Asker askerî müdahalede güç kullanır. Güç varsa başka şeye de hacet yoktur. Herkes güç karşısında boyun eğer. Halk da güçten anlar. Halkla ilişkiler önemli ama, halk her şey de değildir... gibi bir yaklaşım. Bu, zaman zaman güç sahiplerini yoldan çıkaracak bir halet-i ruhiyedir. Askerî müdahale mantığında bu çok devreye girer. Ama bu, bir tür iç kanamayı da beraberinde getirir ve bir gün olur, en çok ihtiyaç duyulan zamanda halk nezdinde moral destek bulunmaz. Türkiye, şükür ki bu noktaya gelmemiştir. Ama kamplaşmalar iyiye götürmüyor Türkiye’yi...
Ben kamuoyu araştırmalarında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) “güvenilirlik” katsayısının en yukarılarda olmasını önemserim.
Elbet böyle olmalıdır. Çünkü hem ülkenin güvenliği ona emanet edilmiştir, hem de halk, çocuklarını o kuruma emanet etmektedir ki o kurum gerektiğinde can pazarında hizmet etmektedir.
O yüzden, TSK’nın güvenilirlik katsayısında bir puan bile düşme olsa, bunun dikkate alınması, sebeplerinin araştırılması gerektiğini düşünürüm.
Bana göre, ne TSK içinden ne de dışından herhangi bir askerî kişilik, bu güvenilirliğe halel getirecek davranış içinde olmamalı, daha doğrusu, böyle bir davranış TSK’nın üzerine yapışıp kalmamalıdır.
O yüzden “halkla İlişkiler” askerin savaşta ve barışta özen göstereceği bir meseledir.
Peki bu alanda bir sorun var mı?
Bence var.
Bence son dönemde bu sorunun büyüdüğü bile söylenebilir.
Askerin halkla ilişkileri iki alanda değerlendirilebilir.
Birisi muvazzaf olmayan askerlik hizmeti sırasında insanların geçici olarak yaşadıkları ve gözlemleri...
İkincisi, TSK’nın kamuoyuna yansıyan tavırları ile ortaya çıkan izlenimler...
Birinci hususa baktığımızda şu söylenebilir:
İnsanlar, gerek yedek subay olarak gerek er - erbaş olarak askerlik yaptıklarında, TSK’nın iç dünyasına ilişkin gözlemlerde bulunmaktadırlar. İstisnalar dışında hemen her insan, Ordu’nun içine girip çıkmakta ve bir izlenim edinmektedir.
Peki bu izlenim nedir?
Olumlu ve olumsuz diye nitelenebilecek izlenimler söz konusu mudur?
Ben, bu sorunun cevabının bizzat TSK tarafından araştırılması gerektiğini söylemek isterim. “Askerlikten dönenler çevrelerine komutanlar hakkında, genel ortam hakkında, askerin aslî misyonu olan güvenlik kapasitesi hakkında neler anlatıyorlar, bunun bıraktığı genel izlenim nedir, burada TSK tarafından telafi edilmesi gerekli bir negatif izlenim mevcut mudur?” Bunlar cevabı araştırılması gereken sorulardır, kanaatindeyim.
Gene ifade etmek istiyorum, halkın askere sonsuz güven duymasının öneminin altını çizerek bunların tesbit edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Şunu da ilave edeyim:
Eğer herhangi bir alanda negatif izlenim söz konusu ise, onların telafisi için gerekli tedbirleri almak da, TSK’nın sırtını yaslayacağı toplumun sağlıklı duruşu açısından büyük önem taşımaktadır.
İkinci alan, TSK’nın kamuoyuna yansıyan tavırları ile ortaya çıkan izlenimleri ihtiva ediyor.
Burada öncelikle, ‘Halkla İlişkiler’in hangi kapsamda bir olumlu ilişkiyi öngördüğünü belirlememiz gerekiyor.
Bunun cevabı aslında kısadır: Elbette 72 milyonu!
Yani, eğer kamuoyu yoklamalarında yüzde 90’lara uzanan bir ‘Güvenilirlik’i önemsiyorsak, bunun tekabül ettiği toplumsal yekûnun, halkla ilişkilerde olumlu izlenim için gerekli görülmesi tabiidir. Herhangi bir toplum kesimini ihmal etmeden, tüm toplumun ortak güveni...
Peki olan bu mudur?
Aslında son zamanlarda birçok kamuoyu yoklamasında TSK’nın güvenilirlik katsayısı yüzde 70’lerde gözüküyor. Geriye kalan yüzde 30’un ne olduğu elbet sorulmalı.
Ama bana göre, öteki yüzde 70’in duygu derinliğinde nelerin mevcut olduğu da araştırılmalı.
1960’tan bu yana Türkiye’de bir şeyler yaşanıyor.
Bir yanda halkoyu ile belirlenen siyasi yapı, öte yanda askerî müdahaleler...
27 Mayıs 1960.
12 Mart 1971.
12 Eylül 1980.
28 Şubat 1997.
27 Nisan 2007.
Bunlar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtilalden e-muhtıraya uzanan askerî müdahale tarihleri...
Genelde askerî müdahaleler, “halkın onu istediği” varsayımına dayanır. Gerçekten de asker müdahalesine “gel” diyen bir toplum kesimi mevcuttur. Ama bu ne kadardır? Halkın yüzde kaçını temsil etmektedir? Yoksa burada “yüzde” hesabından öte bir hesaba, “siyasal ağırlık” hesabına mı bakmak gerekir?
Görüldüğü gibi aslında ‘halkla ilişkiler’in kapsamı, rakamsal anlamda çok net bir şey değildir. Eğer yanılmak istiyorsanız, size “gel” çağrısı yapan küçük bir ‘yüzde’yi, halkın umumi daveti gibi değerlendirip harekete geçebilir, yaptığınız işten halkın çok mutlu olduğunu düşünebilirsiniz.
