İslamcı AKP'ye öfkelerini gösterilerle dile getiren Türk laikler, akıl ve kalbin sadece kıyafetle değiştirilemeyeceğini anlamıyor.

Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığını çekmesiyle Türkiye'de laiklerle İslamcılar arasındaki çekişmenin bir safhası kapanmış görünüyor. Ancak Atatürk cumhuriyetinin kurulmasından günümüze kadar Türkiye'nin Doğu'yla Batı arasındaki kararsızlığı ve bölünmüşlüğü çerçevesinde iki taraf arasında yaşanan anlaşmazlık ortadan kalkmadı.

Laikler ilk turu kazandı ve Gül'ün eşinin laikliğe tehdit olarak gördükleri başörtüsü sebebiyle, İslamcıları cumhurbaşkanlığına kendi temsilcilerinden birini getirmekten geri adım atmaya mecbur bıraktılar. Laik değerlerin savunulması için de, bir milyondan fazla insan gösteri yapmaya çağırıldı. Sanki bir metre kumaştan yapılmış başörtüsü, cumhurbaşkanlığı köşkünü ulusalcıların başına yıkabilecek nükleer bir bomba.

Değişim reddedilemez

Fakat laikler, cumhurbaşkanlığı konusunda 'yenilmeleri' nedeniyle İslamcıların varlıklarının ortadan kalkacağını sanıyorlarsa yanılıyorlar. Üstelik, laiklerin Avrupa trenine katılma özlemi AB ülkelerinde hâlâ, bazen durgunlukla, bazen de manevralarla karşılık görüyor. Bu durum dengeleri altüst edebilir, kendine veya Türk kimliğine en yakın olan Doğu'ya dönüş, laikler gerçekleri saptırsa da güçlenebilir.

Anketler, Gül'ün İslamcı köklere sahip partisi AKP'ye verilen desteğin son kriz sonrasında gerilediğine işaret ediyor. Fakat birçok gözlemciye göre de, laik partilerin birleşme girişimlerine rağmen, 22 Temmuz'daki erken seçimler AKP açısından laiklerle mücadelede başarının anahtarı olacak.

Bazıları, şu süreçte cumhurbaşkanlığına ulaşmayı isteyerek karşıt laik güçleri üzerlerine çektiği gerekçesiyle İslamcıları ayıplıyor. Buna rağmen, bu adım bazılarının değerlendirmelerinde Türk toplumunun ötekini kabule hazırlık boyutunun bir tür sınavı sayılıyor.

Ayrıca kendisini laikliğin koruyucusu sayıp pençelerini gösteren ordu, generaller çağının geride kaldığını ve askerin kışlasında kalması gerektiğini netleştiren yeni çağın geldiğini anladı.

Atatürk mirasının da, son 50 yılda milletlerin ve halkların geçtiği gelişmelerin gölgesinde yeniden gözden geçirilmesi gerek. Değişimi ilerleme ve büyüme taleplerini gerçekleştirmenin yolu olarak gören halkların iradesinin bastırılması artık kabul edilemez.

Türkler yönetim biçimi olarak barışçıl demokrasiyi seçti. Bu yol işlerin sorumluluğunu yüklenecek isimleri seçme hakkını birey veya kurumlara değil, sadece Türk halkına veriyor. Türk laikler bugünün 75 yıl önceki gibi olmadığını idrak etmeli. Köprünün altından çok su aktı.

Keskin rüzgârlarına hazır olmayan herkesi alıp götürebilecek değişimlerle dalgalanan bir dünyada, kimsenin geçmişe dönme veya incelmiş, bugünün sorunlarını karşılamayan bir halata tutunma imkânı yok.

Laikler ayrıca 'hoca' paradoksundan kurtulmalı. Zira akıl ve kalbin sırf kıyafetle dönüştürülmesi zor ve bu yüzden de kıyafet pek bir şey fark ettirmiyor. Her ne kadar bazıları kıyafeti, medenileşmenin ve yük oluşturan Osmanlı mirasından kaçışın adresi olarak görse de durum böyle.