Göz dolduracak denli çok sayıda politikacı, kanaat önderi, uzman, bürokrat ve sıradan insan, terörizmin bilhassa da el Kaide terörizminin ABD’ye varoluşsal tehdit yönelttiğini savunuyor. George W. Bush yönetimi üyelerince sık sık kullanılan telaş verici bu nitelendirme, Bruce Riedel gibi Obama’nın bazı danışmanlarınca da kullanıldı. İç Güvenlik Bakanı Michael Chertoff gibi bazı yetkililer “önemli bir varoluşsal” mücadele diyerek terörizmle mücadele kavramını daha bir ayrıştırdılar.
 
Akademisyenler, politikacılar ve düzenleyici kurumlar, onlarca yıl zarfında, tarım ilacı kullanımı, kirlilik, nükleer santraller gibi insan hayatına yönelik tehditlerle ilgili risk değerlendirme teknikleri geliştirdiler. Bu süreç zarfında hangi riskin kabul edilebilir hangisinin kabul edilemez olduğu hakkında kayda değer bir fikir birliği hâsıl oldu. Bu teknikler terörizme uygulandığında, terörizmin varoluşsal tehdit olmaktan çok uzak olduğu ayan beyân ortadadır. Risk değerlendirmeleri, terörizmi kabul edilebilir bir risk olarak sunmaktadır, öyle düşük bir risk ki terör ihtimalini veya neticelerini azaltmak adına yapılacak harcamalar haklı kılınır gibi değil.
 
Kabul edilemez bir riske, bâriz yahut âşikar/apaçık endişe anlamında “de manifestis” denildi yani “akl-ı selim hiç kimsenin” kabul edilebilir addetmeyeceği derecede yüksek risk. Çok sık atıf yapılan bir “de manifestis” risk değerlendirmesi, ABD Yüksek Mahkemesi’nin işçilerin yakıt buharı soluması riski hakkında 1980’lerde verdiği bir hükümdür. Bu hükme göre, yakıt buharı solumaktan dolayı yılda bir işçinin ölmesi ihtimali – 40.000’de 1 ihtimal – kabul edilemezdir. Düzenleyici kurumlar dünyasının standart uygulamalarıyla uyumludur bu. Normalde kabul edilemez riskler yılda 10.000’de 1’den veya 100.000’de 1’den fazla kişinin ölümüne yol açanlardır. Tayfın diğer ucunda kabul edilebilir riskler bulunur ve bu risk alanında kayda değer bir mutabakat vardır. Örneğin, ABD Nükleer Düzenleme Komisyonu uzun araştırmalar ve istişareler sonucunda nükleer santrallerde ölüm riskinin yılda 2 milyonda 1’i, nükleer santral faaliyetlerinde ise yılda 500.000’de 1’i aşmaması gerektiğine (1986 yılında) hükmetmiştir. Avustralya, Japonya ve İngiltere hükümetleri de risk değerlendirmelerinde benzer sayılarla gelmiştir.

Halkın çevresel kanserojenlere mâruz kalması hakkında ABD federal yönetiminin 132 tane düzenleyici kararı üzerinde yapılan bir inceleme, yıllık ölüm oranı 700.000’de 1’i aştığı takdirde düzenleyici eylemin gerçekleştiğini tespit etmiştir. Etkileyicidir, araştırma, kabul edilebilir risk düzeyi hakkında federal kurumlar arasında nefis bir tutarlılık olduğunu tespit etmiştir.
 
Çeşitli gelişmiş ülkelerin yerleşik düzenleyici uygulamalarında risk hakkında genel bir mutabakat var: Ölüm riski yılda 10.000’de 1’den veya 100.000’de 1 ‘den fazla ise, kabul edilemez bir risk söz konusudur; yıllık ölüm riski 1 milyonda 1 veya 2 milyonda 1 ise, o takdirde kabul edilebilir bir risk vardır. Bu ikisi arasında kalan alan ise “tahammül edilebilir” bir risk alanıdır.
 
Bu yerleşik mülahazalar, kamu politikaları için bir yere kadar kabaca da olsa uygulanabilir rehber ilkeler sunmak içindir. Her hâlükarda, riski azaltma amaçlı tedbirler ve düzenlemeler, temel mâliyet-fayda endişelerine de hitap etmelidir. Açıktır ki, kabul edilemez alandaki zararlar/riskler daha fazla ilgi/dikkat ve kaynak tahsisi talep eder. Tahammül edilebilir alandakiler göz önüne alınmayı hak eder fakat madem ki daha az âcildirler, o halde bunlarla nispeten daha az pahalı tedbirlerle mücadele edilmelidir. Kabul edilebilir alandaki riskler çok az veya hatta göz ardı edilebilir endişe kaynağıdırlar öyle ki bu riskleri daha da azaltmak için alınacak güvenlik önlemlerine neredeyse hiç değmez ta ki bu önlemler kayda değer ölçüde ucuz olsunlar.
 
