Arap devletleriyle artan ekonomik ve güvenlik ilişkileri, Türkiye'nin 2002 yılında AK Parti'nin iktidara gelmesinden bu yana Arap Ortadoğusu'yla yakınlaşma çabalarının tamamlayıcı hayati unsurlarıdır. Bu çabalar, kendisini bölgeye adayan ve bölgedeki artan rolünden emin bir Türkiye'ye işaret eder ancak Ankara'nın Araplara karşı yaklaşımı bölgesel engellerle karşı karşıyadır ve evvelce var olan egemen dış politika imtiyazlarının kısıtlamalarına mâruzdur.

İktisâdi ve ticari bağlar

Türkiye, Arap dünyasıyla serbest ticaret anlaşmalarına varmak için bastırdı; Suriye, Fas ve Filistin Otoritesiyle 2004'te; Tunus ve Mısır'la 2005'te; Ürdün'le 2009'da; Lübnan'la 2010'da serbest ticaret anlaşmaları imzaladı. Lübnan'la imzalanan anlaşma – ülke meclisince henüz onaylanmadı – iki ülke arasındaki ticarete tedricen serbestlik getirecek, Lübnan'ın savunmasız tarım sektörünü koruyacak. Lübnan Ekonomi ve Ticaret bakanlığının verilerine göre Lübnan Türkiye'den (çoğu petrol ürünleri ve hammadde olmak üzere) 698 milyon dolarlık ithalat ve (başta hurda demir ve hammadde olmak üzere) 206 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirdi.

Suriye 2004 yılında imzaladığı anlaşmadan bu yana Türkiye ile arasındaki hassaten güçlü bağlardan yarar gördü. Husûmet ve su kaynakları üzerindeki ihtilaflarla geçen onca yıllara rağmen, Ankara'yla gelişen ilişkileri Şam'a daha rahat bir bölgesel rol oynama imkânı verdi. Bu ilişkiler, Amerika'nın Suriye'ye uyguladığı siyasi tecride karşı koymaya ve Suriye'nin İran'la ittifakını dengelemeye yardım etti, ki Akdeniz'de İran nüfuzunu kontrol aracı olarak Türkiye'nin teşvik ettiği bir temayüldür.
Aynı zamanda, Lübnan ve Suriye güçlü Türk ekonomisiyle bağları geliştirme noktasında bazı çekincelerini koruyorlar. Körfez ülkelerinin aksine, Lübnan ve Suriye rantçı devletler değiller ve rekabetçi üstünlüklerinin olmayışından kaygılansalar yeridir. Suriye'nin Türkiye'yle ilişkilerinin gerçek değeri uluslararası tecridi kırmasında yatarken, Lübnan'ın böyle bir zorunluluğu yok ve bu ilişkileri ekonomik meziyetleri bakımından değerlendirmelidir. Lübnan son on yılda mal ihracından ziyâde hizmet ihracında başarı kaydetti ve gümrük târifelerini kaldırmanın gelecekte Lübnanlı üreticiler üzerinde nasıl bir etkisinin olacağı belli değil.

S. Arabistan'ın liderlik ettiği Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) İran'ın Akdeniz ve Körfez bölgesindeki nüfuzunu dengelemek amacıyla Türkiye'nin daha iddialı bir ekonomik ve güvenlik rolü oynamasına destek vermektedir. KİK yatırımcıları Türkiye'nin gayrimenkul piyasasına, bankacılık, sağlık, eğitim ve iletişim sektörüne milyarlarca dolarlık yatırım yaptılar. Türkiye'deki Körfez yatırımları 2003'teki önemsemeye bile değmez bir düzeyden yükselişe geçerek 2008'de 2 milyar dolara çıktı; ticaret ise 1998'de yaklaşık 2 milyar dolarken 2009'da 8 milyar dolara tırmandı.

Türkiye-KİK ticaret ve yatırımı daha yerleşik modellerle kıyaslandığında sınırlı kalmıştır. AB'nin Türkiye'yle ticareti 2009 itibariyle KİK ile olan ticaret hacminden tam 14 kat daha büyük ki Türkiye'nin 2009 yılı toplam ticari hacminin yüzde 40'ına tekabül etmektedir. KİK, ABD'yi başlıca ticari ortak olarak tanıdığını ifade ediyor. ABD Ticaret Bakanlığı'nın verilerine göre ABD'nin 2009 yılında Körfez ülkelerine gerçekleştirdiği ihracat 29 milyar doları buldu (2003'e göre üç kat bir artış söz konusudur); KİK'nin ABD'ye ihracatı ise 29 milyar oldu.

