Muhammed Selman el-Abudi
Bazıları İran'ın bölgede giderek artan rolünden rahatsızken diğer başkaları da Türkiye'nin Batılı ülkeler düzeyinde etkinliğinden rahatlama duyuyor. Belki de Türkiye'nin son dönemde gelişen diplomasisi, İran'ın beklenmedik ve oldukça hızlı hareketlenmesine yönelik bir tür denge yaratma gayretidir.
İran, bölgede dikkat çekici bir şekilde varlığını sürdürüyor. Dünya, İran'ın nükleer programından, İran'ın giderek gelişen rolünden, İran seçimlerinden, Ahmedinecat'ın açıklamalarından, Tahran'daki sokak gösterilerinden, Devrim liderinin hutbelerinden başka bir şey konuşmuyor. Obama'nın dünyanın en güçlü devletinin liderliğini Bush'tan devralmasından bu yana bölgedeki rüzgârlar, onun geleneksel müttefiki olan İsrail yerine, İran'dan ve Türkiye'den yana esmeye başladı.
Niçin İran ve İran'a karşı neden Türkiye?
İran artık Şah yıllarındaki İran değil. O dönemde, devrimin ilk yıllarında hatta Irak'la savaş döneminde dış politikada kendisine dayatılan talimatlara boyun eğmek zorundaydı. O yıllardaki krizleri atlattı, gücü yettiğince kendine çeki düzen verdi, bugün birçok devletin kıskandığı tutarlı ve istikrarlı düzeni olan bir ülke haline geldi. Hatta bugün çoğu Batılı devletler, barış amaçlı olduğu yönündeki iddialarına rağmen nükleer programından başka tutunacak bir dal bulamadıkları için İran'ı bu yönden sıkıştırmaya çalışıyorlar. Ancak onun bu iddiasıyla ilgili gerçekler ise belki de tamamen başka.
İran, bugün seçilmiş bir parlamentoya, seçilmiş bir cumhurbaşkanına, kendisine karşı yıllardır sürdürülen kuşatmaya rağmen kendi ayakları üzerinde durabilen bir sanayiye sahip. Ayrıca alışılmışın ötesinde gelişme gösteren bir askeri gücü elinde tutuyor. ABD'yi Obama döneminde daha farklı bir şekilde ilişkiye geçme konusunda yeniden düşünmeye ve ona farklı davranmaya iten şey, belki de İran'ın kendine duyduğu bu özgüvendir. ABD, bölgede güçlü bir ortağa sahip olmak istiyor. Bütün rapor ve araştırmalar, sözbirliği etmişçesine Batı istesin ya da istemesin, önümüzdeki yıllarda İran'ın önemli rolü olacağını belirtiyor.
Bugünlerdeki İsrail'le Amerika arasındaki ortak tatbikatlar, İran Devlet başkanı Ahmedinecat'ın oyun ve manevraları karşısında bir güç gösterisinden başka bir şey değil. Tatbikatı yapanlar, belki de çok ileri seviyelere gelmiş olan İran'ın nükleer programıyla ilgili görüşmelerde masanın etrafında oturan temsilcilerden başkası değil. Ayrıca İran'ın nükleer tesislerini Irak'a yapıldığı gibi tek ve hızlı bir darbeyle yok etmek de mümkün görünmüyor. Bu tür askeri tatbikatlar, bu iki devletin Arap Körfezi'nin doğu kıyısından gelmekte olan gulyabani tehlikesini çok iyi hesap ettiklerinin bir kanıtı.
Dünya tarihi bizlere, Roma İmparatorluğuyla Pers İmparatorluğu arasındaki mücadelelerden beri, reddin, taviz vermemenin, tavrına sahip çıkmanın, defansif konumda değil de ofansif olmanın, savaşları kazanma hususunda daha etkili olduğunu gösteriyor. Türkiye de AB rüyasından uyandıktan sonra bütün bu yaşananlardan ders almış görünüyor.
Dış ve iç politikada, iki ülkenin yönetim biçimleri arasında herhangi ortak nokta bulunmamasına rağmen, Batı'ya karşı alttan almayan ve tepeden bakan bir tavır geliştirme noktasında aralarında zımni bir anlaşma varmış gibi görünüyor ki sonuç verecek olan yaklaşım belki de budur.