Eğer ABD İç Güvenlik Bakanlığı karar almada risk temelli bir yaklaşım uygulamak istiyorsa, ki öyle olduğunu sık sık iddia eder, bu risk kabul kriteri en uygun olandır. Bu amaç doğrultusunda, aşağıda verilen tablo, terörizm dâhil çeşitli tehlikelerin yarattığı yıllık ölüm risklerini vermektedir.

mueller.jpg
 

 
Görüleceği üzere, terörizm kaynaklı yıllık ölüm riski özellikle de savaş alanları dışında bir milyonda 1’dir ve kabul edilebilir alanda bulunmaktadır yani düzenlemeleri, bilhassa da pahalı olma ihtimali yüksek düzenlemeleri gerektirmemektedir. Ev aletleri kullanımdan doğan risklere (ABD’de yılda 200 ölüm) veya ticari havayolu taşımacılığına (yılda 103 ölüm) benzemektedir. Teröristlerin elinde ölmekle kıyaslandığında, Amerikalıların doğal afetlerde can verme ihtimali iki kat, bir tür kazada ölme ihtimali ise neredeyse bin kat daha yüksek. Aynı sonuç, teröristlerin verdiği zararlar toplandığında da  – yani sadece ölümler değil doğrudan ve dolaylı ekonomik mâliyetler de dâhil – geçerli. Terörizm, bir zarar/tehlike olarak, en azından savaş alanları dışında, üstesinden gelmek için harcamaları kayda değer ölçüde artırmayı haklı kılacak denli bir zarar açmıyor.
 
Terörizm kör göze parmak sokarcasına apaçık maksatlı olduğundan dolayı, ondan kaynaklanan ölümlere karşı özel bir hissiyat oluşmaktadır. Vatandaşlar politikacılardan “bir şeyler yapmalarını” istedikleri için siyasi yönden dallanıp budaklanır. Pek çok insan, terörizm kaynaklı ölümleri, başka nedenlerden kaynaklanan ölümler yanında çok daha önemli ve katlanılamayacak denli çok daha acılı addeder. Fakat birkaç tehlike var ki – özellikle de kirlilik ve nükleer santraller kaynaklı – siyasi duyguları ve teessür duygusunu uyandırmakta ve düzenleyiciler kabul edilebilir risk değerlendirmesi yaparken bunları göz önüne almaktadır. Dahası, bu tablo güçlü duygulanımlardan kaynaklanan ve kasıtlı olan tehlike türlerini de –cinayet- içermektedir ve terörizmin aksine, genel olarak kabul edilemez alanda bulunmaktadır.
 
Terörizmin duygulanım/tahassüs ve siyasi yönlerinin üstesinden gelmek maksadıyla İç Güvenlik Bakanlığı için yapılmış bir çalışma, terörizme verilen canlara diğer tehlikeler yüzünden kaybedilen canlardan iki kat fazla değer biçilmesi gerektiğini söylüyor. Yani 100 kişiyi terörizmden kurtarmak için yapılan 1 milyar dolarlık harcama, diğer tehlikelerden 200 kişiyi kurtarmakla eş tutulmalıdır. Terörle mücadele harcamaları bu cömert önyargıyla bile (ki ahlâken sorgulanabilirdir) veya hatta daha cömertleriyle bile, standart bir mâliyet-fayda değerlendirmesinde gene de iflas etmektedir.
 
Politikacılar ve bürokratlar terörizmin üstesinden gelinmesi için elbette ki önemli bir siyasi baskıyla yüzyüzedirler fakat bu durum onları kamu kaynaklarını akıllıca harcama sorumluluğundan kurtarmaz. Böyle yapamayacaklarını hissettiklerinde ya istifa etmeliler veya sorumsuz olduklarını dosdoğru bir şekilde kabul etmeliler – yahut da işi kabul etmeyi en başta reddetmeliler. Dahası, siyasi baskılar akılsızca davranışlara ve harcamalara itebilirse de harcanacak paranın miktarını kesin olarak tâyin etmez. ABD’den daha büyük bir iç terörle karşı karşıya görünen İngiltere, politikacıların ve bürokratların makamlarını dikkate değer bir riske atmadan, iç güvenlik için kişi başı Amerika’nın yarısı kadar harcama yapmaktadır.
 
Politikacıları ve bürokratları terörizmin sunduğu gerçek risk hakkında halkı bilgilendirme sorumluluğundan hiçbir şey kurtaramaz. Fakat bunu açıkça yapan tek politikacı, 2007 yılında, insanların yıldırım düşmesi sonucu ölme ihtimalinin, terör tarafından vurulma ihtimalinden daha yüksek olduğunu söyleyen New York Vâlisi Bloomberg’di. Tablonun da sunduğu gibi tam isabet etmiş sayılmaz ama kabaca söylenmiş bir ifade olarak sağlamdır. Bloomberg’in hâlâ aynı görevde olduğunu da kaydetmelidir burada.
 
Yerleşik risk değerlendirmeleri çerçevesinde kabul edilemez alana girmek için – yani 100.000’de 1 ihtimal seviyesine çıkması için – ABD’de (Kanada’da) terörist saldırılardan kaynaklı ölümlerin 35 kat, İngiltere’de (Kuzey İrlanda hâriç) 50 kat, Avustralya’da 70 kat artması gerekir. ABD için bunun anlamı, 11 Eylül ölçeğinde her yıl 1 saldırının veya Oklahama City’de yaşanana benzer her yıl 18 bombalama olayının gerçekleşmesi demektir.
 
Bunun gerçekleşmesi için de teröristlerin galiba nükleer silah edinmesi lazım gelir, ki olma ihtimali hayli sorgulanabilir bir şeydir. Eğer bu korkunun canlı kalacağı farzedilirse, sınırlı bir endişe uğruna elde ne varsa harcamak gibi bir siyasi sonucu olacaktır. “Kritik altyapının” korunması adına yapılacak harcamaların nükleer bir patlamaya karşı etkin olması da muhtemel değildir.
 
Aslında, teröristlerin özellikle de batıda daha da yıkıcı olacağına dair neredeyse hiç delil yok. Bazı analistler, en azından savaş alanları dışında terörist faaliyetlerin azaldığını tespit ettiler (bkz .Human Security Brief 2007). ABD’de veya savaş alanı dışındaki herhangi bir ülkede insan hayatına yönelik bir tehlike olarak terörizm, mevcut şartlar altında hiç de varoluşsal bir tehdit yöneltmiyor. Düzenleyicilerin ve karar alıcıların pek çok araştırmaları sonucunda tesis edilmiş yerleşik kriterler uygulandığında, terörizm riski “kabul edilebilir” addedilecek denli düşüktür. Sonuç itibariyle, terörle mücadeleye ayrılan kaynaklar “kabul edilemez risklerle” savaşa kaydırılsa, kurtarılan hayat sayısı çok daha fazla olacak. Ama ne ki bu temel gözlemin bir şeyleri değiştirmesi muhtemel değil. 11 Eylül sonrasında terörle mücadelenin sırf ABD için toplam mâliyeti – federal, eyâlet, yerel ve özel harcamalar/ı ve fırsat mâliyetleri dâhil ama Irak ve Afganistan savaşlarının mâliyeti hâriç – 1 trilyon dolara yaklaşıyor. Ama bu su götürür ve müsrif girişim gene de içselleştirildi, bir Washington tâbiri oldu, kendinden başkasına hayrı yok ve terörizm sürdüğü müddetçe de sürecek gibi duruyor. Terörizm tıpkı suç gibi asla ortadan kaldırılamayacağı için ABD uzun ve pahalı bir kuşatma altında gibi duruyor.
 
12 Nisan 2010 tarihinde makaleye ilave edilen bölüm:
 
Bazı okuyucular, terörizm verilerinden çıkardığımız sonuçlara itiraz ediyor. Makalemiz, “mevcut şartlar altında” terörizmin, ABD’ye karşı varoluşsal bir tehdidi –halen kullanılan bir nitelendirmedir -  temsil etmediğini dolayısıyla da terör ihtimalini veya terörizmin kötü sonuçlarını “daha da azaltmak” için yapılan harcamaların hiç de haklı harcamalar olmadığını temellendirmeyi amaçlamaktadır.
 
Bununla birlikte, vardığımız sonuçlar geçmişte yapılan harcamaları sorgulamak için de kullanılabilir. Düşük terör riskinin nedeni, terörle mücadele tedbirleridir diye düşünenler, bu tedbirlerin aksi durumda ABD’de her yıl 3.000 kişinin hayatını kaybedeceği saldırıları caydırdığını, raydan çıkardığını veya sekteye uğrattığını ispatlamak zorundadırlar. Terörizm ancak bu durumda geleneksel standartlarla “kabul edilemez” addedilecek bir risk yöneltmeye başlar. 
 
11 Eylül’den bu yana ortaya çıkarılan bütün terörist tezgahlar (çoğu henüz oluşum aşamasındaydı) başarıyla yürütülmüş olsaydı bile, bu saldırıların muhtemel sonuçları daha az acıtıcı olurdu. Halbuki 2001 öncesi ve sonrasında, savaş alanları dâhilinde (bazen hâricinde) teröristlerce öldürülen insanların sayısı, bu sayının [3.000] çok altındadır. İlgili bir başka şey de şu: İngiltere terörle mücadele için oransal olarak Amerika’nın yarısı kadar harcama yaparken ABD kadar güvenli duruyor.
 
Kaynak: Foreign Affairs
 
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın