İngiltere’nin yeni başbakanı Theresa May’in bugün yaptığı konuşma (11 Temmuz’daki konuşmadan söz ediliyor), Muhafazakar Partili biri olsa da, bir İşçi Partili politikacının konuşması gibiydi fakat Theresa May’in fikirlerini daha iyi kavramak için geçen Ekim’de bir konferansta yaptığı konuşmaya geri gidelim.

Theresa May’in Birmingham’daki konuşması, Muhafazakar Parti liderlik seçiminde aday olan biri için cüretkar bir konuşmaydı. Her ne kadar “Brexit demek Brexit demektir” diyerek Muhafazakar Parti sağ kanadına bir nebze kırmızı et sunsa da (Çevirmen Notu- Bu deyim sanırım ki boncuk dağıtmak gibi bir anlama sahip) ortaya koyduğu diğer bazı fikirler onu İşçi Parti doğrultusundan Muhafazakar Parti liderliğine geliyormuş gibi gösterdi.

Daha fazla konut yapımı ve adamakıllı bir sanayi stratejisi çağrısı yaptı, İşçilerin ve yerel toplulukların Cadbury’s gibi şirketlerde payları olduğunu vurguladı ve üstü kapalı olarak bunun, dev ABD gıda şirketi Kraft’a satılmasını müsaade ettiği için Gordon Brown hükümetini eleştirdi.

Ayrıca “Vergileri sürdürmeliyiz… Vergi, medeni bir toplumda yaşamak için ödediğimiz bedeldir” dedi ki bu çizgi açıkça doğruydu ve Tony Blair olsa böyle bir şey söylemeye çekinecekken, bir politikacının ağzından duymaya alıştığımız bir şey değildi.

Bu, ülkeye seslenen İçişleri Bakanı’ydı… 10 Downing Street’te ikamet etmeye neredeyse 60 saat uzaklıkta olduğunu bilemezdi fakat Andrea Leadsom’u devre dışı bırakırken oldukça güvenli durdu, Leadsom’ın katı Muhafazakar Partililer’e yönelmesinin önüne taş koymaya çalışmadı; bunun yerine potansiyel Muhafazakar Pati seçmenlerine kendisini seçmelerinin “kirli parti”ye (diğer insanların Muhafazakar Partilileri nasıl tasvir ettiğine dair onun eski tanımı) dönüş anlamına gelmeyeceği teminatını vermeye çalıştı.

Theresa May, seçmenlerin bütünü görmesini istedi. Bir başka konuşma da, geçen Ekim’de, yıllık Muhafazakar Parti konferansında platformdan parti üyeleriyle dolu salona seslendiği konuşmaydı…  Aslında o konuşma onun partiye bağlılığına dair senelik rapordu. Bir İçişleri Bakanı birçok sorumluluğa sahiptir. O da polise dair, çete şiddetiyle mücadeleye dair, uyuşturucu kullanımıyla savaşa dair; eşit haklara veya genel olarak kanuna riayet eden Britanyalılar’ın suçlara dair korkuyla yaşamamasının nasıl sağlanacağına dair konuşabilirdi. Ama o yapmadı. Tüm konuşmasını bir konuya, göçe adadı.  

Dehşet verici Suriye iç savaşından kaçan 1,7 milyon mülteciden ve her geçen gün ortaya çıkan çaresiz durumlarından bahsederek konuşmaya başladı. Onların yardıma muhtaç insanlar olduğuna katılıyordu fakat bu yardım, İngiliz Hükümetinin istediğini yaparak Ürdün, Lübnan ve Türkiye’de mülteci kamplarında kalan ve Avrupa’ya gelmeyenlere yapılan yardım dağıtımı şeklini almalıydı. Hükümetin senede 5000’den fazla Suriyeli mülteci almama kararını savundu ve Angela Merkel’in Almanya’nın 800.000 mülteci almasına dair verdiği kararı eleştirdi.  Bu kararın dünyanın her tarafından Almanya’ya kaçmak isteyecek insanlara teşvik olduğuna inanıyordu. Aynı zamanda bir korku resmi çizdi: Binlercesi aktif olarak illegal yollardan giriş yapmaya kalkışan milyonlarca göçmenin tehdidi altında olan bir ada.

May, “Daha fakir ülkelerde, İngiltere’de yaşamak isteyecek milyonlarca insan var ve her ülkenin alabileceği ve alması gereken mülteci miktarının bir limiti var. Ülkemize kimin girdiğini kontrol etmemize olanak veren bir güç sistemine sahip olmalıyız”  diye konuştu.

"İngiltere her yıl yüz binlerce göçmen ağına ihtiyacı yok… İngiltere’ye şu an gelen herkes kabiliyetli bir elektrikçi, mühendis ya da doktor değil… Son on yıldır tecrübe ettiğimiz ölçüde göçün ulusal menfaatlerimize dair hiçbir getirisi yok. “

Daha sonra May, bu tehdidin defedilmesi için ne yapılması gerektiğine dair görüşünü aktarmaya başladı. Bu fikirler göçmenlere verilen hakların kesilmesini, İngiltere’ye iltica talebinde bulunulmasını zorlaştırmayı, diğer AB ülkelerinin vatandaşı olanlarının tümünün iltica taleplerini reddetmeyi, diğer AB ülkelerini daha az iltica talebini kabul etmeleri için yüreklendirmeyi ve yabancı öğrencilerin eğitimini bitirdikleri zaman ülkeden ayrıldıklarına emin olmak için kontrol yapılmasını içeriyordu.

Avrupa’nın ortak bir göç ve iltica politikası yönünde çalışmasına dair öneriye onun cevabı “bin yıl içerisinde olmaz”dı. 3015 yılına kadar talimatlarına itaat edildiğinden emin olmak için etrafta olmayı nasıl hayal ettiği açıklayamadığı bir noktaydı…

Bu, başka bir Theresa May’in sesiydi… Yıllarca devletin gücünü sınırlayan insan hakları düzenlemelerini tersine çevirmek isteyen ve –kanunda başkalarının hayatlarını gizlice araştıranlara verilen bir imtiyaz olarak bilinen- Araştırma Kuvvetleri Yasası (Investigatory Powers Bill)  için bastıran ve Whitehall Raporu’nu tahrif ederek ceza kanunlarının uyuşturucu kullanımı ile mücadelede etkili bir yol olmadığını söyleyen kısımları silmekle suçlanan kişi, aynı İçişleri Bakanı’ydı.

Diğer katı düşüncelerinin 10 Downing Street’in meşhur siyah kapısından adım attığında yumuşayıp yumuşamayacağını göreceğiz.  

Kaynak: The Independent
Dünya Bülteni için tercüme eden: Deniz Baran