AB, Türkiye'nin birliğe katılma yönündeki ısrarlı taleplerine karşılık vermemekle büyük bir hata işlemiş durumda.
Onların bu endişe ya da korkusu, bu büyüklükteki bir İslam ülkesinin AB'ye girmesinin zaman geçtikçe birlik içindeki dengeleri alt üst etme korkusundan ve Avrupa'da İslam'ın yayılmasını kolaylaştırmasından kaynaklanmaktadır. Özellikle de İsrail, birçok nedenden dolayı Türkiye'nin AB'ye girmesine iyi gözle bakmamaktadır. Belki de AB'nin Türkiye'ye karşı olumsuz yaklaşımında İsrail'in önemli bir etkisi bulunmaktadır. Birçokları, Türkiye'nin geçmiş senelerde İsrail'e yakınlaşma politikasının AB'ye girme noktasında taktik manevradan başka bir şey olmadığını ileri sürmüştür. Ancak, bu yakınlaşma politikası bir sonuç vermeyince, Türkiye, İran'ın taktiğinin daha yararlı olduğuna kani olmuştur, öyle görünüyor ki başarılı olan da bu taktiktir.
Bugünlerde Türkiye ile İsrail arasındaki gerginliği yatıştırmak ve sorunları gidermek üzere Türkiye'de bulunan Amerikan heyeti, bunun en önemli kanıtıdır. Ayrıca bu, Batı'nın hiçbir makul gerekçesi olmayan taktiksel bir hatasıdır. Acaba on yıl önce Türkiye'nin İsrail'le birlikte yapmayı planladıkları tatbikatı iptal edeceğini kim tahmin edebilirdi?
Gerek İsrail'in bazı uçak siparişlerini teslimde gecikmesi ya da halkın Gazze savaşına gösterdiği tepki gerek Filistin halkının İsrail askerlerinin zulmünden bahseden Türk dizisi Ayrılık, diğer başka sebeplerle birlikte iki ülke arasındaki krizin nedenini oluşturmuş durumda. Ancak şu an top, Batı'nın yarı alanında ve Türkiye saldırı konumunda olduğunun farkında.
Özellikle de yeni Amerikan siyasetinin zihin dünyasında İran, bölgenin doğu tarafında yıldızının parlarken Türkiye, Batı tarafında yıldızı parlayan ülke olmayı, bütün ilginin sadece İran'ın üzerinde odaklanmasını istemiyor. Suriye ile ilişkiler de bu yönde seyrediyor. Bu, İsrail'in 60 yıldır süren savaşlar, despotizm, hegemonya ile dolu bir tarihin ardından komşularının sevgisini kazanma noktasında yaşadığı başarısızlık, Batılıların güvenini yitirmesi ve Davud'un yıldızının sönmesiyle birlikte Türkiye için eşsiz bir fırsattır.
Söz konusu rekabetle birlikte bu iki ülke, Irak konusundaki ortak çıkarlarına rağmen, İsrail'in bölgedeki rolünün ortadan kalkmasıyla birlikte sadece Ortadoğu'da liderlik rolünü oynamak ya da yeniden güç sahibi olarak dış tehditleri bölgeden uzaklaştırmak istemiyor aynı zamanda öncelikle mümkün mertebe ve gücü yettiğince iç kalkınmasını sağlayacak projeleri desteklemeyi hedefliyor. Şayet iki ülke bunu gerçekleştirirse, bu durum onları bir sonraki aşamaya sıçratabilir ki bu -bizim uzak görmediğimiz bir ihtimaldir- bölgedeki Hıristiyan vesayetini ortadan kaldıran Bir Türk-İran işbirliğinde temsil olunan yeni bir bölgesel düzene intikali mümkün kılacaktır.
Ancak bu durum, Müslüman kardeşliği temelinde bir ittifak olacak mıdır? Bilmiyoruz..Yol henüz uzun, oldukça uzak ve meşakkatli..
25 Ekim tarihli BAE Merkezli el-Beyan gazetesinden çeviren: İslam Özkan