Filistin-İsrail barış görüşmelerini tekrar başlatmak yönünde ABD öncülüğünde ortaya konulan çabaların çıkmaza girdiği bir dönemde, Washington ve Kudüs'ün dikkatini Suriye cephesine yönelteceği söyleniyor. Peki buraya yönelmek ne kadar vaatkâr? İyi haber şu: Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu barış görüşmelerine hemen başlamaya hazır olduklarında ısrar ediyor.

Kötü haberse şu: Ciddi değiller. Öne sürdükleri şartlara bakıldığında dertlerinin barış değil, tartışma puanları kazanmak olduğu anlaşılıyor. Şartları diğeri için öylesine kabul edilemez ki, anlam taşıyan herhangi bir görüşmeyi sürdürme şansı yok gibi. Ve bu görüşmelere (böyle bir şey olacaksa tabii) arabuluculuk yapacak dürüst bir aracı arayışı, İsrail hükümetinin ne kadar işlevsiz hale geldiğini gösteriyor. İki bakan Türklerin arabulucuğu sürdürecek nitelikte olmadığında ısrar ederken, bir başkası tersini söylüyor ve dördüncü bir bakanın teşvikiyle arayı düzeltmek için Ankara'ya koşuyor.

Esad yüz yüze görüşmeye karşı
Esad önce şartlarının yerine getirilmesini talep ediyor: İsrail, Golan'ı Suriye'nin tanımladığı sınırlar dahilinde geri verme taahhüdünde bulunmalı. İsrail'in bunun karşılığında 'barış'ın ötesinde ne elde edeceği meselesiniyse muğlak bırakıyor ve görüşmelerin başarısız olması halinde Golan'ı geri almak için savaşa girmeye hazır olduğundan dem vuruyor. Dahası Esad, İsrail'i yok etmeye hâlâ yeminli olan İran'la ve terörist gruplarla bağlarını
gevşetmeyi kesin bir dille reddediyor.

Netanyahu'ysa önşartsız görüşmelerde ısrarlı. Fakat gerçekte onun da talep listesi var. 'Önşartsızlık' aslında kendi başına bir şart: Görüşmeleri selefi Ehud Olmert'in bıraktığı yerden sürdürmeyi kabul etmiyor ve 1967 sınırlarına dönme taaahhüdünde bulunmayacak. Önceki altı başbakan (ilk döneminde Netanyahu da dahil) Suriye'yle güvenlik düzenlemeleri ve normalleşme karşılığı Golan'ın tümünden çekilmeye odaklanan görüşmeler yürüttü. Daha yakın dönemdeyse Netanyahu Golan'da kalmanın yanı sıra Suriye'nin İran ve terör maşalarıyla stratejik ittifakını terk etmesi talebinden söz ediyor.

Netanyahu yüz yüze görüşme çağrısı yapıyor, fakat Esad bunu reddetmekle kalmıyor, iki müzakere ekibinin bir araya gelmesine de izin vermiyor. Esad iki tarafın, bir arabulucu (tercihen Türkiye) yoluyla görüşmesinde ısrarlı. İsrail'in Türkiye'ye yönelik kafa karıştırıcı ve çelişkili açıklamaları işleri daha da karmaşık hale getiyor. İsrail hükümetinin etkili bir parçası, vaktiyle ülkenin bölgedeki ve özellikle de Müslüman dünyadaki en yakın müttefiki olan Türkiye'nin aracılığını tercih ediyor, diğer parçasıysa reddediyor.

Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman Türkiye'nin 'bize karşı bütün o keskin saldırıların ve hakaretlerin sonrasında' bu işe uygun olmadığını söylüyor. (Mısırlılar da, Devlet Başkanları Hüsnü Mübarek'e "Cehenneme kadar yolu var" diyen Lieberman için aynısını söyleyebilir.) Ve Netanyahu, İsrail'e yönelik iftiralar, Türk medyasındaki İsrail karşıtı tahrikler ve Türkiye'nin Suriye ve İran'la ısınan ilişkilerinden dolayı Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 'adil', Ankara'nın da 'dürüst' bir aracı olamayacağını savunuyor.

