Son dönemde Washington'daki bazı sağ çevreler Türkiye'nin dini eğilimli iktidar partisi AKP'nin Ortadoğu'yla daha sıkı bağ kurma arayışı çerçevesinde ülkeyi Batılı müttefiklerinden uzaklaştıracağı ve laikliği aşındıracağı endişelerini dile getiriyor. Başbakan Tayyip Erdoğan Batı'nın bazı çok hassas düğmelerine basmış durumda: İran'ın nükleer programıyla ilgili kaygıları reddediyor ve İsrail'le ortak askeri tatbikatı iptal ederken Suriye'yle tatbikat yapmaktan geri durmuyor.

Bunlar epey endişe verici adımlar.
Fakat Erdoğan'ın kararları, Türkiye'de İslamcı bir dış politikanın yükselişte olduğunun âlâmeti değil. Daha da rahatsız edici gerçeklik şu: Bunlar, uzun zamandır güçlenen ülke içi eğilimlerin kaçınılmaz sonucu. Erdoğan İsrail'le işbirliğini sınırlayıp İran ve Suriye gibi komşularla ilişkileri güçlendirerek hem solculara hem sağcılara, hem laiklere hem İslamcılara oynuyor. ABD ve İsrail'i zaten sevmeyen seçmenleri ayartırken, ulusal çıkarları da zekice ve kurnazca gözetiyor. Başka bir partiden iyi bir siyasetçi de aynısını yapardı.

İsrail karşıtlığına direnmek zor
Erdoğan'ın siyasi hesabını anlamak için önce Türkiye'deki Batı öfkesinin neredeyse herkesi kapsadığını anlamak gerekiyor. İslamcılar inançlarına karşı küresel bir haçlı seferi yürütüldüğüne, laik solcularsa ABD emperyalizminin iş başında olduğuna inanıyor. Birçok İslamcı İsrail ve ABD'nin, demokratik yoldan seçilmiş İslamcı hükümeti devirmek için gizlice Türk ordusuyla çalıştığını düşünüyor.

Birçok laikse, İsrail ve ABD'nin AKP'yi, laik kimliğin altını oyup Türkiye'yi zayıflatmak için kullandığı kanısında.

Türkler İsrail'le ilişkiler konusunda asla çok hevesli olmadı. Ancak ordu hevesliydi ve ülkenin yakın tarihinin çoğunda dış politikayı askerler kontrol etti. Bugünse, dış politika konusunda daha fazla güç merkezine yaslanarak giderek demokratikleşen bir Türkiye var ve siyasetçiler için İsrail karşıtı, anti-Semitik ve ABD karşıtı hissiyatla ayartılma çağrısına direnmek çok zor - Erdoğan'ın son açıklamalarında görülen de bu.

ABD'nin bu dinamiğe karşı sabrı tükendikçe, işler kötüleşecektir. Sözgelimi 'işleri hâlâ Türk ordusu yürütseydi o kadar da kötü olmazdı' gibi bir şeyi ima etmek, milyonlarca ABD karşıtı komplo teorisyenini güçlendirmekten başka işe yaramıyor. Bu teorisyenler düşünce kuruluşları ve Kongre'nin açıklamalarını şaşırtıcı bir dikkatle takip ediyor. Böyle bir tutum Türk ordusunun ABD yanlısı kalacağı yanılsamasını da besliyor. Daha yaşlı, üst rütbeli subaylar Amerikalı muhataplarıyla yakın mesaiyi sürdürüyor. Fakat ABD'yi düşman gibi görerek yetişen genç subaylar, rütbe basamaklarını tırmanıyor.

Neyse ki Erdoğan'ın İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'la dostluğu o kadar çok halk desteği almıyor. Ve ılımlılar bu dostluğu kötülese de, uçlardaki sağcı ve solcular alkışlıyor. Hem ılımlı İslamcılar hem de ılımlı laikler İranlı protestocuları kardeşlik ruhuyla selamladı. Birçoğu Erdoğan'ı aşağı yukarı Ahmedinecad'ın Türkiye şubesi olarak gören laiklere göre protestocular teokrasiyle mücadele ediyordu. İslamcılara göreyse demokrasi mücadelesi veriyorlardı ve ayetullahlar Türk ordusunun otoriter rolünün karşılığıydı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Erdoğan'ın hiç vakit geçirmeden Ahmedinecad'ı kutlaması sonrası, hükümet yanlısı Zaman gazetesindeki çeşitli yorumcular parti çizgisinden saparak Tahran'daki vahşeti kınadı.

