Almanya'nın Ludwigshafen kentinde pazar günü çıkan yangında ölen 9 Türk'ün acısı yürekleri dağlarken yapılan ilk incelemeler sonrasında yangının nasıl çıktığı ya da çıkartılıp çıkartılmadığı hususunda hâlâ ciddi bir ilerleme kaydedilemedi.
Gelin biz olayı iki farklı senaryo üzerinden değerlendirelim. Şayet bu olay kundaklama neticesinde vuku bulduysa bu veri ile bile Alman toplumunun genelinde ırkçılık artıyor kanısına varmamız çok yanlış olur. Bunu klasik bir itidal cümlesi olarak kullanıyorum. Bu gerçekten böyle. Alman medyası düşüncesizce göçmenler ve özellikle Müslümanlar üstüne akıl almaz derecede yanlı ve klişelerle dolu haberlerle gitmeye devam ediyor olabilir. Bu haberlerin hâlâ Alman halkında çok ciddi kredileri olduğunu sanan bazı hesap bilmez siyasilerin ise medyanın oluşturmaya çalıştığı bu "korku tünelinde" hız denemesine kalkıştıkları da doğrudur. Tüm bunlar bize çok büyük bir resmin sadece farklı kesitlerinden birkaç kare vermekten öteye gidemez.
İki hafta önce Almanya'nın Hessen eyaletinde vuku bulan seçimlerde de Hıristiyan Demokratlar ve aşırı sağcı partiler maalesef güzel bir sınav vermediler. Hessen eyaletinde iktidarda olan Hıristiyan Birlik Partileri lideri Roland Koch, yarışın Sosyal Demokratlarla başa baş gittiğini görünce göçmenler üzerinden siyaset yapmaya başladı. Göçmen çocukların suça meyilli eğitim kamplarında toplanıp, adam edilmesini savunan Roland Koch, bulanık suda balık avlamaya çalıştı. Aynı Koch, Sosyal Demokratların kalesi olan Hessen eyaleti seçimlerini yıllar önce çifte vatandaşlık yasalarına karşı çıkarak, partililerine bu yasaya karşı kapı kapı gezdirtip imza toplatarak ve iki toplum arasına ayrılık tohumları dökmek sureti ile kazanmıştı.
Türkler üzerinden siyaset yapanların yanı sıra Türkiye üzerinden siyaset yaparak oy avcılığına kalkışan hesap bilmez Avrupalı siyasiler de var. Ben Avrupalı siyasilere şunu söylüyorum: Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğine karşı çıkmak gibi bir hakkınız var. Lakin hemen hepiniz Türkiye'nin AB standartlarında bir ülke olmasını arzuladığınızı ve Türkiye ile imtiyazlı ortaklık yapılmasını ifade ediyorsunuz. Bu masum sayılabilecek iddianızda bile ciddi ve tutarlı değilsiniz. Türkiye'nin AB'ye üyeliğine karşı çıkan ülkeler 10 sene sonra konuyu halk referandumuna götüreceklerini zaten deklare ettiler. Tabii Türkiye de referanduma gidecek. Dolayısı ile Türkiye'nin tam üyeliğine karşı çıkanların bu konuyu bugün hemen her seçimde dillendirmelerinin ve iç politika malzemesi olarak kullanmalarının hiçbir anlamı ve geçerli sebebi yok. İşte bu, ikiyüzlülük. İşte Türkiye'deki AB karşıtlığının artmasındaki en büyük etken bu. Samimi olmayanları halkımız artık çok net bir şekilde tespit edebiliyor.
Her Alman Nazi, her Müslüman Bin Ladin!
