AKP'ye açılan kapatma davası ilerledikçe, Türkiye'de meclis ve bürokrasi işlevsizleşecek, çok daha kutuplaştırıcı bir ortamda yeni genel seçim olasılığı artacak, AB'yle müzakereler zarar görecek ve ekonomik yavaşlama yaşanacak. Bush yönetimi bu duruma seyirci kalmamalı

Washington'ın cılız tepkisinden veya basında yer bulmamasından dolayı belki bilmiyorsunuzdur, ama ABD'nin kilit müttefiklerinden ve Ortadoğu'nun en önemli demokrasilerinden biri engellenemez biçimde krize sürükleniyor. Türkiye'nin Anayasa Mahkemesi iktidardaki AKP için açılan kapatma davasını görüşüyor. Gerekçe AKP'nin devletin laik niteliğini tehdit etmesi ve partinin üst düzey yetkililerinin de siyasetten men edilmesi isteniyor.
Siyasi partilerin 'demokratik ve laik cumhuriyetin ilkelerini' ihlal etmesini yasaklayan anayasa uyarınca, davanın meşru olduğu öne sürülebilir. Anayasanın dili muğlak ve çeyrek asır önce ordu tarafından dikte edilmiş eski moda bir belge olmakla yaygın şekilde eleştiriliyor - fakat bu noktada hukukun üstünlüğü küçük de olsa bir uygunluk söz konusu.

Erdoğan da kuşkuları ateşledi
AKP lideri Erdoğan'ın İslami kökenli partisinin temmuzda kazandığı ezici seçim zaferinden beri takındığı tavır da görmezden gelinemez. Seçimden hemen sonra bütün vatandaşların başbakanı olacağına dair yaptığı açıklamaların tam tersine, danışmanlar çevresini daralttı, söz verilen ekonomik ve siyasi reformları (buna anayasanın değiştirilmesi de dahil) sürdürmeyi başaramadı ve Türk basınıyla sivil toplumuna karşı rahatsız edici düzeyde bir paranoya sergiledi. Yanı sıra milliyetçi muhalefetin manevrasına karşılık vererek, dindar kadın öğrencilerin üniversite kampüslerinde başörtüsü giyme hakkına dair (kaçınılmaz değilse de) erken bir güç gösterisine kalkıştı.
Kısacası Erdoğan geçen yaz elinde bulunan hatırı sayılır siyasi sermayeyi heba etti, o dönemde partisini destekleyen siyaset ve ekonomi çevrelerinden kendisini uzaklaştırdı ve Türkiye'yi daha İslami bir ülke yapmak yönünde gizli bir gündemi olduğu kuşkularını da ateşledi.
Washington'ın davaya yönelik sergilediği dengeli yaklaşımının ardında belki de bu faktörler var. Yönetim yetkilileri bu konuya girmekten sürekli kaçıyor. Israr edildiğindeyse ıkına sıkıla hem Türk 'demokrasisine' hem de 'laikliğe' duydukları inancı ve meselenin yerleşik 'kurumlar' (mahkeme mi demek istiyorlar acaba?) ve Türk seçmeninin arzuları doğrultusunda çözüleceği umudunu dile getiriyorlar. Ya da Dışişleri Bakanlığı Avrupa Dairesi başkanının söylediği gibi: "Taraf tutmuyoruz."
Buna yan çizmek denir. Nedeni de şu: Bu meseleyi Türkiye'nin 'kurumları'nın çözmesi gerektiğini söylemek, Anayasa Mahkemesi'nin siyasetin üzerinde olduğunu varsaymaktır. Aslında bu mahkeme, Türkiye'nin parti çekişmelerine bir güç olarak dahil olmak konusunda giderek artan bir iştah sergiliyor. Geçen ilkbaharda kendisine başvurulduğunda ortaya çıkan fırsatın üzerine atladı ve meclisin yeni cumhurbaşkanını seçmesi için gereken toplantı yeter sayısı konusunda AKP aleyhine karar aldı. Bu plan başarısız oldu. Fakat mahkemenin adil davranmadığı konusunda pek az kuşkuya yer bıraktı.
Mahkeme Türkiye'nin yegâne gerçek ulusal partisini (2002'den beri Türkiye'ye en iyi yönetimi sunduğu kabul edilen, bir yıldan az bir zaman önce seçmenden beklenmedik düzeyde bir güvenoyu ve dünya finans piyasalarının da desteğini alan bir partiden söz ediyoruz) kapatma davasını hangi iddianame temelinde görüşüyor? Hasım basında Erdoğan ve arkadaşlarının Türkiye'yi bir 'İslam Cumhuriyeti'ne dönüştürme niyetinde olduğuna dair yayımlanan kupürlerden oluşan bir iddianame temelinde. Dava öylesine şaibeli ki, en katı Kemalistlerin bile bunu ciddiye alacağını düşünmek zor.
Daha uygun bir değerlendirme şu olabilir: AKP'nin 2007'de elde ettiği siyasi kazanımlar, Türkiye'nin modern tarihinde ilk defa, 1920 ve 30'larda ülkenin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'le birlikte iktidara gelen ve o zamandan beri bakış açıları pek fazla değişmeyen seçkinlerin hegemonyasına ciddi bir tehdit oluşturuyor. Seçkinlerin bakış açısını, Atatürk'ün Batılılaştırıcı reformlara giriştiği günlerden kalma bir slogan gayet iyi özetliyor: "Halk için, halka rağmen." AKP'yi kapatma davasını destekleyenlerin ağzından bugün de bu sloganın duyulabilmesi gayet manidar ve üstelik ortada ironi falan da yok.
'Halka rağmen' ifadesi Atatürk'ün Osmanlı İmparatorluğu'ndan geriye kalan yorgun, yenilmiş bir ülkeyi modernliğe taşımaya gayret ettiği günlerde haklı görülebilirdi belki. 21. asrın genç, dinamik, dünyayla bağlantılı Türkiyesi'ndeyse bir anakronizm olarak görülmeli. Türkiye AB üyeliğine aday olan ve yaygın kanaate göre Müslüman dünyanın tek güvenilir demokrasisi sayılan bir ülke.
AKP'nin üyeleri ve destekçileri de dahil Türkler, ne yazık ki partinin kapatılacağı ve Erdoğan da dahil, en etkili liderlerinin beş yıl boyu siyasetten men edileceği fikrine giderek daha fazla inanıyor gibi. Fakat bu AKP veya Erdoğan'ın sonu olmayacak. Önceki örnekler temelinde, parti muhtemelen yeni bir isim altında meclis hâkimiyetini sürdürecek.
Erdoğan, gerekirse perde arkasından, kilit bir aktör olmaya devam edecek.
Böyle bir durumun sonuçları tahmin edilir olduğu kadar vahim: Dava mahkemede ilerledikçe (ki aylar sürebilir) meclisin ve bürokrasinin işlevsizleşmesi; siyasi çalkantı ve yeni genel seçimlerin çok daha huzursuz ve kutuplaştırıcı bir atmosferde yüksek bir olasılık haline gelmesi; Türkiye'nin AB'yle zaten güç bela ilerleyen üyelik müzakerelerinin zarar görmesi; yabancı yatırımcıların güveninin yok olması ve ekonomik yavaşlama; dünyanın gözünde imajının ve etkisinin zedelenmesi. Kısacası, muazzam stratejik önemi ve neredeyse sınırsız potansiyeli olan bir ülke için kayıp bir veya birkaç yıl.

