Aliza Marcusİlhan Erdost, solcu bir yayıncı, otuz yıl önce bu ay Ankara Mamak cezaevinde askerler tarafından vurularak öldürülmüştü. Bir darbeyle iktidarı eline geçiren askeri rejim tarafından tutuklanmıştı. Suçu ise Komünist teorisyen Friedrich Engels'ın bir kitabını yayınlamış olmasıydı. 35 yaşındaydı.
İlhan'ın dul eşi Gül Erdost, eşinin ölümünden sorumlu tuttuğu kişilere, 12 Eylül 1980 darbesini düzenleyen generallere, dava açmaya hazırlandığını açıklayarak eşinin ölümünün otuzuncu yıldönümüne damgasını vurdu.
Gül Erdost, orduya nihayet meydan okuma şansına Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan sayesinde sahip oldu. Türk şehirlerinde tankların dolaşması üzerinden geçen otuz yıl sonra, ki ülke tarihinin en gaddar ve en demokrasi karşıtı dönemidir, seçmenler eski askeri yöneticilerin hazırladığı anayasaya üzerindeki değişiklik paketini onayladı. Bu değişiklikler arasında askeri yöneticilere yargı dokunulmazlığı veren maddenin kaldırılması da var.
Fakat Amerika merkezli birçok analiste kulak verilecek olunursa, Erdoğan, Türk demokrasisini inşa etmeyip onu alaşağı ediyormuş. Bu eleştirmenler – ya bile isteye aldırmadıklarından yahut da katıksız cehaletlerinden dolayı – Erdoğan'ın neyi başardığını ve seçmenlerin onu desteklemeye niçin devam ettiğini gerçekleri saptırarak sunmaktadırlar. Erdoğan hükümetini – önceki hükümetler döneminde yaşanan ihlalleri nazar-ı itibara almadan - Türkiye'nin geçmişinden uğursuz bir ayrılış olarak tasvir ediyorlar.
Anayasa reformları, şu an sekizinci yılında olan Erdoğan hükümetinin insan haklarını ve hukukun hâkimiyetini güçlendirmeye çalıştığı pek çok yoldan sadece bir tanesidir. Başbakan, AB üyeliği için gerekli yasal ve ekonomik reformları başarıyla yürüttü. Türkiye'deki Kürt nüfusa sınırlı da olsa daha fazla kültürel haklar veren değişiklikleri onayladı. Sivil ve askeri hâkimlerin devlete karşı işlenen sözde suçlara baktığı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin defterini dürdü. (Tam ifşaat: 1995 yılında Reuters muhabiriyken Kürt köylerine askeri saldırıları konu edinen bir makale yazdığımdan dolayı bu mahkemelerden birinde ben de yargılanmıştım.)
Türkler açıktır ki Erdoğan'ın gayretlerinden memnundurlar. Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldikten beş yıl sonra 2007 yılında ona yeniden iktidar yetkisi verdiler. Anayasa değişikliği için yapılan referandum, Erdoğan'ın desteğiyle yaklaşık yüzde 15'lik bir farkla geçti.
AK Parti karşıtı eleştirmenler ikna olmadılar. Erdoğan'ı Türkiye'yi otoriteryan ve köktenci bir devlete çevirmeye niyetli iktidar açlığı çeken bir İslamcı radikalmiş gibi tasvir ediyorlar. Erdoğan hükümeti, silahlı kuvvetlerin Ergenekon ünvanlı bir tezgahta darbe planı yapması gibi "özenle hazırlanmış bir politik kurgu" hazırladı; 60 civarında subayın ve sivil darbe destekçisinin sözde darbe planından dolayı tutuklanması, sırf Erdoğan muhaliflerini taciz ve boğma amaçlıdır diyorlar. İddialarına göre, subayların ve sivil destekçilerinin aleyhine getirilen deliller uydurmadır ve laik Türkler için "bir korku iklimi" yaratmıştır.
AK Parti eleştirmenlerinin pazarladığı bu yanlış hikayelerde, insan hakları ihlalleri alıp başını yürümüş ve Türkiye mahkemeleri hükümetin baskıcı politikacılarının piyonları haline gelmiştir. Bu analistlere göre, ılımlı İslami bir devlet görme ümidi taşıyan Amerikalı politikacılar, başbakanın gerçek gündeminden bihaberdir. Olup bitenlerin farkında olanların sayısı çok azdır çünkü hikayeye göre dava tehdidiyle yıldırılmış veya İslamcıların kontrolünde bulunan Türk medyasındaki ordu düşmanlığı onun gözünü kör etmiş, Erdoğan'ın ihlallerini soruşturamaz hale gelmiştir.
Fakat aslında Türkiye daha önce hiç olmadığı kadar daha demokratiktir ve insan haklarına daha saygılıdır. İlerleme yavaş; ve mükemmel değil. Bazıları ciddi olmak üzere gücün kötüye kullanılması söz konusu ama durum çok, çok daha iyi.
1980 darbesinden sonra, askeri cunta tüm sivil hakları askıya aldı ve orduyu Türk siyasetinin nihâi hakemi olarak kutsayan yeni bir anayasayı hazırladığında bu kez sivil hakları iyice budamıştı. Askeri yönetim sırasında 650.000'den fazla kişi tutuklanmış, içlerinden pek çoğu işkenceden geçirilmiş ve öldürülmüştü. Kürtlerin başına en kötüsü gelmişti: O vakitler askerin idâresinde bulunan Diyarbakır Hapishanesi'ndeki tutuklulara cop sokulmuş, dışkı yedirilmiştir; farelerin istila ettiği hücrelerde tutulmuşlar ve içme suyu olarak içine deterjan katılan su verilmiştir.
