İslamcı eğilimli ama Avrupa yanlısı Gül'ün cumhurbaşkanlığı Türkiye için yeni fırsatlar açacak bir dönüm noktası. Laik seçkinlerle AKP uzlaşma ve hoşgörüye dayanan bir denge sağlayabilirse Türk demokrasisi kök salmakla kalmayıp Avrupa ve bölgeye de fayda sağlar

Türkiye devletinin başına, ülkenin anayasasına ve demokratik kurallara her şeyiyle uygun bir biçimde, İslamcı hareketten gelen ve Avrupa yanlısı olduğu bilinen birinin geçmesinin önemini ne kadar vurgulasak az. Dört aydır süren bir siyasi krizi kapatan ve Abdullah Gül'ü 'laik ve demokratik' Türkiye'nin cumhurbaşkanlığına getiren 28 Ağustos seçimi, yorumculara göre Türkiye ve tüm bölgenin önünde büyük fırsatlar açan bir dönüm noktası.

Asıl sorun iktidar rekabeti

85 yıl önce Atatürk'ün hilafet tahtı olan Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıntılarının üzerinde kurduğu Türk ulusunu, mirasçıları otoriter ve milliyetçi bir laiklik çerçevesinde orduya dayanarak muhafaza etmişti. 1980'in radikal askeri darbesinin ardından kabul edilen anayasa da bu parlamenter sistemi kökleştiriyordu, ancak cumhurbaşkanına sembolik görevlerinin yanı sıra ciddi yetkiler de tanıyordu. İşte eskiden Atatürk'ün oturduğu bu koltukta bundan böyle, ilk kez, gençliğinde hilafetin geri dönmesini arzulamış bir adam oturacak.

Ülkenin uzun süredir baskı altında tutulan dinci ve muhafazakâr akım temsilcilerinin 1950'den itibaren, Turgut Özal'ın 1980'lerin sonundaki cumhurbaşkanlığı da dahil olmak üzere, iktidarda çeşitli pozisyonları ellerinde tutmaya başladıkları ortada. Ancak ilk kez bu akımı temsil eden bir parti, yani eski Türk İslamcı partisindeki modernist bir hizipten 2001'de doğan AKP, sadece meclis ve hükümete rakipsiz bir şekilde hâkim olmakla kalmayıp, bunların kontrolünü sağlamakla görevli cumhurbaşkanlığını da ele geçiriyor.

Bu durumda baharda, 'gizli bir İslamcı gündem'den şüphelenen ordu tarafından engellenen Gül'ün ilk cumhurbaşkanlığı adaylığına, milyonlarla sokaklara dökülerek karşı çıkan eski Kemalistlere ve partizanlarına da, ülkenin laiklik ve bütünlüğünün bekçisi olarak kalmaya ant içmiş generallere güvenmek kalıyor. Gelgelelim AKP'nin, krizi çözmek için öne alınmış 22 Temmuz seçimlerinden aldığı yüzde 47 oranındaki oya ve meclisteki yüzde 61'lik çoğunluğuna karşı, milletin ruhu olmak isteyen ve demokrasiye saygı gösteren ordu, boyun eğmekten başka bir şey yapamaz. Bundan böyle müdahalelerini, ara sıra bildiriler yayımlamak ve resmi törenleri boykot etmekle sınırlaması gerekiyor.