Dahası, yıllarca süren görüşmelere rağmen Türkiye ve KİK, ticaret anlaşmasına varamadılar. 2009 yılında Körfez'de gayrimenkul piyasalarındaki krizin ardından KİK ülkeleri, bölgesel ekonomik korumacılığa yaslandılar; mevcut durumda, Türkiye'nin ucuz hammaddelerine (özellikle demir ve çeliğe) ve diğer mallara karşı koruma uyguluyorlar.

Askeri ilişkiler

Türkiye ve Arap dünyası arasında askeri işbirliği de arttı fakat şimdiye değin sınırlı sayıda somut sonuçlar alınmıştır. Türkiye ve Kuveyt, askeri işbirliğinin artışına hukuki bir çerçeve kazandırmak amacıyla 2009 ortasında askeri işbirliği anlaşması imzaladı. S. Arabistan ve Türkiye 2010 Mayıs ayında eğitim, bilimsel araştırma ve teknolojik gelişim başlıkları altında bir askeri işbirliği anlaşması imzaladı. S. Arabistan ve Türkiye arasındaki bir diğer işbirliği alanı, Amerikan malı yüzlerce M113 zırhlı personel taşıyıcısının FNSS adlı Türk şirketi tarafından modernizasyonunu kapsıyor.
Akdeniz'de, Türkiye'yle artan askeri işbirliğinden Suriye de yararlandı; kuzeydeki komşusuyla 2010 sonlarında ortak askeri tatbikat düzenledi ki Suriye'nin tahkim ettiği bölgesel konumuna ve stratejik derinliğine işaret eden bir araç olarak havasını attığı bir işbirliği gösterisiydi. Ürdün, 17 adet Amerikan malı F-16/AM/BM çok-amaçlı savaş uçağının yenilenmesi işini TAI adlı Türk şirketine verdi.
Türkiye'nin bölgedeki güvenlik rolü üzerinde özellikle de önceden yapılmış hâkim Amerikan güvenlik anlaşmalarından mütevellit kayda değer sınırlar bulunuyor. Amerika'nın sağladığı sistemleri ülkelerin nasıl kullanacağı ve modernize edeceği hususundaki kısıtlamalar göstermektedir ki Türkiye'nin Ürdün ve S. Arabistan'a ait askeri araçları modernize etme çabaları, Washington'ın onayı ve zımni muvafakatı olmaksızın mümkün olamazdı. Ankara'nın Arap devletleriyle düzenlediği ortak askeri tatbikatlar da Amerika'yı pek fazla rahatsız etmeyecek şekilde dikkat çekmeme siyasetine uygun ölçekte icra ediliyor; örneğin Suriye'yle ortak operasyonların sınırlı bir kapsamı olmuş ve anlamlı askeri varlıklar veya seçkin birlikler seferber edilmemiştir.

Türkiye'nin evvelce yaptığı taahhütler ve egemen imtiyazlar da Arap dünyasındaki güvenlik rolünü artırma çabasıyla anlaşmazlık halindedir. Ankara bugün ve gelecekte milyarlarca dolarlık askeri satış anlaşmalarını göz ardı edemez ve nitekim Tel Aviv'le ilişkilerine hâkim olan gerilimi yatıştırma niyetinde olduğunun işaretlerini hâlihazırda vermiştir. Ankara'nın Tahran'la sıcak ilişkileri, Körfez ülkelerinin İran nükleer programını ve hegemonik emellerini bölgedeki Arap ülkelerine açık bir tehdit olarak değerlendiren hâkim görüşleriyle de bağdaşmaz.

Kısacası Türkiye, Ortadoğu dengesine dâhil olan en son ve belki de en önemli ilavedir fakat bölgede kesin bir mevkiyi henüz teminat altına almış değil ve gerçek gücü testten geçmedi. Arap devletleri şimdilik Türkiye'yle ekonomik ve askeri ilişkilerini İran, İsrail ve ABD'yi dengelemek için kullanıyorlar ama gene de Türkiye'nin "yeni-Osmanlı" temayülleri hakkında endişe beslemeyi de sürdürüyorlar.
Yazar hakkında: CSIS araştırmacısı.


Kaynak: Carnegie Vakfı – Arab Reform Bulletin
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın