Arap dünyasında pek az dostu olan Esad'ın belini kıracak esas darbe, Suriyeliler arasında popüler olan Türkiye'yi küstürmek olabilir.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonu, Avrupa’daki ölüm tarlalarıyla değil, Şam’ın fethedilmesiyle görünmeye başlamıştı. İlk Arap isyanında önemli bir şahsiyet olan genç Britanya subayı T.E. Lawrence, Şam’ın Türkler için ne kadar önemli olduğunu anlamıştı. Bu tarihi kenti ele geçirmenin, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne ve nihayetinde ittifak devletlerinin yenilmesine yol açacağına inanıyordu.

Daha yolun başındayız
Bugün de Şam, kuzeydeki komşusu için en az o dönemde olduğu kadar önemli. Bu yüzden de Türkiye son dönemde, Esad rejimini Suriyeli sivilleri öldürmeyi durdurmaya zorlama çabalarının başını çekiyor.

Salı günü, Türkiye’nin ‘sıfır sorun’ politikasının mimarı olan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’a Türkiye’nin sabrının tükendiğini söylemek ve (elbette gayri resmi olarak) ABD’nin Esad’ın askerlerini bir an önce kışlalarına geri göndermesi gerektiği yönündeki mesajını iletmek üzere Şam’daydı.

Davutoğlu, Esad ve ekibiyle yaptığı altı saatlik görüşmenin detayları konusunda son derece ağzı sıkı davrandı, fakat Suriye rejiminin kendisini yüz geri ettiği belli. Neredeyse görüşme biter bitmez, Ankara’ya geri dönen Davutoğlu daha uçaktayken, Suriye rejimi her türlü dış müdahaleyi reddettiğini ve ‘silahlı terörist gruplar’ dediklerine karşı operasyonlarına devam edeceğini açıkladı. Fakat bu, Suriye’yle ilgili Türkiye’den göreceğimiz son girişim değil; hatta daha işin başındayız.

Bir gün sonra Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Esad’a karşı sabrının ‘tükenmekte olduğunu’ söylemesi, ardından Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın da Suriye rejimini şaşırtıcı ölçüde sert bir dille eleştirmesi tesadüf değil.

Kısa süre sonra Suudi Arabistan, Kuveyt ve Bahreyn’in Şam büyükelçilerinin ‘istişareler için’ geri çağrılması da tesadüf değil.
Bu, Arap krallıklarının (ve ABD’nin) Türkiye’yi gayri resmi olarak Esad rejimine karşı kampanyanın önderliğine getirdiklerini gösteriyor. Fakat Arap ülkelerinin niyetleri ( İran’ın Arap dünyasındaki elini kesmek) açık olsa da, Türkiye’nin bu meseledeki menfaatleri çok daha karmaşık ve ilginç.

Türkiye Hatay bölgesini 1938’de Suriye’den ilhak etmiş ve Beşşar Esad’ın babası Hafız Esad 1998’de Türkiye’yle savaşın eşiğine kadar gelmiş olsa da, iki ülke arasındaki ilişkiler son yıllarda oldukça yumuşadı. Ve Esad’ın Alevi hâkimiyetindeki rejiminin Sünnileri rahatsız etmesi beklenebilecek olsa bile, ortak menfaatler Türkiye’deki (Sünni İslamcı) AKP ile ekonomik, siyasi ve kültürel bağların güçlenmesine yol açıyor.

Ticaret sınırın iki tarafındaki topluluklara bereket getirirken, Arapça alt yazılı Türk dizileri son yıllarda Arap dünyasında fırtınalar estiriyor.
İki yönlü bir ilişki söz konusu: Suriye Türkiye’nin Arap dünyasına açılan kapısı görevi görürken, Türkiye de Suriye’nin Avrupa ve Batı’ya açılan kapısı konumunda.

Belirsiz bir gelecek
Coğrafi olarak iki ülke, Türkiye’nin en uzun sınırını paylaşıyor ve Suriye’nin Kürt gerilla gruplarına desteği, ilk zamanlarda iki ülke arasındaki en önemli gerginlik sebebiydi.

Şam’ın Osmanlılar için tarihsel olarak bu kadar önemli olmasında şaşılacak bir şey yok ve gelinen noktada şu açıkça ortada: Türkiye, Esad Suriye’yi, yani bu kadar önemli bir komşuyu, yeni bir Irak’a çevirirken arkasına yaslanıp olan biteni seyretmeyecektir.

İlerleyen günlerde neler olacağını kimse kestiremiyor, fakat Esad’ın Rusya gibi kilit müttefiklerden sağladığı uluslararası desteğin gücü tükendikçe artık belirsiz bir hal aldığı açık. Arap komşuları arasında pek az dostu olan Esad’ın belini kıracak esas darbe, NATO üyesi ve daha da önemlisi, sıradan Suriyeliler arasında popüler bir ülke olan Türkiye’yi küstürmek olabilir. (10 Ağustos 2011)


Kaynak: Radikal