1990'lar ortalama bir Türk için az da olsa daha iyiydi fakat durum Kürtler için öyle değildi. 1990-1995 arasında bir düzineden fazla Kürt gazeteci, Kürt siyasi partisinden en az 62 partili ve yüzlerce Kürt eylemci gizemli bir şekilde öldürüldü. Suçu işleyenlerin güvenlik kuvvetlerinin veya müttefik grupların üyesi olduğu pek çok vakada iddia edildi ki eldeki delillere göre akla yatkındır. Kürt meselesi, örgüt sempatizanı olduğundan şüphelenilen kişilere karşı ordunun acımasız taktikleri veya genel insan hakları ihlalleri gibi konular hakkında yazı yazan gazetecilere karşı binlerce dava açıldı.
Merkez Türk medyası genel olarak baskıdan şikayetçiydi meğer ki desteği açıktan vermiyor olsun. Tanınmış köşe yazarlarından Oktay Ekşi, sırf bu yargılama beni meşhur ediyor diye hükümetin yargılamanın devamına asla izin vermemiş olması gerekirdi diye hayıflanıyordu. Diğer yazarlar benim muhtemel bir gizli gündem sahibi olduğumu yazıyor veya Kürt eylemcilerin oyununa geldiğimi iddia ediyorlardı. Şanslıydım. Her ne kadar ülkeyi terke zorlandımsa da beraat ettim. Türk ve Kürt muhabirlerin başından daha kötüleri geçti.
Ancak şu anki AK Parti karşıtı dalga geriye dönüp bakmaktan sakınıyor ve Türkiye'nin bugününü işte bu yüzden böylesine yanlış anlıyor. Mesela PKK'lılara çalışmakla suçlanan 152 Kürt politikacının sözümona kitlesel yargılanması ile Ergenekon davasını ele alın. Güya bu tür kitlesel yargılamalar "kural haline geliyor" – ama ne ki Türkiye'de sessizce hareket eden bir otoriteryanizm olduğunun işaretidir.
Fakat 1980 darbesinin ardından solculara, Kürtlere, sendikacılara ve diğerlerine karşı açılan davaların yanında bunlar mütevazı kalır. Solcu Dev-Yol'un üyelerine karşı 1982'de açılan bir davada 700 sanık vardı. Onsekiz yıl sonra dava halen devam ediyor. Diğer iki Dev-Yol davalarının her birinde 900 zanlı vardı. DİSK'e karşı açılan davada 1.400'den fazla sanık vardı. Türkiye kanunlarının kitlesel yargılamaya izin verdiği gerçeğinin – duruşma takviminin davaların yıllarca süreceği şekilde düzenlemesinin – Erdoğan'la hiçbir alâkası yoktur ve eski cuntanın bugünkü Türk liderliğine mirâs bıraktığı, kasıtlı olarak kusurlu bırakılmış sistemle alâkası vardır.
Bu eleştirmenler, Ergenekon davasının sıhhatine inanan kişileri görünce sarsıldıklarını itiraf ediyorlar. Ancak gerçek sürpriz, silahlı kuvvetlerin bazı üyelerinin bir darbe planlaması değil Erdoğan'ın orduya meydan okuyacak denli cesur oluşudur. Ordu, darbe planlama ve düzenlemeyi herşeyden evvel alışkanlık haline getirmiştir. Nitekim 1960, 1971 ve 1980'de iktidarı eline geçirmiş, 1997'de yumuşak darbe düzenleyerek Başbakan Necmettin Erbakan'ı istifaya zorlamıştır. Yargılanmakta olan kişilerin hepsinin suçlu olup olmadığını bilmek imkânsızdır. Fakat [Pınar Doğan ve Dani Rodrik'in yaptığı üzere] davanın "ülke demokrasisi adına uğursuz bir geleceğin" alâmeti olduğu iddiası, Türkiye tarihinde demokrasi ihlallerinin en kötüsünden bizatihi ordunun sorumlu olduğu gerçeğini göz ardı etmektedir.
Türk yargısında ve siyasi kurumlarında halen noksanlıklar bulmak için iyi nedenler var. Erdoğan, mirâs olarak devraldığı, kusurlu ve kolayca ihlal edilebilen adli, siyasi ve sivil sistemi şöyle iyicene altüst etmiş değil. Ve Türkiye henüz Batılı, liberal bir demokrasi değil. Fakat doğru yolda ilerliyor. Türkiye son sekiz yılda sivil hakların korunmasında mesafeler kaydetti, serbest Pazar ekonomisini tahkim etti ve AB üyeliğinin taleplerini karşılamaya daha bir yaklaştı. Erdoğan, Türk ordusunu siyasi karar alma süreçlerinin dışına itti ve 1990'larda Kürtlerin yargısız infazına bulaşan askerler hakkında soruşturma yürütmesi için yargıya tazyikte bulundu. [Pek çoğu Soner Çağatay gibi] Türkiye'yi tekrar doğru yola koymak için bir askeri darbe daha yapılması gerektiğini düşünen AK Parti karşıtı yorumcuları okumakla hiçbir zaman bilemeyecek olsanız da tüm bunlar olumlu değişimlerdir.
Türkiye'deki durum değişebilir elbet. Reformlar hız kesebilir. Erdoğan gücü fazla seven bir kişi haline gelebilir. Fakat bir şey kesin. O da şu: Buradaki tek gerçek kurgu, Erdoğan iktidarı öncesinde Türkiye'nin daha özgür ve daha demokratik olduğudur.
Kaynak: Foreign Policy
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın