ABD Başkanı Barack Obama Türkiye ziyaretinde bu ülkenin AB'ye alınması çağrısında bulunurken, stratejik ve kültürel bir bamteline de parmak basmış oldu. Avrupa'daki çoğunluğun adına konuşan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ise cevap vermekte hiç gecikmedi: Türkiye günün birinde AB'yle imtiyazlı bir ilişkinin tadını çıkarabilirdi, fakat tam üyelik mevzu bahis olamazdı. Türkiye coğrafi ya da kültürel olarak Avrupalı değildi.

ABD'nin tutumuna yönelik yorumlar muhtelif ve çelişkili, fakat Avrupa içinde bu meseleye dair derin gerilimleri açığa vuruyorlar. Bazıları ABD'nin başlıca derdinin Hazar havzasındaki enerji rezervlerine ulaşımı garantiye almak olduğuna inanıyor; bazıları da Washington'ın Türkiye'nin Amerikan politikasına (NATO üzerinden) bağlılığını Avrupalı müttefikleri üzerinde baskı oluşturmak için kullandığından kuşku duyuyor. Türkiye'nin ekonomik, demografik ve kültürel değirmentaşını sırtına vurarak Avrupa'yı zayıflatma çabasından dem vuranlar da eksik değil.

Kıbrıs da üye olmasaydı...
Bu hipotezlerin hiçbiri büsbütün doğru veya yanlış değil. Bununla birlikte, Avrupa'nın kendi kimliği ve geleceğine dair süregiden sancılarını da açığa vuruyorlar. Bugün Türkiye meselesi Avrupa tartışmasının ön planında nadiren yer tutuyor, ancak hayaleti 'Avrupa kimliği', 'göç' ve 'Müslüman meselesi' gibi tartışmaların üzerinde dolaşıyor.

Giderek dar bir Avrupa görüşünün savunuculuğunu yapan siyasi partiler zemin kazanıyor. Bu partiler Avrupa tarihine yönelik sıkı sıkıya Yahudi-Hıristiyan bir perspektifi, İslam'a güvensizliği, baskıcı ve katı göç politikalarını, aşırı kalabalık ve fazla Müslüman olduğunu iddia ettikleri Türkiye'nin reddedilmesini teşvik ediyor. Avrupalılar korkar hale gelmiş durumda. Ekonomik kriz, mali istikrara ve kültürel homojenliğe tehdit gibi görülen 'yabancılara' ve 'göçmenlere' karşı daha fazla güvenlik ve alım gücünün korunması çağrılarını beraberinde getirdi. Bu perspektiften bakılan Türkiye meselesi AB içinde hem merkezci (dış tehditlere karşı 'omuz omuza' durma hissiyatı) hem de merkezkaç (ortak stratejik veya dış politika yönelimlerinin yokluğu) güçleri açığa vuruyor.

Türkiye'yi Avrupa tarihinin ve coğrafyasının dışına konumlandıran argümanlar analize dayanamıyor. Zira Osmanlı İmparatorluğu'nun dört asrı aşkın dönemi kıtayla siyasi ve stratejik bir geleceği paylaştı ve şekillendirdi. İmparatorluk, 19. ve 20. asırlarda 'Avrupa'nın hasta adamı' haline geldi. Bugün bile Türkiye'nin tarihsel ve ekonomik etkisi önemli.

Avrupa'nın sınırlarını ideolojik veya siyasi amaçlarla yeniden çizme girişimleri muhtemelen kimseyi kandıramayacak. Herkese aynı kriteri uygulayacak olsaydık, Kıbrıs Avrupa'nın parçası olamazdı. Bu tür yapay ayrımlar tarihi görmezden geliyor, tıpkı bizzat Avrupa toplumunun gerçeklerini görmezden geldiği gibi; bu kıtada ulusal kökenler, hatıralar ve kültürler uzun zaman önce tanışmış ve birbirine karışmış durumda. Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 40'ı Avrupa kökenli; milyonlarca Türk çoktandır bir Avrupa ülkenin nüfus cüzdanına sahip.

