Türkiye’deki son genel seçimlerde dış politika ve savunma politikası başta gelen konular değildi. Türklerin çoğu hükümetlerinin son yıllarda üstlendiği iddialı rolle tatmin olmuşa benziyorlar; Türkiye’nin zayıf muhalefet partileri ise iktidar partisine alternatif tutarlı bir dış politikası sunmuş değiller. Ancak Türkiye’nin dış ekonomik bağımlılıklarına, Ortadoğu, Orta Asya ve Balkanlarla sınırı olan “cephe hattı” devlet konumuna bakınca, Türk liderler dış politika ve savunma meselelerinden kaçamayacaklardır. Suriye’deki durum Türkiye için hassas ve Türkiye’nin İran’la uyumlu ilişkilerini altüst edebilir. Bir diğer önemli soru, Ankara’nın dış politikasına ve savunma politikalarına NATO’nun ne kadar etki edeceğidir.
Evveliyat
Ortadoğu’daki olayların Türkiye’nin dış politikalarını nasıl etkileyeceği acil bir sorudur. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun göklere çıkarılan “komşularla sıfır sorun politikasına” rağmen bu amacın – Türkiye’nin Ortadoğu’da karşı karşıya geldiği meydan okumalara bakınca - bir arzu olmaktan öteye geçmesi zordur.
Arap Baharı, AK Parti hükümetini bazı politikaları değiştirmeye sevk etti her ne kadar bu revizyonlar büyük ölçüde söylemsel olsa da. AK Parti temsilcileri, siyasi istikrara sarılmayı terk edip İran hâriç Ortadoğu’ya daha fazla demokrasi götürecek değişimleri tasvip noktasına geldi. Başbakan Tayyip Erdoğan, seçimlerden hemen sonra, “bugün, Türkiye olduğu kadar Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar da kazandı” diyerek kazandıkları seçimin Türk halkı için olduğu kadar Türkiye’nin komşuları için de bir zaferi temsil ettiğini söyledi. Türkiye’nin bölgedeki itibarını artırmaya devam niyetini teyid eden Erdoğan “daha etkin bir rol oynayacağız. Biz de olduğu gibi bölgemizde de haklar için, adalet için, hukukun üstünlüğü için özgürlük ve demokrasi için çağrı yapacağız” sözünü verdi.
Suriye’deki durum çeşitli nedenlerden dolayı Türkiye için en hassas olanıdır. Her iki ülke uzun bir sınırı paylaşıyor ve Suriye, Ankara için hâlihazırda güvenlik sorunları çıkaran güneydoğu’daki Kürt azınlık bölgelerine bitişiktir. Su kaynakları ve terörizm üzerinde yaşanan gerilimlerin sonucunda ortaya çıkan onlarca yıllık husûmetin üstesinden gelen Türk hükümeti Şam’la müzmin bir cepheleşmenin tekrar yaşanmasına gönülsüz. Bu mülahazalar Erdoğan’ı Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın ülkeyi silip süpüren protestolara verdiği tepkiye meydan okumaktan ziyâde Esad’ı azarlamaya sevk etti başlangıçta. Fakat Türkiye’nin sınırında devam eden kargaşa, AK Parti hükümetini binlerce Suriyeli mültecinin sınır bölgesindeki Türk topraklarına girmelerine izin vermek dâhil son haftalarda daha iddialı dış politika izlemeye yöneltti. Suriye ordusu, Türkiye-Suriye sınırına silahlı güç göndererek cevap verdi. Suriye muhalefeti, bir isyan için üs olarak Türk topraklarını kullanmaya çalıştıkları takdirde ve Suriye askerleri, Türk askerlerinin ve Türk medyasının gözleri önünde mültecilere karşı şiddet uyguladığı takdirde çatışma vuku bulabilecektir.
Suriye krizi, Türkiye’nin İran’la uyumlu ilişkilerini de altüst edebilir. İran medyası, Türkleri Suriye muhalefetine silah göndermekle suçlayarak Suriye hükümetine katıldı. Bu arada, İranlıların ve müttefiki Hizbullah’ın silahsız çok sayıda göstericiyi vurdukları iddiaları var. İran rejiminin kendi göstericilerini bastırmasını ve İran’ın tartışmalı nükleer politikalarını yıllarca eleştirmeye yanaşmayan Türkiye’nin, İran’ın Suriye’nin baskıcı politikalarına destek vermesi yüzünden İran’la zıtlaşmak üzere NATO müttefiklerine katılması ironik olacaktır.
