İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, iki günlük bir ziyaret için İstanbul'da. ABD'nin Irak'ı işgalinden sonra Türkiye ve İran, bölgede, hasımlığı öne çıkarmadan ama birbirlerini kollayarak güçleniyorlar. IV. Murat'ın Bağdat'ı fethinden sonra, Osmanlı ile Safeviler arasında 17 Mayıs 1639'da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması'ndan beri İran'la aramızdaki sınır değişmedi.
Batı'daki yüzyıllık mezhep savaşları hatırlandığında, iki ülkenin, bu tarihî komşuluğu, savaşsız sürdürmeleri önemli bir başarıdır. Günümüzde, enerji ve PKK'ya karşı mücadele konularında Türkiye ve İran, yakınlaşma ihtiyacını daha fazla duyuyor. Ancak, ABD'nin Irak'ı işgalinden sonra mezhep farklılığı, giderek İslam dünyası için de bir tehlike olarak büyüyor. Bu potansiyel tehlike, Türkiye-İran ilişkilerine yeni boyutlar katacak etkileri barındırdığı gibi, bölgede hesabı olan güçlerin iştihasını da artırıyor.
Bugün nükleer faaliyetleri nedeniyle Tahran yönetimi ile Batı arasında yaşanan bir gerilim var ve giderek tırmanıyor. Amerika bunu bahane ederek Bush yönetimi sona ermeden İran'ı vurmayı gündemde tutuyor. Türkiye ise, Amerika ile aynı NATO ittifakı içerisinde ve Avrupa Birliği'ne üyelik yolunda ilerlemeye devam ediyor. İki İslam ülkesi için ortada büyük bir tezat ve zor bir dış politika problemi var. Türkiye ve İran, birbirine düşmeden bu problemi çözmek zorundalar. Bu açıdan, İran Cumhurbaşkanı'nın ziyareti çok önemli bir kilometre taşıdır.
Türkiye ve İran, bir başka açıdan, yani dünyada İslam algılanması bakımından da farklı iki örnek teşkil ediyor. İran, din adamlarının siyasî etkilerinin ağır bastığı bir rejimle yönetiliyor ve bunun İslamî olduğunu ileri sürüyor. Türkiye ise demokratik ve laik bir sistemle, İslam dünyasında, küresel barış adına farklı bir mesaj veriyor. İslam bir din, demokrasi ise bir yönetim biçimi. Türkiye'nin en önemli kanaat önderlerinden Fethullah Gülen başta olmak üzere İslam ile demokrasinin yan yana olabileceğini savunan etkili ve geniş bir çevre var. "Demokratik laiklik" ve olgun bir demokrasi ile din ve vicdan özgürlüğünün genişleyeceği, Türkiye'nin AB üyeliği ile bu durumun garanti altına alınacağı, dolayısıyla Müslümanların böyle bir demokrasi ile sorun yaşamayacağı, bugün giderek artan bir kabul görmektedir.
AB üyesi ve Batı ile kavga etmeyen Türkiye örneği, küresel terörü önleme ve medeniyetler ittifakı adına da bize göre doğru bir tercihtir. Bugün, insanlığın kavga ile varacağı bir huzur durağı yoktur. İran, "Devrim" ve İslam ülkelerine rejim ihracı ile Müslümanların küreselleşen dünyada bir çıkış yolu bulacaklarını ve başka da yol olmadığını iddia ediyor. Irak'la aralarında uzun yıllar devam eden harbin sonuçlarının bile bu iddiayı doğrulamadığı ortadadır. İran'ın zayıflattığı İslam ülkesi Irak, bugün Amerikan işgali altındadır. Başka bir ülkeye de rejim ihracı olmamıştır.
Dünyayı doğru okumadan, insanlığın problemlerini doğru teşhis etmeden, anlamadan istikamet tayini mümkün değildir. İran yöneticilerinin en büyük yanlışı ise İslam adına hareket etmeleri olmuştur. Batı medyasının desteğiyle, İran örneği bir anda dünyanın dört bir yanında Müslümanlara karşı bir nefret uyandırma vasıtası yapılmıştır. Siyasî bir gaye gütmeden sadece din adına hizmet eden insanların işi zorlaştırılmış, onlar töhmet altında bırakılmış ve o insanlar, kendilerini anlatmadan önce, menfi propagandanın tesirlerini silme mecburiyetinde kalmışlardır. Kendi ülkemizde bile ne zaman bir İslamî mevzu gündeme gelse, "Türkiye İran mı olacak?" endişesi, belli mahfillerden medya aracılığı ile servise konmuştur. İran'daki rejim, elbette İranlıları ilgilendirir. Ancak İslam adına hareket edildiğinin söylenmesi, dünyada İslam'a zarar vermektedir. İran Cumhurbaşkanı'nın ziyareti, dileriz İran yöneticilerine bu konu üzerinde de düşünme fırsatı verir...
Kaynak: Zaman