Avrupa'nın göçe ihtiyacı var
Gerçek meseleleri görmek için başka yerlere, gözlerimizi tam odağına dikerek bakmalıyız. Avrupalı liderlerin kültür ve din meselesine saplanıp kalmak yerine, ileriye bakan stratejik bir vizyon geliştirmeleri çok daha iyi olacaktır. İran, Suriye, Irak ve orta Asya'yla yakın bağları göz önüne alındığında Türkiye asla görmezden gelinemez. Bu ülkenin ekonomik ve askeri gücü, iyi komşuluk ilişkilerine ve Asya'yla Ortadoğu'da istikrara dayanan bir Avrupa politikasına entegre edilmeli.

Türkiye hükümeti son dönemde iki kez Washington'a boyun eğmeyi reddetti ve böylece bağımsız hareket etmek yönünde ciddi bir kapasitesi olduğunu gösterdi. Avrupa, bir yandan kendine ait özerk bir dış politika geliştirmeyi başaramazken, ABD'yi tek taraflı davranmakla suçlaması pek de mümkün değil. Avrupa'nın ortak bir ses üretmesi gerektiği yerde uyumsuz bir koro var. ABD, Çin ve Hindistan'ın Avrupa gücünden korkması için hiçbir neden yok. Bölünmüş, ortak bir politikadan yoksun olan Avrupa, sadece kendi aleyhinde çalışmayı beceriyor.

Bu arada Türkiye'yle Avrupa ülkeleri arasındaki ticari bağlar genişlemeye devam ediyor. 1990-2003 arasında Türkiye'nin Avrupa'dan ithalatı üçe, kıtaya ihracatıysa dörde katlandı. AB çapında bir ekonomi politikası çerçevesinde daha iyi ticaret yönetimi, bu bağları daha da güçlü ve daha rekabetçi kılmalı. Avrupa ülkeleri uzun vadede ciddi bir insangücü eksikliğiyle yüz yüze. AB içi yayınlarda yazan bazı uzmanlar, gelecek 20 yılda 15 milyon ilave işçiye ihtiyaç duyulacağını savunuyor. Avrupa'nın göçe ihtiyacı var. AB hem yasadışı hem de yasal göçmenleri suçlu sayan kısıtlayıcı göç politikaları kabul etmek yerine gerçekçi ve sorumlu bir düzenlemeye doğru adım atmalı. Bu anlamda Türkiye'nin insan kaynakları sayesinde güçlü bir müttefik olduğu görülecektir.

Kopenhag kriterleri yeterli
Avrupa ülkelerinin İslam korkularını aşmalarının, Türkiye'nin AB üyeliğini kültürel bir savaşın arenasına çevirmekten vazgeçmelerinin vaktidir. Üyeliğin tek kriteri 1993'te Kopenhag'da belirlenen kriterler olmalı; ve 2004 tarihli Avrupa Komisyonu raporu Türkiye'nin bu kriterleri karşılamaya çok yakın olduğunu zikretti. Avrupalı siyasetçiler, seçmenlerinin kısa vadeli dini ve kültürel korkularına cevap vermek için ülkelerinin uzun vadeli sosyo ekonomik ihtiyaçlarını görmezden gelmeye hazır. Milyonlarca kadın ve erkek zaten Avrupalı ve Müslüman; Türkiye'nin AB üyeliği yeni bir şey olmayacak ve hiçbir tehlike arz etmeyecektir. İslam fiilen bir Avrupa dinidir; Türkiye de kültürel, siyasi ve ekonomik olarak kıtanın geleceğinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Türkiye-AB ilişkilerine yönelik yeni bir vizyon geliştirecek, vatandaşlarına Türkiye'nin ekonomik gücü, coğrafyası ve 'Müslüman dünya'yla köprü oluşturan doğal konumu sayesinde Avrupa ve geleceği için büyük bir değer olduğunu anlatacak cesur Avrupalı siyasetçilere ihtiyacımız var.

Avrupalı devlet adamları tarihsel zorunluluğun AB'yi Türkiye'yle bağlanmaya mecbur bırakacağı ana kadar beklemek yerine, Türkiye'nin üyeliğine yol açan açık, mantıklı bir politika (siyasi ilkelere riayet edecek ve kültürel ve dinsel çeşitliliği tanıyacak bir politika) geliştirmek için elbirliğiyle çalışmalı.
Türkiye'yi AB'ye buyur etmek, Avrupa'nın bizzat kenti ilkeleriyle bağdaşması anlamına gelecektir. O ilkeler pratikte çok sık ihlal edilmektedir. (Rotterdam Üniversitesi'nde öğretim görevlisi, 6 Ağustos 2009)

Kaynak: Radikal