Ama ‘halkla ilişkiler’i gerçek anlamda önemsemek bu değildir. Güç odaklarının, seçkinlerin, güç karşısında yamulmaya hazır çevrelerin ötesinde, ‘millet derinliği’nde ne olup bittiğini görmektir gerçek halkla ilişkiler...
Halkın askerî müdahaleler hakkındaki kanaatini ölçmenin bir yolu, askerî müdahale ardından gelen seçimlerde ortaya çıkan halk tavrına bakmaktır. O ortam, askerî etkinin nisbeten azaldığı, nisbeten özgürlüklerin açıldığı ortamdır.
O seçimlerde ortaya çıkan sonuç, askerî müdahale ile devrilen, dışlanan, yok edilmek istenen siyasi çizginin “yeniden” ve “daha güçlü biçimde” dönüşüdür.
Hatta askerî iradenin işaret ettiği siyasi oluşumlar sandıkta özellikle cezalandırılmaktadır.
Nedir bu?
Türk Silahlı Kuvvetleri adına bu olgu objektif biçimde değerlendirilmiş midir? Halkın tepkisi neyedir, kimedir? Halk biraz da “inadına” bir tavrı neden benimser?
Halkın askerde olumlu bulmadığı şey nedir?
-Bizatihi siyasete müdahalesi midir?
-Halkın iradesini hiçe saymak gibi bir algı mı söz konusudur?
-Yoksa askerî müdahalelerin ideolojik - siyasi kimliği mi reddedilmektedir?
Bir tesbit şudur:
Askerî müdahaleler genelde CHP dışındaki siyasi kadrolara karşı yapılmaktadır. Bunların özelliği sağ, muhafazakâr, demokrat, milliyetçi, İslamî nitelikleri belirgin gibi sıfatlarla ifade edilebilir.
Bu görünüm, askerî müdahalelerin kurumsal anlamda üstlenildiğini farz edersek, TSK’yı, bu özelliklerin karşısındaki kampa yerleştirmektedir.
Asker, kendi çizgisini “Atatürkçü” diye nitelemektedir. Bu durum ise, Atatürkçülüğü de, yukarda ifade edilen özelliklerin karşısına yerleştirmek anlamına geliyor.
Soyut anlamda şu şunun karşısında gibi bir tasnif yapmak zor değildir.
Ama soyuttan somuta geçtiğinizde, yani taraftarlık ete kemiğe büründüğünde ortaya, kamplaşmalar çıkmaktadır.
İşin ilginç yanı, Türkiye nüfusunun yüzde 70-80 oranının askerî müdahalelere karşı olmasıdır, bir.
İkincisi, gene Türkiye nüfusunun yüzde 70 -80’inin, askerin müdahale ettiği görüş, düşünce, hayat tarzı cenahında yer almasıdır.
Askerî müdahale sonrası yapılan seçimlerin sonuçları bunu net biçimde ortaya koyuyor.
Bu durumda asker ‘güvenlik dışı alan’da ortaya koymuş olduğu tavırla ne yapmış oluyor?
Toplumun önemli bir çoğunluğu ile karşı karşıya gelmiş oluyor.
Hemen söyleyeyim: Bu oran yüzde 20 bile olsa, yüzde 30 bile olsa bana göre çoktur. Ama bu oran yüzde 50’nin üstüne çıktığı zaman, TSK için “toplumla ilişkiler” planında alarm zilleri çalmalıdır.
Şu yaşadığımız günlerde, askere fatura edilen o kadar netameli iş var ki...
Mesela, “Cumhurbaşkanlığı seçimi gerilimi geride ne bıraktı asker hesabında?” diye bir soru sorulmalı.
Mesela, “e-muhtıra ne kazandırdı TSK’ya?”
“Emekli askerler ekseninde geliştirilmek istenen ve arkasında askerin bulunduğu izlenimi verilen oluşumların TSK’ya artısı - eksisi nedir?” diye bir soru sorulmalı?
Kaç zamandır yazıp duruyorum, TSK, “Başörtüsü” ile ilgili bir faturanın hesabını yapmış mıdır? Halkta, “YÖK’ün arkasında asker var” izlenimi mevcutsa, bu bir imaj aşınmasına yol açmakta mıdır?
28 Şubat’ın “Halkla ilişkiler” açısından öz eleştirisi yapılmış mıdır?
28 Şubat neden Ak Parti hükümetini doğurdu?
27 Nisan süreci halkın nabzında nasıl bir hareketlenme sağlıyor?
Bir şeyden söz etmek mümkün:
-Asker askerî müdahalede güç kullanır. Güç varsa başka şeye de hacet yoktur. Herkes güç karşısında boyun eğer. Halk da güçten anlar. Halkla ilişkiler önemli ama, halk her şey de değildir... gibi bir yaklaşım.
Bu, zaman zaman güç sahiplerini yoldan çıkaracak bir halet-i ruhiyedir. Askerî müdahale mantığında bu çok devreye girer. Ama bu, bir tür iç kanamayı da beraberinde getirir ve bir gün olur, en çok ihtiyaç duyulan zamanda halk nezdinde moral destek bulunmaz. Türkiye, şükür ki bu noktaya gelmemiştir. Ama kamplaşmalar iyiye götürmüyor Türkiye’yi...
Bir şey daha: Türkiye, bir meydana dökülen şu kadar kişiden ibaret de değildir. ‘Derin millet’in nabzını tutacak bir yöntem geliştirmekte hayati yarar var.
Yazarımızın bu yazısı Aksiyon dergisinden alıntılanmıştır.