Kusurlara rağmen en liberal parti
Kaybeden sadece Türkiye de olmayacak. Bazıları AKP'yi 'İslamcı' diye damgalayıp Batılı değerlere düşman gibi göstermeye ve kapatma davasının faziletlerine dair bir tartışmadan kaçmaya çalışsa da, gerçek şu: AKP (kusurlarına rağmen) Türkiye'de liberal demokrat bir partiye en yakın yapı. Hiçbir alternatif bu konuda yanına bile yaklaşamıyor. Evet, AKP nihai amaçlarına dair soru işaretleri doğuran hatalar yaptı. Ve Türkiye'nin seçmenleri seçim sandığında parti liderliğinden bunun hesabını sormalı. Fakat AKP'nin hadım edilmesi, büyük önem taşıdığı bir bölgede (ve tarihin bu döneminde) demokrasi adına ciddi bir geriye gidiş olur.
Mesele müttefik bir ülkenin iç siyaseti olduğunda, 'hiçbir şey' yapılacak veya söylenecek en iyi şeydir. Fakat Bush yönetiminin yapmanın eşiğine geldiği haliyle, ABD'nin AKP'nin akıbetiyle ilgilenmediğini söylemek miyopluk olur. Atatürk'ün istediği gibi 'Batılı' veya 'modern' olmakla, AKP'ye karşı yapıldığı gibi siyasi partilerin şaibeli dayanaklarla kapatılması arasındaki uyumsuzluğu açıkça dile getirmek, Erdoğan veya partisine iltimas geçmek anlamına gelmez.

Kaynak: Radikal