AK Parti art arda üçüncü kez seçimleri kazandı. Bunun büyük bir başarı olduğunu kimse inkâr edemez. Son on yıl içinde, Recep Tayyip Erdoğan ve birbirini takip eden hükümetleri, etkileyici bir politik ve stratejik anlayış ve vasıflar gösterdiler. İçişlerinde durumun düzeltilmesi için büyük çaba gösterildi. Eğitime yatırım yapmak önemliydi ve güçlü bir politik irade ile sosyoekonomik zorlukların üstesinden gelindi. Yolsuzluğu kabul etmemek, daha fazla şeffalığı teşvik etmek ve eşit hak ve fırsatları savunmak, partinin saygı görüp desteklenmesi konusunda yararlı oldu. Şüphe yok ki durum iyileşti.
İçerideki politik, kültürel ve dinî gruplarla daha iyi iletişim kurmak üzere kanallar açma yolundaki siyasî karar da dikkate değer. Muhtemel uzlaşmalara varmak amacıyla, onların tarihsel şikayetlerini, hatırlatıcı yaralarını dinlemek üzere Ermeniler, Kürtler ve diğer dini akımlar ve hatta mezheplerle diyaloglara başlandı. Mevcut hükümet, iç ihtilafları çözemezse, acıyı ve iddiaları tanıyarak en azından Türkler arasındaki ilişkiyi düzeltme kararı aldı. Kusursuz değiller fakat ilk sonuçlar cesaret verici: Bu yeni yaklaşım başarılı olabilir.
Dış politikaya gelince, şahit olduğumuz yine aynı felsefe. Etkileyici ve bilgili Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yürüttüğü “sınırda sıfır sorun” stratejisi aynı prensibe dayanıyor. Her çatışmanın, bulunup tatbik edilmesi gereken bir çözümü vardır. Türkiye neredeyse tüm komşularıyla ilişkilerini iyileştirdi. Türk hükümeti böylelikle önceliklerine odaklı kalıyor ve bu işe yarıyor. Balkanlarda yeni ve oldukça görünür bir varlık göstererek, bölgedeki endişeler kadar umut veriyor. Afrika’daki beklenmedik ve oldukça dinamik Türk varlığı, güneye doğru yeni bir politikanın net bir işareti. Kıtada baştan başa yapılan dev yatırımlara eşlik ederek, Afrika ülkelerinde elliden fazla elçilik açıldı: Türkiye özgün, nüfuzlu bir Afrikalı politik ve ekonomik aktör haline geliyor. Bu Ortadoğu’da şahit olunan kaymaya eklenmeli: İsrail hükümetine çok yakın gibi algılanırken, Erdoğan, Davos, Gazze, filo krizi ve bunun gibi pek çok olayda Filistinlilerin haklarını savunmadaki kararlılığını gösterdi. Sembolik bir biçimde, hakikati söylemeye cesaret eden “Müslüman lider” olarak göründü. Bu yeni konumlanmanın politik hisseleri son derece önemli olageldi. Türkiye Tunus ve Mısır halklarını diktatörlere karşı desteklemek konusunda da doğru tonu yakaladı. Neticede, mevcut hükümetin Güney Amerika ve Asya ülkeleriyle (Brezilya, Venezuela, Çin, Hindistan) kurduğu yeni ilişkilerin ileriye doğru olumlu bir adım olduğu eklenmeli.
***
Türkiye şu anda dünyaya, yerkürenin neredeyse tüm bölgelerinde önlenemez bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Başkan Obama’nın Ortadoğu üzerine yaptığı son konuşmada adı bile geçmemişken, pek çok kişinin ya İslamist bir proje veya Müslüman çoğunluğun olduğu demokratik bir toplum (veya her ikisi de) olan potansiyel bir “Türk modeli”nden bahsettiği duyulabiliyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi konusunda suçlu olan Avrupa ihmalkarlığı yeni bir realiteyle yüzleşiyor: Avrupa, çok yakında Türkiye’ye, Türkiye’nin Avrupa realitesine olduğundan daha fazla ihtiyaç duyacak. NATO içinde bile ABD ve AB çiftine karşı muhtemel bir bağlılıktan kurtulurken, mevcut hükümet ona dünya çapında bir politik ve ekonomik güç olmak için dev fırsatlar veren çok kutuplu bir dünyanın tamemen farkında ve onun bir parçası.
Bu sebeple AK Parti’nin üçüncü kez seçilmiş olmasına şaşırmamalı. Bu etkileyici olumlu değerlendirme ve politik muhaliflerin muhtemel zayıflıkları sonuçları açıklıyor. Yöneten parti kazanacağını biliyordu. Yine de bu başarılı deneyimin tam kalbinde, ihtiyatlı olup kritik sorular sormalılar. Türk siyasi sistemini başkanlık rejimine dönüştürme isteği doğrusu kaygı verici. Sebepler ve niyetler nedir? Güce doğru çekilme, politikacılar arasında yaygın ve olağan bir özellik ve bir hastalık haline gelmezse da bir zayıflık olabilir. Mübarek, kitlesel protestolarla yüzyüze geldiğinde ve halk tarafından reddedildiğine, Başbakan Erdoğan ona uygun bir şekilde “hepimiz bir gün bırakacağımıza göre, kişi bırakmayı öğrenmeli” demişti. Bu isyan zamanlarında nasıl geçerliyse, başarı zamanları için de geçerli. Türkiye aynı zamanda kendi politik çelişkileriyle de yüzleşmeli. Anlaşılsın diye İsrail’le ilişkide iyileşmeler oldu fakat Türkiye’nin Suriye’deki dikta rejimine karşı çekingenliği hususunda pek çok soru var. Türkiye Başbakanının derin bir hayal kırıklığına uğradığı doğru fakat ne net bir pozisyon alındı
ne de etkili bir karar. Tutarlılık bölgede şimdi de gelecekte de anahtar bir etken olacaktır. Türk hükümeti gücünün ve potansiyelinin tamamen farkında, bununla beraber aşırı bir güven ve hırsla kolonize olmamak kritik. Balkanlardaki eski Osmanlı İmparatorluğu’na gönderme yapmak yanlış anlaşılabilir ve yapıcı olmayacaktır. Küresel dünyada merkezi bir politik aktör olmak ve alçakgönüllülüğü yitirmemek, mevcut hükümet için öncelikli bir mücadele olabilir. Ekonomi alanına odaklanırsa bu hırsın iyi bir yerden ilham aldığını önermek ilginç olacaktır. Türkiye liberal demokratik değerler ve İslam arasında çelişki olmadığını gösterdi ve bu büyük bir tarihsel katkı. Türkiye’nin ekonomi anlamında da katkıda bulunabileceğini görmek hoş olurdu. Bu sadece küresel ekonomik düzende Batı ile rekabet etmekle mi ilgili? Sadece neo-liberalizm, spekülasyon, büyüme, tüketicilik ve üretkenlikle mi ilgili? Türkiye ekonomik alanda dünyaya yeni alternatifler sağlamak ve ekonomiye biraz daha etik getirmek konusunda istekli mi? Amaç bu mu, yoksa G2O’deki diğer ekonomik güçler gibi kâr anlamında büyümeye takıntı mı yapacak? Basit bir sorgulama, ahlaki bir kaygı, kritik bir soru.
Kaynak: Star