Türkiye'nin son yıllarda ve özellikle de İslamcı AKP'nin iktidara gelmesinden bu yana Arap ve İslam toplumlarındaki konumunun yükseldiğini inkâr etmek mümkün değil.
Bunun temel sebebinin bu partinin genelde Filistin haklarını ve özelde Gazze sorununu destekleyen tutumları olduğu görülüyor. Bu durum Türkiye'yi sadece Arap ılımlı güçlerin değil, aynı zamanda direniş güçlerinin de müttefiki konumunda gösterdi. Ayrıca Türkiye, Filistin ve İran nükleer sorunlarına ilişkin bazılarının tutumlarını aşabildi. İsrail ve Suriye arasındaki Türk arabuluculuğu ve son olarak Gazze ablukasını kaldırma girişimi, orta ve uzun tarihî bağlamından farklı Türk tutumuna ilişkin bu izlenimi güçlendirdi.
Türk politikasındaki bu gelişmeler Türk-Arap ilişkilerinin hararetinin yükseltilmesi ve 18'inci yüzyıldan beri büyüyen buzların eritilmesine başlanılması için yeterli. Bu buz, Osmanlı varlığına yönelik büyük Arap isyanıyla birlikte 1. Dünya Savaşı'nda doruğa çıkmıştı. Ayrıca bu ilişki Osmanlı Devleti'nin yıkılması ve enkazı üzerine Atatürk liderliğinde laik Türkiye devletinin kurulması sonrası bir iyileşme görmedi. Atatürk ve arkadaşlarının Türk milliyetçi metodu Arap laiklerin hoşuna gitmedi. Arap Osmanlılar ise Müslüman Osmanlı Devleti'ne ve hilafet merkezine Arap topraklarını işgal eden bir güç olarak değil, kendi devletleri olarak baktılar ve Atatürkçü hareketi düşman bir hareket olarak gördüler. Otoritesi Ortadoğu, Kuzey Afrika, Asya'nın kuzeyi ve Avrupa'nın doğusu ve batısında Avusturya sınırlarına kadar uzanan, 6 asırdan fazla süren süper bir devlete olan özlem hiç gitmedi.
Buradaki dikkat çekici ironi, bölgedeki eski siyasi-ekonomik-sosyal modelin, bir Osmanlı modeli olması. Osmanlı modelinin bölgemizde bir istisna değil, temel olması. Etnik veya dinî farklı sınıflarıyla siyasi ve düşünce hareketlerinin çoğunluğu ideolojilerini geçmişin modelini diriltme üzerinde yoğunlaştırdılar. Henüz yaşanmamış bir geleceğe bakmak, çağdaş başarılı modellerden ve tarihin derslerinden istifade etmek yerine tarihin bir sahnesini yeniden getirme etrafında yoğunlaştırdılar.
Bu bağlamda soruyoruz: Geçmişe dönmek mümkün mü? Mümkünse hangi geçmiş, dönmeyi hak ediyor? Özellikle de bu dönüşün kriteri toplumlarımızın kalkınma ve gelişim sorunlarıyla mücadele etmesine dayanıyorsa... Zaman ve mekân hareketinin modern anlamına hükmeden görecelik/izafet teorisine dayanarak geçmişe veya geleceğe yolculuk etmeyi engelleyen bir şey yok. Fakat bilim adamlarının çoğunluğu bunun mümkün olduğunda hemfikir olsalar da gerçekleşmesi uzak bir ihtimaldir. Hatta geçmişe dönerek tarihin pratik sürecini etkileyen bir şeyleri ve dolayısıyla halihazırdaki tabloyu değiştirebilsek dahi bu mümkün değildir. Bu yüzden bizler içerdiği olumsuz ve olumlu yönlerle, fırsat ve sorunlarla şu ana mahkûmuz. İlerlemenin tek verisi ve geleceğin treninin geçeceği tek istasyon şu andır. Zira geçmişe dönüş, istasyonu veya treni değiştirmez.
Geçmişin başarılı modellerini isteyenlerin önündeki dikkat çekici ironi ve temel sorun, bütün bu modellerin Avrupa aydınlanma çağı öncesi çağlara ait olması. Yani bu modeller Rönesans sonrası çağ için uygun olmayan bilimsel, ekonomik-sosyal ilkeler ve kavramlara dayanıyor. Bu modellerin çoğunluğu aklın egemenliğine ve aklın ortaya çıkardığı yeni bilimsel buluşlara dayanan yeni düşünce metodolojisi karşısında çürüdü.
Türkiye'nin bugün geldiği nokta bilimsel-rasyonel düşüncenin egemenliğine dayanan modern uygarlık ilkeleri ve değerlerinin benimsenmesinin sonucudur. Bu ilke ve değerlerin gelişim düzeyi Osmanlı döneminde hakim olan kültürel-bilimsel-ekonomik manzumeden uzaklık boyutuyla ölçülmektedir. Arap dünyasında ekonomik ve sosyal kalkınma konularıyla ilgilenen herkes bu gerçeği idrak etmeli. Geçmişin şanlı nostaljisiyle gurur duyan Türkler de bu gerçeği unutmamalılar. Ekonomik ve sosyal kalkınma önem bakımından bütün konuların başında yer alır. Geri kalmışlık yenilgiye uğratılmadan başarı olmaz. Geri kalmışlık da ancak modern ve eksiksiz fikri-sosyal-ekonomik-idari manzume için temel oluşturan bilimsel temelle yenilgiye uğratılabilir. Lübnan gazetesi El Nehar, 13 Ağustos 2010
Kaynak: Zaman