Türk solu olanca iddialarına rağmen bu ülkede bir türlü gerçek bir taban bulamadı. Sosyalist sol gelenek kadro ve taban olarak karşı çıktığı düzenin seçkinler çevresiyle sınırlı kaldı uzun süre. Sınıfsal olarak elitist hüviyeti hep baskın oldu. Toplumsallaşma denemelerini de sekter bir söylem üzerinden gerçekleştirmeye çalıştı. Özelikle 70 yıllara gelindiğinde, sınıf bilinci adına yığınlaşma çabaları ile devrimci kalkışma denemeleri güdük kalacak, terörle malül hale gelecektir.
Toplumsallaşamamak bir yana, yarım kalmış devrimci ayaklanma stratejisi bir gençlik hülyası olarak o dönemi yaşammış sosyalistlerin içinde bir ukdedir. Okul kantinlerinde kurulan devrimci halk ayaklanması, Latin Amerika'dan devşirilmiş gerilla teorileri ancak 12 Mart Cuntası'nın soğuk yüzüyle karşılaştıklarında test edebildiler. 12 Eylül'e varan süreçte daha kitlesel olsa da tüm güçleri hiçbir zaman ne kır gerillasıyla şehirleri düşürmeye, ne de işçi sınıfının devrimci bilinci, devrim yapmaya yetmeyecektir. Tüm kötülüklerin ve beceriksizliklerin adresini kontrgerilla ile açıklayan yetersizlik; 12 Eylül'e giden süreçte devrimci sol aydınlar,12 Eylül ihtilal ateşine odun taşır bulacaklardır kendilerini... Bu nedenle sol gelenek içinde "nerede hata yaptık" türünden özeleştiri ile başlayan önemli kısmının itirafçılığa dönüşen geçmişe ait yaşanmışlıkları, olanca acılarına rağmen buruk bir hayal kırıklığıdır.
Bugünlerde sol entelijansiyanın Kürt sorunuyla sorunlu ilişkisi bir yana PKK ile kurdukları empatiyi aşan dayanışma söyleminin bu ergenlik hayali ile yakından alakalı olduğunu düşünüyorum. Oya Baydar ve Melek Ulugay'ın birlikte yazdıkları "Bir Dönem İki Kadın" kitabı bu dönemin insani boyutunu sergilemesi açısından çok çarpıcı gelmiştir bana. Olanca idealizmi içinde romantik devrim düşleri kuran iki kadının hikâyesi. Kitabı okudukça en çıplak haliyle "insan" a dokunduğunuzu hissediyorsunuz. Solun içindeki tartışmalar, ilişkiler bir yana dönemin psikolojisini vermesi açısından herkesin kendinden bir parça bulabileceği bir gerçekliği dile getiriyor.
Konuya ilişkin bahse değer olan husus, özellikle Ulugay'ın, o zamandan, gerçek bir halk hareketi olacaksa bunun doğuda Kürt ve Aleviler arasından çıkacağına inanmış olmasıdır. Etiler'de kurulan devrim düşlerinin naifliğini kısa süre kaldığı güneydoğuda anlayacak, düşlediği devrimin ancak burada mümkün olacağını düşünmeye başlayacaktır.
Şimdilerde, Türk solunun Kürt sorununa yaklaşımında bir tür ergenlik özlemlerinin belirleyici bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Ak Parti eleştirilerine rağmen gerçekleştirilen neoliberal politikalar ve bunun geçici de olsa sağladığı rehavet karşısında itiraz edemeyen bir sol ve sosyalist düşünceden bahsediyoruz. Türkiye'de sol adına kalem oynatanların kaçı küresel kapitalizmin ve neoliberal politikaların bu memlekette hüküm ferma olmasından gerçek anlamda rahatsız? Ya da muhalif oldukları iktidarın nimetlerini kaç kişi reddetmeyi göze alabilmektedir? Daha önemlisi alternatif olarak gerçek bir itiraz yükseltme ve bunun toplumsal karşılığını bulma şansları ne kadar vardır?
Tüm bunlara olumlu cevap verilebildiği söylenemez. AKP eliyle gerçekleştirilen ekonomik politikalara da, post Kemalist döneme ilişkin temel eleştiri getirebilme mecali kalmadı. Post Kemalist dönem dair gelecekse gerçek eleştiri İslamcı kesimden gelmek zorunda olduğunun da pek çok kesim farkında.
Bu yetersizlik karşısında gerçekçi siyaseti, Kürt siyasetine kapak atmakta bulan aydınların durumunu anlayabiliriz. Ancak daha temel sorun Kürtler üzerinden toplumsallaşma, yahut Kürt siyasetinin kazandığı mevzileri tahkim ederek eksik kalan sol söylemi tahkim etme stratejisi de anlaşılabilir bir durum.
Sorunlu olan husus, Kürt siyasetine eklemlenen enterlijansıyanın aynı zamanda PKK ile de flört ediyor olmasıdır. PKK'nın feodal toplum ilişkilerini dağıtması daha ileri seküler, modern bir toplum evresine geçilmede öncülük ettiği söyleminin ciddiye alınacak bir yanı yok. Zira devlet içindeki Kemalist seçkinler, statüko da bu noktada PKK ile gizli bir fikirdaşlık içinde değiller mi?
PKK ile kurulan bu meşrulaştırıcı ilişkinin, sempati halesinin 70'lerde yarım kalan silahlı devrim romantizminden bağımsız olmasa gerek. Silahlı devrim çağında uykuya dalanların gördükleri rüyanın gerçek hayatta karşılarına çıkmasıdır. Bir tür ilk gençlik macerası gibidir PKK ilişkisi, gecikmiş bir ergenlik hevesini gerçek kılma, kendini gerçekleştirme çabasına benziyor. DEVAMI>>>