Almanya seçimleri birçok bakımdan ilginç sonuçlar içerdiği gibi, sadece iktidar açısından değil, genel olarak önemli politik kaymalara işaret ediyor.

Türkiye açısından Hıristiyan Demokrat ve Liberallerden oluşacak yeni hükümet sürmekte olan politikada köklü değişimlere gitmese de, üyelik sürecinde ve müzakerelerde Berlin'de hava biraz daha soğuk esecek. Türkiye'nin üyeliğine Berlin'den "şimdilik" destek yok şeklinde yorumlanabilecek bu seçim sonuçlarının Türkiye açısından önemini anlayabilmek için son seçimlerde Almanya'da gerçekleşen politik dönüşüm ve gelişmelere biraz yakından bakmakta yarar var.

Yeni hükümet çoğunluğunun gerçekleşmesinde iki önemli etken belirleyici olmuştur. Birinci etken muhafazakâr Hıristiyan Demokratlar % 33,8 oy oranı ve sınırlı oy kaybı ile büyük "halk partisi" olarak varlıklarını korurken, Liberaller Almanya tarihinde en büyük başarılarına imza atmış, % 14,6 oy oranı ile yeni koalisyonun gerçekleşmesinde temel kaymayı gerçekleştirmiştir. Madalyonun öbür yüzünde ise son yıllarda % 20'lere varan oy kaybı ile Sosyal Demokratların tarihî bir seçim yenilgisine imza atmış olması yer almaktadır. Sol Parti'nin önemli, Yeşillerin sınırlı diyebileceğimiz oy artışı SPD'nin oy kaybını teorik bir Sol-Sol-Yeşiller koalisyonu için bile dengeleyememiştir.

KOHL DÖNEMİNDEKİ GİBİ TÜRKİYE TARTIŞMALARI YOK

İlk ve en önemli politik kayma Hıristiyan Demokratlar ile Sosyal Demokratlar arasında olmuş, giderek birbirine benzeyen ve merkez oylarına oynayan bu iki partiden CDU koalisyon ortağı SPD'den aldığı bir milyona yakın oy ile oy kaybını sınırlı tutabilmiştir. Yüzde 30'ların üzerinde oy oranı ile CDU Almanya'nın artık tek kitle partisidir diyebiliriz. Buna rağmen bir zamanların tek başına iktidar partisi ve % 50'lere, bazı eyaletlerde % 60'ların üzerinde oy oranına sahip değil artık CDU. AK Parti gibi tek başına iktidar olmak bir yana FDP ile iktidarı yakalamak bile büyük başarı sayılıyor artık. Liberallerin olağanüstü seçim başarısı ile çoğunluğu yakalayan CDU'nun gelecek seçimlerde benzer bir performans göstermesi için özellikle ekonomide ve sosyal politikada başarılı olması gerekmektedir.

Sosyal Demokratlar'ın %44'lerden %23'lere varan erimesi 11 yıldır iktidarda olmaları yanında, birçok acı sosyal reforma imza atış olmalarından kaynaklanıyordur şüphesiz. Fakat ikinci önemli etken, Almanya siyasî parti yelpazesinin üç partili bir sistemden beş partili bir sisteme dönüşmesi SPD'nin oy kaybında önemli etken olmuştur. Bu partinin oy tabanına oynayan Yeşillerden sonra özellikle sendikaların desteğini bulan yeni bir sol partinin % 11,9 gibi önemli seçim başarısı SPD'nin yenilgisini beraberinde getirmiştir. SPD bir bakıma 'sol'da bu parti ile merkezde CDU arasında erimiştir diyebiliriz. Sorun Avrupa'da genel olarak sosyal demokrat ve sol hareketin toplumsal tabanının erimesinden de kaynaklanmaktadır. Endüstri toplumunun ve işçi hareketinin partisi olarak 19 yy'ın ikinci yarısında doğan bu partinin tabanı Avrupa'da hizmet sektörünün etkinlik kazanması ile giderek erimektedir.

Seçmenin yine muhalefet görevi verdiği Sol Parti (%11,9) ile Yeşillerin (%10,7) seçim başarışı sınırlı kalmıştır. Sol partinin değil, özellikle Yeşillerin tartışacağı önemli sorulardan biri, %30'lara varan oy kayması yaşayan Almanya'da neden göç eden seçmenin sadece %2 gibi dar bir kesimi bu partinin kapısını çalmış görünüyor? Fransa'da Cohn-Bendit'in önderliğinde %16,2 gibi bir başarı Almanya'da neden mümkün olmamıştır, sorusu derinlemesine tartışılacaktır herhalde. Yeşillerin en önemli başarısı sayabileceğimiz, genel olarak toplumu ve diğer partileri çevre konusunda hassas kılmış olması ve çevre meselesinin diğer partiler tarafından da kampanya konusu yapılması etken olsa da, Yeşillerin Liberaller veya Sol Parti gibi başarılı olamamaları şüphesiz tartışılacak önemli bir sorudur. AB ile müzakerelerin kapısını aralayan Helsinki sürecini başlatan SPD yanında Yeşillerin iktidardan uzaklaşması Türkiye politikası açısından oldukça olumsuz bir gelişmedir diyebiliriz. Bu yüzden yeni koalisyonun hükümet programını dikkatli okumak gerekecektir.