Ordunun siyasetten bu derece çekilmesi Türkiye'de eşi benzeri görülmemiş bir olay. Bunu kolaylaştıran bir unsur da, kısa süre öncesine kadar siyasi suikastlar, Iraklı Kürtlere karşı müdahale tehditleri ve 'laiklerin' körüklediği diğer milliyetçi tutkularla altüst olmuş ülkeye, bundan böyle hâkim olur gibi görünen yeni hoşgörü ortamıydı. AKP cumhurbaşkanlığını ele geçirirse ülkenin 'Suudileşeceği' iddiasıyla 'ajitasyon'a başvuran laikler arasından o zamanlar en çok sesi duyulanlar, şimdi o defteri kapatarak, Gül'ün ülkenin tamamının tarafsız cumhurbaşkanı olma sözünü tutmasına yardım çağrısı yapıyorlar. Meclisin açılış töreninde yeni milliyetçi Kürt milletvekilleri aşırı sağ partiden düşmanlarıyla sembolik olarak el sıkıştı. Başbakan Tayyip Erdoğan da 'göbeğini kaşıyan bıyıklı' (yani halktan Türklerin imajı...) bir cumhurbaşkanını tanımayacağını söyleyen bir köşe yazarına ülkeyi terk etmesini önerdiği için özür diledi. Böyle bir tanım zaten, 'laiklerin' bile yurtdışında kendilerini temsil etmesinden mutluluk duyacağı Gül gibi mükemmel İngilizce konuşan bir iktisatçı için yersiz. Ama bir de Gül'ün eşinin türbanı olmasaydı... Eşi, bir stilistten biraz 'modernleştirilmiş' bir türban modeli istediği iddialarını yalanladıysa da, yerel basın bu konunun üzerine atlayarak ülkeyi bölen diğer konuları neredeyse bir kenara itti. Aslında bu bile ülkedeki yatışmanın bir başka işaretiydi.

Böylece bu bölünmelerin aslında eski seçkinlerle yeni seçkinler arasındaki bir iktidar rekabetinden kaynaklandığı ortaya çıkıyor. Oysa halk gündelik hayatta çeşitliliği yaşamayı öğrendiğini gösteriyor; türbanlı ve başı açık kadınlar sık sık aynı kurumlarda hatta aynı ailelerde yan yana. Tüm yeni seçkinler gibi AKP'nin kadrolarını şüphesiz hâlâ aşağı çeken ağırlıklar var; bunu bir resmi yemekte bir bakanı kızdıran 'şaraplı risotto' veya ordunun suçladığı, bazı okullarda dinin istismarı gibi medyanın ortaya koyduğu olaylardan görmek mümkün. Yerel yönetimler de sıklıkla beceriksizlikten mustarip, ama AKP merkez yönetimi bu konuyla ilgileniyor: Erdoğan listesinde başka ufuklardan gelen 10 civarında liberal profesyonelin de seçilmesini sağlayarak, akıllıca meclisin düzeyini yükseltti, ki meclisin buna gerçekten de çok ihtiyacı vardı.

Başarısızlık felaket nedeni

Böyle bir ilerleme bilhassa, bu meclisten yeni bir anayasa çıkarması isteneceğinden de gerekliydi. Ülkenin tüm demokratları yeni bir anayasayı yıllardır talep ediyordu ama sonuç alamıyorlardı. Şimdiki 'askeri' denilen anayasanın yerine, Avrupa kriterlerine uyan 'sivil' bir anayasa getirilecek. Bu süreçte de, ordu ve Kemalist gelenek yanlılarıyla ateşli mücadeleler yaşanacağı şimdiden belli. Fakat bu kesimin ana muhalefet partisi CHP'ye üye olan birçok taraftarı, partilerinin Batı karşıtı bir milliyetçilik içinde kalmış yönetimini bir kenara itip, nihayet gerçek anlamda sosyal demokrat olacak ve ülkede demokrasinin kök salmasında vazgeçilmez rol oynayacak bir parti oluşturmaya kararlı görünüyor.

Mehmet Ali Birand'a göre, bu proje başarılı olursa tarihçiler şunu diyebilecek: "28 Ağustos 2007 laiklerle dinciler arasında uzlaşma çağı, türbanın hoşgörüldüğü ancak asla dayatılmadığı, Türkiye'nin daha güçlü, zengin ve demokratik olduğu bir çağın başlangıcı." Başarısız olmasıysa, Birand'a göre bu iki bileşen arasında bir 'büyük savaş'ın başlamasına yol açabilir ve Türkiye o kadar zayıflayabilir ki, Kürt milliyetçilerinin baskılarına daha fazla direnemeyerek bölgenin 'bölünmüş ülkelerinden biri' haline gelebilir. Ülkelerinin parçalanması tehdidini takıntı haline getirmiş Türkler için bu tam bir felaket senaryosu. Ama başarı senaryosu gerçekleşirse, hatta Akdeniz ülkeleri de AKP'yi örnek alıp kendilerini geliştirir ve ülkelerinde siyasi açılımı zorlarlarsa, bu durum Avrupa ve bütün bölgeye fayda sağlar.

Kaynak: Radikal