Gelin bugün, şu, Anayasa tartışmalarını, Malezyalaşmayı, İranlaşmayı bir kenara bırakıp, önümüze şu soruyu koyalım:
"Türkiye'nin bu yanını ne yapmalı?"
Türkiye'nin şu çürüyen, kokuşan, tükenen, imdat diye bağıran yanını ne yapalım?
Şu gazetelerin "üçüncü sayfaları"na yansıyan Türkiye gerçeğini ne yapalım?
İşte bakın, Türkiyemizden, kanınızı donduracak iki haber:
"Engelli kıza 10 günde 6 tecavüz!"
Bu haber Samsun'dan... Kız evden kaçmış mı, farkında olmadan uzaklaşmış mı, her neyse... Polis devriye gezerken ona parkta rastlamış, karakola götürmüş ve utanç verici bir Türkiye gerçekliği ortaya çıkmış.
Bir kadın, 20 lira ücret ve özürlü genç kızın elden ele satışı...
İstanbul kaynaklı ikinci haberi öğrenmeye hazır mısınız? Tahammülünüz var mı?
O haberin kurbanı, özürlü bir genç kız değil. Sadece 10 günlük bir bebek. Belki de o bebeği doğuran kadın. Belki de o bebeğin canına kıyanlar...
Utanç içinde utanç... Katmer katmer insanlık çürümesi.
Kadın genç. Birkaç erkekle buluşuyor. Sonunda hamile kalıyor. Çocuğu dünyaya getiriyor, ama babalığı üstlenen yok.
Ne olacak?
Genç kadın ve kız arkadaşları, 10 günlük bebeği bir torbaya koyuyorlar, sonra bahçede tekmelerle öldürüp oraya atıyorlar...
Savunma şöyle:
"Bebekten kurtulmak için onu döverek öldürdük. Çöp poşetinin içinde attık."
Bebekten kurtulmak... döverek öldürmek... Çöp poşetinin içinde atmak!
İnsanlık...
Nefsimizin, şehvetimizin bütün hınzırlıklarını tatmin, sonra da bedeli en zayıfa ödetmek...
Hiçbir uhrevi kaygı taşımaksızın.
Bunun adı bebekten değil, insanlıktan kurtulmaktır.
Kurban sadece bebek değil, dedim, Onu doğuran kadın, ona suç ortaklığı yapanlar da bir başka açıdan kurban haline gelmiş bulunuyorlar. Nefislerinin kurbanı.
Aynı şekilde özgürlü genç kız da tek kurban değil. Onu, alçakça istismar edenler de, bir başka açıdan nefislerine kurban olmuş varlıklardır
İnsanlığını kurban etmiş bir varlık, negatif anlamda kurbandan başka nedir ki?
Şimdi yeniden baştaki soruya gelelim:
Türkiye'nin bu yanı gündeme alınmaya değmez mi?
Düşünün ki, her gün gazetelerin üçüncü sayfaları böyle her biri diğerinden daha tüyler ürpertici haberlerle dolu.
Cinayetler, en hayasız cinsel istismarlar, aile dağılmaları, intiharlar, akıl almaz insani hatalarla dolu trafik kazaları, trilyonluk soygunlar, adi kapkaçlar...
Düşünün ki bir yanınız çürüyor. Fesada uğruyor. Kanıyor.
Bir yanda Ramazan'ı yaşıyoruz. Ulvi bir iklim... Nurani yüzler, şefkat çağlayanları, ibadetlerin yüce haz mevsimi...
Ama öte yanda bir yanımız göçüyor.
Bir toplumsal anafor. Bir sosyal çöküntü. Bir insani alabora ortamı... Bir insani kriz.
Gelmiş ve toplumdan kurbanlar devşirmeye başlamış.
Bu olgu, uhrevi kaygılarını kaybetmiş, din ile arasına derin mesafeler girmiş topluluklar için anlaşılabilir kabul edilirdi. Batı toplumları bu sorunlarla çok önceden boğuşmaya başlamışlardı.
Ve biz, İslam toplumu olarak biraz da güvende hissederdik kendimizi...
Ama bakın, bu fotoğraflar bu topraklarda çekiliyor, bu toprakların insanları görüntüleniyor bu fotoğraflarda...
Gücü gücü yetene kuralı gelip insanlarımızın yüreğini teslim alıyor.
10 günlük bebeği öldürmek!
Özürlü kıza tecavüz etmek.
Bu barbar tipleri kim üretti bu topraklarda, nasıl ürediler?
Evet, nasıl bir insani üretim mekanizmamız var bizim? İnsani eğitim mekanizmamız nasıl işliyor? Nerede yanlışlık yapıyoruz?
Doğru soru bu değil mi?
Bizi sarsması gereken soru bu değil mi?
Tecavüzcüler ya da bebeği döve döve öldürenler cezaevine gidecek... Sistem bu.
Ama sorun çözülmüş oluyor mu böyle birilerini cezalandırınca? Bu, bataklıkta sinek avlamak değil mi?
Bataklık varsa nasıl kurutulacak, asıl mesele bu değil mi?
Doğuştan canavar gelmiyor insan. Böyle bir yaratılış kanunu yok.
Canavarlık öğrenilen bir şey.
Öyleyse canavarlık eğitimi veren bir zemin var etrafımızda... Birileri, içindeki dirençle karşı koyuyor, ama birilerini burnundan tutup götürüyor o zemin o canavarlığa...
Trafik canavarları üretiyoruz.
Medya canavarları üretiyoruz.
Siyaset canavarları üretiyoruz.
Onun gibi, sokak canavarları da üretiyoruz. Cinsel savruluşun anaforunda tüm değerlerini yitirmiş tecavüzcüler ya da gücü doğumunda rol aldığı bebeğe yetenler...
Bir insani krize dikkat çekmek istiyorum. Kapımız en sert vuruşlarla çalınıyor. Makro sorunlar etrafında günler boyu söz düellosu yaparken, etrafımızı saran çürümeden bihaber olabiliyoruz.
Her bir üçüncü sayfa haberi, anlayan için, duyabilen için, aslında toplumun geleceği adına bir imdat çığlığıdır.
Mesele, sadece komşudaki yangını farketmek veya etmemek meselesi haline gelmiştir.
Bu imdat çığlıklarına duyarsız kalmak, yangının evlerimizin kapısına kadar gelmesine yol açabilir.
Allah korusun...
Evet, Allah korusun!