İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Atina ziyaretinin hedefleri herkesin malumu: Atina’da Ankara’nın yerine İsrail nüfuzu oluşturmak ve Türkiye’ye baskı yapmak. Öncesinde de AKP’yi ve lideri Tayyip Erdoğan’ı şahsen karalamayı amaçlayan birçok hummalı girişimde bulunuldu. Son iddialardan biri, Erdoğan’ın epilepsi hastalığına yakalandığı ve bu nedenle başbakanlık makamında kalmaya uygun olmadığı yönündeydi. Birçok İsrail gazetesi geçtiğimiz günlerde bu konuya yoğunlaştı.
Financial Times da, ABD Başkanı Baracak Obama’nın Erdoğan’ı iki ülke arasındaki silah anlaşmasını durdurmakta tehdit ettiğini yazıyordu. Gazeteye göre, Obama Kanada’daki G-20 zirvesinde de Erdoğan’ı, Türkiye’nin İsrail’e yönelik tutumları, BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yaptırım dayatılması kararına karşı oy kullanması ve Özgürlük Filosu katliamı sonrası sergilediği tutumdan dolayı azarlamış.
Ermeni meselesi, Irak ve Sırplar...
ABD yönetiminin elinde doğal olarak birçok baskı aracı var. Bunların belki de en önemlileri Ermeni dosyası ve birçok Kongre üyesinin bu konuyu ele almak istemesi. Bu mesele, Erdoğan’ın Washington’daki Türkiye büyükelçisini çekme tehditlerinin ardından rafa kaldırılmıştı. Ayrıca Kuzey Irak’taki Kürt dosyası da ABD ve İsrail’in elinde bulunan güçlü bir baskı kartı. İsrail’in Irak’taki özerk Kürt yönetimindeki nüfuzunun arttığı bir sır değil. Bu bölgedeki Amerikan nüfuzu da, iki ülkenin Ankara’ya baskı yapmasına ve Türkiye’deki Kürt sorununu olumsuz etkilemesine imkân tanıyor. ABD ve İsrail, Bosna sorunu kanalıyla bile bütün baskı kartlarını seferber etmeye çalışıyor. Bosna Sırp Cumhuriyeti Başbakanı Milorad Dodik’in Tel Aviv’ ziyaret etmesi ve Türkiye’nin Bosna sorunu konusundaki yaklaşımını sertçe eleştirmesi tesadüfi değil.
Erdoğan ve AKP’nin bu baskılarla toplu halde mücadele etmesinin zor olduğu doğru. Söz konusu baskı, Türkiye’nin büyük sorunlarıyla, yani ordu ve laik partilerle AKP arasında dönen gizli çekişmeyle aynı zamana denk gelmiş durumda. Bazı siyasi gözlemcilere göre, Türkiye dışişleri bakanıyla İsrailli bir bakan arasında yapılan ve İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın itirazlarına rağmen bizzat İsrail’in ve Netanyahu’nun su yüzüne çıkardığı gizli Brüksel toplantısından bu yana, Ankara Washington’ın talebine olumlu karşılık vermeye başladı. Türkiye’nin İsrail konusundaki siyasi söyleminin yumuşaması ve Tel Aviv’in de Özgürlük Filosu katliamı için uluslararası soruşturma komisyonu kurulması yönündeki Türk talebini kabul etmesi bunun kanıtı. Fakat İsrail operasyona katılan asker ve subayların komisyona ifade vermeleri için çağrılmamasını şart koştu.
Taktik değişse de içerik değişmez
Diğer yandan, baskılar Türk yönetiminin siyasi taktiğini etkileyebilir, ancak bu siyasetin özünü ve içeriğini mutlak şekilde değiştirmez. Bunun önemli sebepleri şunlar: Öncelikle, AKP’nin bütün sorunlara ve özellikle İsrail’e karşı aldığı siyasi tutumlar, Türkiye-İsrail ilişkilerinin önceki haline dönmesini istemeyen Türk halkının genel eğilimini yansıtıyor. İkinci sebep Ermeni dosyasıyla ilgili. Türkiye’yle Ermenistan’ı birbirine bağlayan ilişkiler var ve ülke yetkilileri karşılıklı ziyaretlerde bulunuyor. Bu ilişkilerin geçmişin anlaşmazlıklarını çözmeyeceği doğru, ancak ilişkilerin gelişmesini garanti eden bazı temeller inşa edildi.
Türk-Yunan ilişkileri dosyası da aynı bağlamda değerlendirilebilir: İki ülke yetkililerin karşılıklı ziyaretleri, Ankara’nın mali krizde Yunanistan’ın yanında durması ve iki ülke arasında bir dizi anlaşmanın varlığı ilişkilerin geliştirilmesinin garantisi.
AKP’nin İslamcı eğilimi de etkili
Üçüncüsü, Erdoğan ve AKP ordunun siyasi iktidara müdahalesini sona erdirebildi. Bu yöndeki adımlar birçok ileri gelen subayın darbe komplosu kurma suçlamasıyla yargılanması yolunda atılıyor. Dördüncüsü, Türkiye’nin ABD ve İsrail politikası, bölge ülkelerinin yanı sıra Arap ve Avrupalı komşuları bağlamında ortaya koyduğu siyasi duruşun bir parçası. Bu politikadaki herhangi bir aksaklık diğer politikalarda bozulmalara yol açacaktır. Bu da Türkiye’nin siyasi denklemlerini alaşağı edecek ve AKP’nin halk desteğinin azalmasına yol açacaktır ki, parti bunu istemiyor.
Beşincisi, AKP’nin açılımlarına ve köktencilikten uzaklaşmasına rağmen İslamcı eğilimli olduğunu da unutmamalıyız. Bu sebeplerden ötürü, Türkiye’nin dış siyasetinde devrimsel bir dönüşüm yaşanması beklenmiyor. (Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi Haliç, 23 Ağustos 2010)
Kaynak: Radikal