Erdoğan'ın atıp tutmalarını okuduğunuzda Netanyahu'ya hak vermemek zor. Erdoğan İsrail'in Sudan'ın Darfur'da soykırıma varan uygulamalar yapan rejiminden daha beter bir insan hakları ihlalcisi olduğunu söyledi. Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir'i savunurken, 'Müslümanların soykırım yapmasının mümkün olmadığını' da iddia etti. Türkiye başbakanı geçen ay İsrail'i Türkiye'de yapılacak uluslararası askeri tatbikatlardan çıkardı ve Lieberman'ı Gazze'de nükleer silah kullanma tehdidinde bulunmakla suçladı.

Öyleyse bir İsrail gazetesinin bu hafta "İsrail Türkiye'den Suriye'yle görüşmelere arabuluculuk yapması sürdürmesini istiyor" diye manşet atmasının sebebi nedir? Çünkü Ankara'yı ziyaret eden Sanayi ve Ticaret Bakanı Binyamin Ben-Eliezer'in Erdoğan ve diğer üst düzey yetkililere götürdüğü mesaj buydu. Erdoğan da arabuluculuğu sürdürmeye hazır olduğunu, fakat İsrail'in önce Filistinliler ve Gazze için daha çok şey yapması gerektiğini söyledi.

Erdoğan'ı çileden çıkaran, İsrail'in Gazze savaşında aşırı güç kullandığını düşünmesi oldu. Fakat burada İsrail'le hiçbir ilgisi bulunmayan bir unsur da var. Erdoğan Avrupalıların Türkiye'nin ilk Müslüman AB üyesi olmasına karşı ayak diremesine çok kızgın. Bu nedenle dikkatini Müslüman dünyayla, özellikle de Suriye ve İran'la ilişkileri güçlendirmeye ve askeri, ekonomik ve siyasi açıdan bölgenin lider ülkesi ve Batı'yla İslam dünyası arasında köprü rolünü üstlenmeye yöneltti.

İsrail ordusu anlaşma istiyor
Ben-Eliezer Savunma Bakanı Ehud Barak ve İsrail'in askeri kurumlarının desteğine sahip; Barak ve askerler Türkiye'yle ilişkilerin, Erdoğan'la Lieberman arasındaki laf dalaşından önemli olduğunu düşünüyor. Askeri liderlik Suriye'yle teması da teşvik ediyor ve askerlerin bir anlaşmaya İsrail'in siyasi liderliğinden çok daha esnek baktığına inanılıyor.

Askerlerin yüksek önceliği, İran'ı zayıflatmak ve İsrail'in Türkiye'yle stratejik ilişkisini sürdürmek. İki ülke uzun yıllardır istihbarat paylaşıyor ve terörle mücadelede işbirliği yapıyor; İsrail Türk hava sahasını kullanıyor ve Türk ordusuna savunma ekipmanıyla hizmetleri satıyor.

Ben-Eliezer'in mesajı şu: Tekrar dost olmak istiyoruz, birbirimize ihtiyacımız var, acı eleştirileri bırakıp kriz öncesi samimiyete dönmenizi istiyoruz. İsrailli bakan başarılı olursa İsrail "İran ve Suriye'yle kurduğu ittifaklarla Türkiye, hassas istihbarat ve askeri teknoloji paylaşmak konusunda yine güvenilir bir olabilir mi?" diye sormak zorunda kalacak. Öte yandan Türkiye'yle ilişkileri onarmak, bölgede kısa süre içinde ilerleme şansı olan tek barış güzergahına, yani İsrail-Suriye görüşmelerine dönmenin en iyi yolu olabilir. (İsrail gazetesi, 25 Kasım 2009)

Kaynak: Radikal