Yeni hükümetin Türkiye politikasını irdelemek için seçim programlarına biraz yakından bakmakta yarar var. Hem Hıristiyan Demokratlar, hem Liberaller AB'nin genişlemesine şimdilik sıcak bakmıyorlar. Bu iki parti için de öncelik, AB'nin iç reformlarını derinleştirip yeni üye 12 ülkenin entegrasyonudur. İki parti de yeni genişlemede aday ülkelerin Kopenhag Kriterleri'ni eksiksiz yerine getirmeleri gerektiğine vurgu yaparken, "üyeliğin otomatik bir süreç olmadığına" ve AB'nin entegrasyon kapasitesine de vurgu yapmaktadır. Türkiye'nin üyelik için hazır olmadığını söyleyen bu iki parti arasındaki tek fark, CDU "imtiyazlı ortaklık" fikrini savunurken, FDP sadece müzakerelerin önünün açık tutulmasına vurgu yapmasıdır. Fotoğrafta görüldüğü gibi[1] 2004 Avrupa Parlamentosu oylamasında Yeşillerle birlikte "AB-Türkiye Evet" pankartları asan ve Türkiye ile müzakerelerin başlamasını destekleyen Almanya Liberallerinin Türkiye politikasını tekrar gözden geçirmesi ve sürmekte olan müzakereleri desteklemeleri muhtemel bir beklentidir. Başbakan Merkel'in Sarkozy çizgisine belki yeni dışişleri bakanı Westerwelle'yi gerekçe göstererek uzak durması büyük ihtimaldir. Özellikle Liberallerin "Atlantikçi" olmaları ve Obama'nın Türkiye politikasını yakından izlemeleri, Almanya'nın sürmekte olan "dengeli" politikasında büyük kaymalar yaşanmamasını beraberinde getirecektir. Bu yüzden hükümet programını dikkatli okumak "imtiyazlı ortaklık" teriminin Türkiye için hükümet programına girip girmeyeceğine dikkat etmek gerekecektir.

BÜTÜN KAYGILARA RAĞMEN GENEL SÜREÇ OLUMLU

Seçim sonuçlarının en olumsuz sonucu özünde muhtemel negatif bir gelişme değil, SPD ve Yeşillerin iktidarı ile yaşadığımız Türkiye'nin üyeliğine olumlu bakan ve önemli destek teşkil edebilecek bir koalisyonun iktidara gelmemesidir. Bilindiği gibi Türkiye'ye AB ile müzakerelerin önünü açan politikacılar Schröder ile Fischer olmuş, Almanya'nın kararlı desteği ile birçok engel aşılabilmiştir. Berlin'den yeni koalisyon ile böyle olumlu sıcak bir rüzgâr ne yazık ki esmemektedir, havanın pek soğumayacağı beklense de. Almanya, Türkiye'nin AB sürecinde belirleyici bir konumdadır. Bu yüzden yeni hükümet Türkiye politikasında yeni bir tavır sergilemese de Türkiye karşıtlarını cesaretlendireceğini düşünmek yanlış olmaz.

Bütün bu haklı kaygılara rağmen Almanya'da gözlemlediğimiz politik dönüşüm genel olarak olumlu bir süreç teşkil etmektedir. Türkiye'nin ve Türklerin seçim malzemesi yapılmaması, seçmenin aşırı sağ partilere itibar etmemesi seçimlerin Türkiye açısından en önemli verisidir. Türkiye artık Almanya'da Helmut Kohl döneminde veya bugün Sarkozy'nin Fransa'sında olduğu gibi iç bir politik sorun değildir. Almanya'nın ekonomik ve uluslararası çıkarlarının Türkiye ile yakın ilişkiyi gerektirmekte olduğu göz önüne alınırsa, dört yıl sonra, belki daha erken Berlin'den sıcak havalar esebilir. Kim bilir.

ALİ YURTTAGÜL Avrupa Parlamentosu yeşiller Grubu Türkiye Danışmanı

Kaynak: Zaman