Irak’taki siyasi karışıklıklar diğer Arap ülkelerindekine kıyasla daha az acı olduğunu gösterdi fakat bu bağışıklığın daha ne kadar süreceği belli değil. Amerikan askerlerinin hepsi değilse de çoğunun yıl sonuna kadar çekilecek olması, Irak’ta güvenliğin çökmesine yol açabilir. Bir başka Arap komşuda çıkacak kargaşa, Irak’taki ekonomik çıkarları son yıllarda artış kaydeden Türkiye’ye yeni sorunlar açacaktır.
Sorunu karmaşıklaştıran bir başka unsur, Bağdat’taki kargaşanın artması durumunda Iraklı Kürtlerin özerklik iddialarıdır. PKK ayaklanmacılarının Irak’tan çekilişi sömürmelerini önlemek, başlıca konu olacaktır. Türk ordusu, Türkiye’yi kargaşadan korumak amacıyla müdahale edip kuzey Irak’ta tampon bölge oluşturabilir – ve uzun süreli ama kasılmış askeri ilişkileri ile Bağdat’la olan yeni ama henüz pişmemiş stratejik ortaklığı arasında seçim yapmak gibi güç bir ikilem yaratacaktır Washington için.
Uzun vadede, Türkiye’nin bölgeye yönelik kriz öncesi ekonomik gayeleri uygulanabilir görünüyor. Daha açık sınırlara sahip bir Ortadoğu, vizesiz seyahat, serbest ticaret ve yanı sıra iyileşmiş ve bütünleşmiş bir bölgesel altyapı Türkiye’nin ve komşularının çıkarlarına hizmet edecektir şüphesiz. Türkiye’nin serpilen ekonomisi, “Müslüman demokrat” iktidarı ve popüler liderliği pek çok Arap ülkesinde ona büyük bir nüfuz kazandırdı. Ancak Mısır’ın yeni hükümeti gücünü pekiştirdiği takdirde, Mısır’ın Arap dünyasındaki geleneksel hâkim rolüne bakınca, rakip bir nüfuz kaynağına dönebilir.
Hangi sonuç ortaya çıkarsa çıkasın, Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini yakın vadede toparlanmış olarak hayal etmesi güçtür. AK Parti liderlerinin bölgede demokrasi ve insan haklarına adanmışlığı, İsrail’in Filistin politikalarına yönelik husûmetini pekiştirecektir. Bu arada, İsrailliler AK Partiyi, hümanitaryanizm kılığına bürünmüş İslamcı militanların kışkırtmalarını destekleyen taraf olarak görecektir.
Ortadoğu hiç değişmeden öncelik olmayı sürdürecektir fakat Türk ulusal güvenliğiyle ilgili karar alıcılar diğere bölgelere de yanıt vermeli. AB üyeliği Türkiye için kayıp bir davadır. Üyelik müzakereleri 2005’ten beri çok az ilerleme kaydetti. Üyelik için bastırmak AK Partiye faydalı olabilir zira kaçınılmaz ret, Batı’dan yüz çevirmeyi haklı kılar. Bundan dolayı, Washington’ın Avrupalıları huzursuz ederken Türkleri de hayal kırıklığına uğratan Türkiye’nin AB üyeliği için bastırması verimli olmayacaktır. İroniktir, AK Parti’nin birçok kazanımı, son yıllarda Türkiye’nin müstesna denilecek ekonomik büyümesi dâhil, Türkiye’nin son on yılda AB standartlarını benimsemesi dolayısıyladır.
ABD ve AB baskısı, Ankara’nın Azerbaycan-Ermenistan arasında yeni bir çatışmayı önlemeye yardım etmesini sağlama amacına matuf olarak, Türkiye-Ermenistan arasındaki gerilimleri azaltmak için daha kârlı şekilde kullanılabilir. 2009’dan beri bu yönde bir hareket vardı özellikle de Türkiye-Ermenistan arasında imzalanan iki protokolden sonra. O tarihten beri ilerleme kaydedilmedi. Bu esnada, silahlı hadiseler ve diğer bazı gelişmeler Azerbaycan-Ermenistan arasında yeni çatışmaların habercisi olabilir.
Moskova, Avrupa Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşmasına katılmayarak soruna katkı sağlıyorsa da Rus diplomasisi bu alanda faydalı bir rol oynayabilir. Türkiye, Rusya’nın bu antlaşmaya geri dönmesi için NATO müttefikleriyle birlikte ona baskı yapmaya devam edecektir muhtemelen zira antlaşmanın askıya alınması, eninde sonunda antlaşmanın çökmesine yol açabilir ki bu da Azerbaycan-Ermenistan arasında silahlanma yarışını azdırabilir. Fakat Türkiye’nin Rusya’ya enerji bağımlılığı Ankara’nın hemen her konuda Moskova ile karşı karşıya gelme istekliliğini sınırlandıracaktır.
Neyse ki Türkiye’nin NATO bağları, Ankara’nın diğer boyutlarda Batıya çapa atmasına yardım edecektir. Türkiye, Kasım 2010 zirvesinde balistik füze savunmasını NATO’nun kilit misyonu yapma lehindeki oybirliğini bozmaya yanaşmadığında Batılı liderler gözle görülür bir rahatlama yaşadılar. Türkiye, ISAF çerçevesinde NATO’nun Afganistan’daki istikrar misyonunda da önemli bir rol oynamaktadır. Ankara, Kabil’deki yönetimle siyasi uzlaşmaya bakan Taliban unsurları arasında potansiyel bir aracı olarak İslamâbad’dan çok daha tarafsızdır.
AK Parti iktidarı NATO’nun balistik füze savunma programının erken uyarı radarlarına ev sahipliği yapma konusunda henüz bir taahhüt altına girmiş değil. Türk hükümeti, NATO’nun Libya’daki askeri harekâtına karşı da şevksiz. AK Parti iktidarının İran politikaları ve Türkiye’nin silah alımları – Batı dışı sistemleri satın alması, NATO için cihazların karşılıklı çalışmaması sorununa yol açmaktadır – ittifakın dış ve savunma politikalarında Ankara üzerinde ne kadar nüfuz tasarruf edeceğini de belli edecektir. NATO, Türkiye ve Yunanistan arasında Ege üzerindeki ihtilafı çözmekte de faydalı bir rol oynayabilir, ki nihâi bir çözümün zamanı gelmiş gibi görünüyor.
Sonuç
Türkiye-Orta Asya, Türkiye-Çin ilişkileri izlenecek iki alandır. 1990’ların başında gücünü zorlamasından bu yana, Türk hükümetleri bölgeyle ticari ve kültürel ilişkileri geliştirmeye odaklandılar. Şaşırtıcıdır, Türkiye halen Şangay İşbirliği Örgütüne resmi gözlemci olmak için başvurmuş değil. Türkiye yirmi yıl öncesine nazaran artık çok daha güçlü bir ülke ve NATO güçleri Afganistan’dan çekileceği için Batı nüfuzunun gelecek birkaç yıl içerisinde çökmesi sonucunda oluşacak boşluğu doldurmaya bakabilir. Son yirmi yıl zarfında Rus-Türk ilişkilerinin iyileşmesi, Moskova’nın Türk mevcudiyetine karşı geçmişe nazaran daha açık olması anlamına gelebilir.
Çin’in Türkiye üzerindeki nüfuzunun, Çin’in artan ekonomik, diplomatik ve askeri potansiyeli dolayısıyla gelecek yıllarda artacağı neredeyse kesindir. Türk-Çin silahlı kuvvetleri ortak tatbikat düzenlemişlerdi zaten. Diplomasi alanında, her iki hükümet üçüncü bir kuvvet olarak Rusya’ya katılabilir pekâlâ. Türk hükümeti, insan hakları ve demokrasiyi teşvik etse de Pekin’in otoriteryan yönetimine ve Türk Uygurların siyasi özerklik emellerine karşı baskıcı politikalarına rağmen Çin’le işbirliğine hevesli duruyor.
Yazar hakkında: Hudson Enstitüsü Siyasi-Askeri Analiz Merkezi Müdürü.
Kaynak: Hudson Enstitüsü
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı