Kar bazen ince ince bazen de lapa lapa yağıyor. Zaman zaman gecikilmiş bir aklama için öylesine acele ediyor ki buza dönüşüyor varlığı. Neler oluyor da karı bile yanıltıyor gündemimiz? İlk akşam, kilitlenen trafikte Cevizlibağ’dan Küçükçekmece’ye gitmeye çalışırken baktım, etrafa floresan ışığı yayan buz parçacıkları saçılıyordu. Şehir halkının futbol dışında ortak bir neşede buluşmaya ihtiyacı varmış. Bir süreliğine kar cümlelerinden geçilmedi ortalık. Derken yine kirli gündem bastırdı.

Çatallaşma noktası, rastgele dalgalanmalar, liberalizmin kahramanı olan bireyi zaafa düşüren parçalanmalar… Liberalizmin kahramanı olan birey güç kaybediyor, parçalanıyor da, “muhafazakâr” diye adlandırılan mütedeyyin kişiliğin başı göğe mi eriyor? Globalleşmekten anladığımız dinleme ve fişleme becerisi olmuş sanki. Dikizleme, fişleme, kaset komploları, karşılıklı küfürleşme… son günlerin siyaset dilinde yeni bir mahremiyet kavrayışına dönük bir jargon oluşturuyor neredeyse.

“Tüm yapabileceğimiz berrak ve faal olmaktır” diyordu Wallarstein, “Liberalizmden Sonra”da. Bir şeylerin elimizde olmadığını duyduğumuz zamanlarda bile hakkı adil şahitler olarak ayakta tutma sorumluluğunu üstlenmek, hayat sınavının bir gereği. Bizde bir şeylerin yanlış yorumlandığı açık.   Hiç de berrak olmadan gerçekleşebilir türde faaliyetlere, utanç duyuran ilişkilere, bu ilişkilere dönük kayıt ve zapt tutma örneklerine ayrılıyor manşetler. Yıllarca başörtüsü üzerinden okunmuş mahremiyet şimdi, ihlalleriyle iktidar alanı kurma tekniğine yarayan bir kavramdır sanki.

“Muhafazakârlık” da nasıl geniş bir çuval! Kürsüde “muhafazakar” iletişimci konuşuyor ve internet kullanan gençlere “karda yürüyüp izini belli etmeme” anlamına gelen öğütler veriyor: “İnternet havzasında her arama bir yerlere kaydoluyor. Öğrenci hasbelkader kirli alanlara bulaşırsa ileride yükselmesine engel olabilir.”

Sanki ayetler bakışları sakınmayı öğütlemiyor ve Levh-i Mahfuz da kirli işleri örtbas etme tecrübelerinin kitabıdır. Taze başlangıçları, saflığı, hatırlamayı öğretmek için yağmayı sürdüren kar manzaraları onun bakışında kirli işlerini bir cambazlıkla yürütmenin metaforunu kurmanın malzemesi. Belirsiz ve karmaşık gelecek zamanı biçimlendirmede rol üstlenmeyi berrak ve faal olma şartına bağlamak da Wallerstein’a düşüyor.

Mahremiyet değerlerinin karşı karşıya bulunduğu tehdit, bu alanda daha ciddi konuşmalar yapmayı gerekli kılıyor oysa. Bakış ile nesnesi arasında bedeni erişilmez, dokunulmaz kılan yapılar ve engeller eskisi kadar muhkem ve belirli değil. Mahallenin eşik ya da pencere perdesi aralığından süren olağan gözetlemelerinin yerini, insaf, merhamet, adalet, arabuluculuk gibi kavram ve kıstasları, duyguları tanımayan mekanik odak ve süreçler alıyor. Geniş aile ve mahalle çözülürken ters orantılı olarak kitle iletişim araçlarının nüfuz alanı genişliyor. Kusuru, ayıbı örtmeyi değil açmayı teşvik ediyor polemikler.

Kendi içinde bir muhakeme alanı oluşturan doku da zaman içinde kusurlarından arındırılacak yerde tahrip edilirken, yerine konulmak istenen olsa olsa bir veya birkaç ekran oluyor.

Beatriz Colomnia’nın “Mahremiyet ve Kamusallık/Kitle İletişim Aracı Olarak Modern Mimari” kitabında anlattığı gibi: Dışarıda olmak artık geleneksel anlamda kamusal alanla –yani kamusal forumla, meydanla- ya da böyle bir yerde bir konuşmacının etrafında toplanan kalabalıkla değil, daha ziyade her yayın aracının ulaştığı izleyici kitlesiyle ilgili.  

Kaset şantajıyla gerilen siyasetin dili, Hüseyin Rahmi kahramanlarını hatırlatan bir seviyede oluşan mahalle baskısının öteki yüzü üzerine düşünmeye sevk ediyor. Geniş aile ve mahalle, eşik oturmaları kaybolurken arabuluculuk imkânlarını da yanı sıra götürüyor.    Kamusal alan-özel alan arasında mümkün dengenin ayarlarının bozulması, devletle bireyin bilgi edinme ve başka alanlarda karşı karşıya kalması gibi bir sonuç veriyor.

“Muhafazakâr” gömleğine sığınan herhangi biri, medya ezberlerinde İslam’a yorulmaya hazır ezber bir ahlakçılıkla kirli kaset savaşlarına “kuramsal” destek sunuyor. Mahremiyetten anladığımız bir tek başörtüsü yasağı mücadelesi miymiş? Onu da işimize geldiği gibi mi yorumlamışız?

Ancak elbette haram, helal gibi çok temel kavramlar modern ve postmodern dönemlerin değişen dönüşen özel/kamusal dengesiyle tanımını şaşıracak değiller. Benim küfürbazım/senin küfürbazın diye bir ayrım yapılabilir mi?

Sahi, “Big Brother” mitleri ve yordamları benliğimize hangi aralıklardan sızmış? Başkalarının mahremiyetinin korunması konusunda titizlik göstermeyen kişiye kendi mahrem alanı konusunda duyarlı olmasının nasıl bir olgunlaşma ve iyilik sağladığını düşünmeden edemiyor insan.   Allah’tan bundan böyle başörtüsü yasağı, mahremiyet olgusu üzerine kısıtlı ve güdümlü düşünmenin gerekçesi olmayabilecek. Her türlü kötülüğü, kiri modernizmden bilme konforu da bir yere kadar sürebilir.

Kar yağıyor ve yer yer donakaldığı halde, ihmal edileni, eksik bırakılanı hatırlamaya çağırıyor. Bir kez daha baştan alabilir, berraklaşmayı umabiliriz.