Olup bitenleri anlamak için varsayımlara dayanarak yapılan akıl yürütmelere, ihtimal hesaplarını gözeterek “nerede yanlış yapıldı” sorusuna cevap arıyor Türkiye. Cevabı aranan sorulara temel kabul edilen varsayımlara göre elde edilen sonuç değişiyor elbette. Bunca ihtimal hesapları arasında sorulmayan en önemli sorudan birinin şu olduğunu düşünüyorum: e-muhtıra yayınlanmamış, 367 şartı aranmamış ve de sonuç olarak AK Parti adayı cumhurbaşkanı seçilmiş olsaydı bunun muhtemel sonuçları ne olurdu? 'Muhtemel sonuçtan' anlaşılması gereken husus, laikçi kesimin öfkeleri, askeri müdahale ihtimali değil elbette. Burada göz ardı edilen ihtimal, AKP'li bir cumhurbaşkanına 'evet' diyecek kitlelerin, daha doğrusu yaşam alanlarını tehdit altında olduğu iddiasıyla meydanlara dökülenlerin itham ettiği değil hayat alanları düşünme özgürlükleri bile kısıtlanmış kitlelerin siyasal talepleri açısından durumları ne olacaktı? Hangi talepleri dillendirmekte ısrarcı olmayı sürdüreceklerdi?

Türkiye'de yaşayan her kesimden insanın üzerinde düşünmek zorunda olduğu bu sorunun cevabını arayanlar bu ülkede yaşayanlar değil. Yabancı diplomatların, basın organlarının başyazarlarının cevabını aramakta olduğu, daha doğrusu kendilerince bulmuş oldukları cevap, her fırsatta sordukları soru budur. Baş örtüsü ile temsil edilen kitlelerin kendilerine yakın hissettikleri birini cumhurbaşkanı seçmeleri durumunda siyasetle ilişkileri ne olacaktı? Soruyu daha da açarak devam edecek olursak: başörtüsü sorunu diye bilinen sistemin “baş ağrısı”nın giderilmesi durumunda bu kitlelerin siyasal sistemden başkaca ne gibi talepleri olacaktı?

Meydan gösterilerindeki tüm kışkırtıcı slogan ve söylemlere rağmen ele geçirilen gerçekten Çankaya mı olacaktı yoksa Çankaya bu kitleleri mi ele geçirecekti? Batılı basın bunun cevabını bulmuş görünüyor. Sorulan sorular ve bunlara verilen cevaplar bu kadar açık değil kuşkusuz. Ancak Türkiye'nin önemi ve tarihsel rolü ve özellikle batı ile ilişkileri göz önüne alındığında hangi soruya cevap olmak üzere bu türden cümlelerin kurulduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

Eğer Türkler bir seçim yapmak durumunda kalırlarsa, “demokrasi laiklikten daha önemli” diyen Economist bu soruya cevap niteliğinde şu cümle ile devam ediyor: Eğer Türkiye, İslam ile demokrasiyi uzlaştıramazsa, bunu kim başarabilir? Hele News Week'te: 'Türkiye, Müslüman bir ülke. Ancak bu, İslam ve siyaseti birbiriyle karıştırmamız anlamına gelmiyor.' 'Biz İslami bir parti değiliz. Din, bireylerin meselesi, siyasetin değil” ifadeleri yayınlanan Gül'ün siyasal retoriğe duygusal boyut katması bile bir şey ifade etmiyor kimileri için: Ben İslamcı siyasi partilerden hoşlanmıyorum.”

Bu uzlaşmayı bozanların istedikleri bir iç savaş mı yoksa uzlaşmaya taraf olanların bertaraf edilmeleri mi? Yüzleşmek zorunda olduğumuz bu soruya cevap verirken, toplumun ve Türkiye'nin geleceği Müslümanlıkla ilişkilendirilmediği sürece korku siyaseti üzerinden kavga etmeye devam edeceğiz demektir.

Türkiye'de gerçek bir korkudan bahsedilecekse o da iktidar yarışındaki aktörlerin ve kitlelerin bu ülkenin tarih ve kimliği ile yüzleşme korkusu ve sorunları bununla ilişkilendirememeleridir. Tarihten rol almaya cesaret edemeyen siyaset aktörleri gücü ele geçirebilmek için dünya sisteminden rol çalmaya çalışırlar.

Tanzimattan bu tarafa dünya isteminden rol çalarak hayatiyetini sürdürmek isteyen siyasi aktörler bu ülkenin tarihsel rolünü üstlenme cesaretin gösteremeyen, en hafif tabirle bundan habersiz olanlardır. Daha doğrusu bu ülkenin tarihsel rolünü üstlenme cesaretini gösteremeyenlerdir.

“Laiklik elden gidiyor” gibi kışkırtıcı sloganlara sarılanların gerçekte “bu memleket nereye gidiyor” diye sormaları gerekir. Oysa onlar laiklik nereye gidiyor derdindeler. Demokrasinin elden gittiğini dolayısıyla halkın devre dışı bırakıldığını iddia edenler, demokrasi içinde vaz geçmeyecekleri ne türden gerçek taleplerinin olduğunu, ne türden hayati talepleri karşılamak üzere orada bulunduklarını doğrusu merak etmekteyim…

İktidar kavgasında taraf olan siyasi aktörler, farklı gerekçelerle de olsa varlık nedenlerini rol çalmakta anlamlandırdıkları sürece tarihte rol almaları mümkün değil.

Kaynak: Yeni Şafak