Lakin Alman halkı, özellikle de genç kuşak, artık göçmenler ve Müslümanlar üzerinden korkutulmaktan bıkmış görünüyor. Bu tür seçim propagandaları yaşlı (55 yaş üstü) Almanlar üzerinde kısmen etkili olsa da genç kuşakta tam tersi bir etki bırakıyor. Yaklaşık iki sene önce Berlin eyaletinde de Hıristiyan Demokratlar Rütli Schule adında bir ortaokulda yaramaz birkaç göçmen küçük öğrencinin üzerinden seçim propagandası hazırlamış; ama bunda da başarısız olmuşlardı. En nihayetinde geçen hafta alınan Hessen hezimeti sonrasında Hıristiyan Birlik Partileri akil siyasileri bir araya gelerek parti içinde entegrasyon politikaları üzerinden propaganda yapılmasının yasaklanmasını istediler. Bunlar çok olumlu gelişmeler. Bu olumlu gelişmeleri daha güzel noktalara taşımanın yolu biraz da Türk toplumunun elinde. Almanya'da yaşayan Türk toplumu kendileri için olumlu işler yapmaya çalışan siyasi, devlet adamı ve sivil toplum örgütleri ile diyalog halinde olmalılar. Türk ve Müslüman toplumu için güzel şeyler yapmayı amaçlayan Almanların en büyük eksikliğinin muhatap bulamama sorunu olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Sosyal, siyasi ve ekonomik hayatta bir göçmenin varoluş mücadelesi vermesinin bir Alman'a göre daha zor olduğunu herkes kabul ediyor. Türk toplumu yılmadan, 'bazı dezavantajları nasıl avantaja dönüştürebilirim'in hesaplarını yaparak Almanlarla daha iç içe bir sosyal hayat planlamalılar.
Gelelim senaryonun ikinci kısmına. Ya bu yangın kundaklama değilse? Alman ve Türk medyası iki ülke arasındaki olayları abartıp, sorup soruşturmadan alabildiğine popülist ve çalakalem kıvamında yorum yapmaya bayılıyorlar. İngiliz gencine musallat olup Türkiye'de hapse düşen Marco hakkında çıkan masumane haberler neticesinde ülkesinde neredeyse milli kahraman ilan edilebiliyor. Türk hukuk sistemini araştırmadan yapılan yanlı ve abartılı haberler Almanya'da çok büyük bir kamuoyu oluşturdu. Basının rüzgârını arkasına alan Alman İçişleri Bakanı Wolfgang Schaeuble, "Marco'yu bir an önce bırakmazsanız AB'yi hayalinizde görebilirsiniz." ifadelerini bile kullanabiliyor.
Marco olayında Alman medyasının verdiği bu trajikomik imtihanı şimdilerde bizim medyamız veriyor. Samanyolu Avrupa Haber'e konuk olan ve Ludwigshafen yangınında bebeğini, camdan atarak kurtaran baba Kaplan "Durun bakalım! İtidalli olmak lazım, olayın içinde başka işler de olabilir." derken, daha yangının külleri kaldırılmadan Türk medyasının çok büyük bir kesimi Almanları yabancı düşmanı ve Nazi olmakla suçladı. Bu yanlış mantığı Avrupa'da yasayan Müslümanlar 11 Eylül sonrası her sakallıya yapılan Bin Ladin muamelesinden çok iyi tanıyor. Alman medya organları da Ludwigshafen yangınında çok başarılı bir sınavdan geçmediler. Büyük tirajlı gazetelerin bir kısmı dokuz kişinin can verdiği yangında haberi "Türkler yeterli görmediği itfaiyecileri tartakladı" manşeti ile görerek acı çeken bir topluma, yanan dokuz Türk, tartaklanan bir Alman itfaiyeci mukayesesini yaptırdı.
Genel klişeler, tarihî önyargılar gölgesinde yapılan haberler ve sansasyon. İki ülke arasındaki dostluğun ve ilişkilerin kaldıramayacağı zehirli iksirler. Velev ki Ludwigshafen'de vuku bulan bu çok acı olayı aşırı sağcılar yapmış olsa bile tüm Almanya'yı 'Nazi' manşetleri ile rencide etmek kime hizmet edebilir? Aynı sırayı paylaşan Türk ve Alman öğrenciye mi? Ortak yatırımları milyarlarca Euro'ya ulaşan Türk-Alman şirketlerine mi? Yoksa binlerce Türk ve Alman çiftten oluşan evliliklere ve onların çocuklarına mı? Alman ve Türk medya organları birbirlerini ve karşılıklı olarak ülkelerimizi tanıma adına ortak gezilerle buluşturulup daha itidalli ve gerçekçi hareket etmeleri için farklı süzgeçlerden geçirilmeleri gerekiyor. Masa başında önyargıları ile ekip, agresif tavırları ile suladıkları ısırgan otu haberlerinden ancak bu şekilde kurtulabilirler. Türkiye Almanya için, Almanya Türkiye için herhangi bir ülke konumunda değildir. Siyasiler de, medya da, sivil toplum örgütleri de bu gerçeğe göre hareket etmek zorundadır.
Kaynak: Zaman