Bu arada her iki uçtaki daha partizan sesler, protestocuları ABD'nin veya Siyonistlerin kuklası olmakla suçladı. Laik bir köşeyazarı, öldürülen protestocu Nida Ağa Sultan'ı, boynundaki hacı protestocu numarası yapmak için çıkaran bir George Soros ordusu militanı olarak niteledi.

İslamcı bir gazete de vurulduğunda boynunda hâlâ haç olduğunu yazdı.
Zaman içinde demokratikleşme her iki taraftaki radikallerin gözden düşmesine yardım edecektir. O zamana dek ABD'nin en iyi ortakları, kendisi hakkında ne düşünürlerse düşünsünler, ılımlılar olacak; onlarla en azından karşılıklı makul bir dünya görüşünü paylaşmak mümkün.

Türkiye'nin dış politikasının itici gücü mahiyetinde güçlü ekonomik ve stratejik çıkarlar da söz konusu ve ABD bunlara daha fazla dikkat göstermeli. Türkiye bölgesel ticareti artırdı, sadece Ortadoğu'da değil, Ermenistan gibi eski düşmanlarda da yeni pazarlar aramaya girişti. Suriye'yle vize mecburiyetinin kaldırılması işadamları için bir nimet. Rusya en büyük ticaret ortağı ve Wall Street Journal'a göre Türkiye'nin Sudan'la ticareti 2006'dan beri üç katına çıktı. Büyük bir ucuz doğalgaz kaynağı olan İran, Türkiye ekonomisini büyütmeye devam ediyor. Bu durum Ankara'nın gözünde Ahmedinecad'ı daha az despotik kılıyorsa eğer, ABD'nin şaşırmak için ne gibi bir nedeni olabilir?

Türkiye, AB üyeliği için ekonomik başarının hayati önem taşıdığını gayet iyi biliyor. Ankara adaylığını ilerletmek için, Avrupa'nın Ortadoğu'daki nüfuzunun genişlemesine katkı sağlayacağını iddia ediyor; AKP Suriye'yle İsrail ve İran'la ABD arasında arabuluculuk öneriyor. Türk siyasetçileri ve entelektüelleri, müttefiklerinin düşmanlarıyla da iyi geçinen bir Türkiye'nin çok daha faydalı olacağına dikkat çekiyor. Doğu'yla Batı arasında köprü haline gelmek için bir ayaklarının da Doğu'da olması gerektiğini söylüyorlar.

Sudan meselesi AB'yi de kızdırdı
Fakat Türkiye, ikili kimliğini stratejik bir değere dönüştürme çabasıyla iki tarafça da reddedilme riskini de alıyor. Avrupalılara fazla Müslüman ve Ortadoğulu, Ortadoğululara da fazla laik ve Amerikan yanlısı görünme riski her zaman mevcut. İran'a ricada bulunma ve İran'ın İsrail eleştirileri konusunda Avrupa ABD'den daha hoşgörülü davranabilir, ama bir yere kadar. AKP Sudan Devlet Başkanı Ömer Beşir'i ağırlamaya hazırlanarak AB'nin tahammül sınırlarını fazla zorladığını fark etmiş görünüyor. Öte yandan Türkiye'nin Arap dünyasıyla ilişkileri sanılandan daha kötü olmuştur her zaman. Zira Osmanlı eski tebalarınca çok da sitayişle anılmıyor. Türkiye Cezayir'in bağımsızlığına karşı çıktı ve 1998'de neredeyse Suriye'ye savaş açıyordu. Soğuk Savaş'ın bittiği ve Kürt sorununa çözümün ufukta göründüğü bir ortamda, Ankara'daki konsensüs Türkiye'nin Doğu'yla da meselelerini halletmesinin tam vakti olduğu yönünde.

Türklerin müttefiklerine hissettiği husumet telaşlandırıcı. Bölgesel barış ve refah arzularıysa değil. ABD'nin önündeki zorlu mesele, Türkiye'deki gelişmelerden ne kadar endişe duyması gerektiğine karar verirken bu farkı gözetmek olacak.

Erdoğan'ın işi daha zor: Bir yandan Doğu'daki dostlarından elinden gelenin en fazlasını almak, diğer yandan Batı'daki dostlukları korumak ve gerekirse açıkça savunmak zorunda. (25 Kasım 2009)

Kaynak: Radikal