile Amerikanın küresel stratejileri çatışmaktadır. Bu tür kriz dönemlerinde su yüzüne çıkan bu stratejik fay hattı zaman zaman dostluk ve işbirliği temennileri ile gizlense de ABD'nin bölgesel ve küresel stratejileri ile Türkiye'nin ve içinde bulunduğu Ortadoğu'nun gelecek vizyonu çatışmaktadır.
Meclis'e getirilen tezkere nedeniyle PKK sorununu sadece dış mihraklara bağlayıp işin içinden sıyrılmaya çalışmak nasıl siyasal ve toplumsal anlamda miyopluk göstergesi ise meseleyi salt askeri bir soruna indirgemek de bir o kadar basiretsizlik demektir. Sınır ötesi harekat tartışmalarının iç politika malzemesi yapılamayacak kadar ciddi sorunlarla yüzleşme gereğinin habercisi olduğunun başta medya olmak üzere bizi yönetenler bilmem farkında mı? Bu tezkere nedeniyle tekrar gündeme getirilmesi gereken husus Türkiye'nin gelecek vizyonu ile küresel aktör olarak son dönemini yaşayan ABD ile sürdürmeye çalıştığı stratejik müttefik ilişkisidir.
Her yıl gündeme getirilip Demokles'in kılıcı gibi sallanan ve bu nedenle sadece Amerikan yönetimine karşı değil Yahudi lobileri ve İsrail'e karşı Türk dış politikasını rehin alan "Ermeni iddiaları" tamamen farklı bir mecraya akmasını Demokratlar'ın iç politika kaygılarıyla izah etmek ne kadar mümkün? Her yıl son anda imdada yetişen (!) Yahudi lobileri bu kez nedense pek etkili olamamış görünüyor. Amerikan devletinin çıkarları böyle bir karardan etkilenecekse zaten lobicilere gerek kalmadan tedbirini alacak demektir. Burada sorun bizi yönetenlerin, asıl lobiciliğin tersinden Türkiye'ye karşı yapıldığını farkedecek basirette olmamalarıdır. Bu basiretsizlik nedeniyle Türkiye'nin Ortadoğu siyaseti, hatta Amerikan ilişkileri İsrail tarafından rehin alınmış oldu. Ermeni tasarısını bir gösterge olarak okuyacak olursak, Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkinin en azından diplomatik anlamda psikolojik boyutunun sona erdirilmekte olduğunu söyleyebiliriz.
Benzer biçimde Amerikan Temsilciler Meclisi'nden önce "soykırım" iddiasını kabul ettiğin açıklayan çok güvendiğimiz Yahudi kuruluşları da Türkiye konusunda yeni bir dönemi resmen başlattıklarını açıklamış oldular. İsrail her fırsatta Türkiye'ye ile her konuda (ne demekse) işbirliği içinde olduğunu tekrarlamaktan zevk alsa da bu (stratejik) işbirliği Türkiye'nin kendi gerçeklerinden ve bölgesinden, doğal ilişkilerinden koparılması, tekrar ( Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi) yalnızlaştırılması anlamına geliyor. Üstelik yeni dengelerde Amerika ile stratejik fay hattı daha da derinleşmiş olarak. ( Tam da bu hassas ortamda, İstanbul'da, İsrail'in kurucusunun adını taşıyan plaketin bir binaya çakılmasının Türk diplomasisi adına ne anlama geldiğini, ne türden ilişkilere katkı sağlayacağını yöneticilere sormak gerek).
Açılan bu yeni sayfa, Türkiye ve ABD ilişkilerinin bir anda kesilip atılacağı anlamına gelmez. Ancak Türk dış politikasına yön verenlerin ilişkilerin hiç de eskisi gibi olmayacağını görmeleri, dünya dengelerindeki yeni oluşumları iyi okuyarak gerekli adımları atmaları gerekir. Varlığı bile bir bakıma Amerika'nın stratejik desteğine bağlı İsrail bile alternatif güç merkezleriyle ilişkiye geçerek şimdiden hareket alanını genişletmeye çalışıyor. Bu nedenle ABD'nin muhtemel küresel rakipleri ile ilişki geliştirmekten geri durmuyor.
Kuzey Irak, Lübnan, Filistin'deki yeni gelişmeler, İran'a yönelik muhtemel bir müdahale ve bunun doğuracağı sarsıcı sonuçlar Türkiye'yi ABD ile karşı karşıya getirmeye gebe. Daha şimdiden enerji gibi stratejik konularda karşı karşıya gelmiş durumdayız. Muhtemel bir İran operasyonunda İsrail'in gizlenmeyen rolü ve Amerika'nın Türkiye'yi içine çekmeye çalıştığı kanlı macera sadece tarihi ve ahlaki gerekçelerle değil, bu ülkenin varlığını tehdit edecek maceralara zorlamaktadır. Pek çok liberal aydının "Irakta Amerika'yla işbirliği (suç ortaklığı) yapsaydık PKK belası olmazdı" türünden aymazlık kokan yorumlarını İran meselesinde yeniden pişirmeye başlamaları en hafif tabirle ahlaken maluldür.
Düşüşe geçen her büyük güç gibi ABD de gittikçe daha saldırganlaşacaktır. Tarihin ve aklım bize gösterdiği bu tür güçlerin çılgınlık stratejilerine alet olmadan, geleceğe yönelmektir.
Kaynak: Yeni Şafak