Bugün, Suriye ayaklanmasının ikinci yıldönümü; ülkede barışçıl gösterilerin patlak verdiği gün. Esad rejiminin silahsız göstericilere ateş açmasından sonra trajik iç savaşa düşüldüğü malumdur. Zor durumdaki Suriye halkından günde 2.000 kişi ülkeden kaçıyor.
Kan akışının ve yıkımın nasıl sona erdirileceği ise belli değil.
Suriye’deki çatışmayı son on yıl zarfındaki diğer çatışmalardan ayıran, bölgenin iki büyük gücünün muharebe sahasında olmayışıdır. Çadırında oturan Amerikan Başkanı Barack Obama artık Ortadoğu sorunları istemediğini hatta isyancıları silahlandırmaya da gönülsüz olduğunu açık etti. İsrail ise kimyasal silahların silahlı grupların eline geçmesinden kaygı duyuyor.
Bölgenin en göze çarpan aktörleri, Beşşar Esad’ın sağlam müttefiki Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve bir kereye mahsus olmak üzere Esad’la dost olan ve şimdi onun güç yoluyla uzaklaştırılmasının sıkı taraftarı Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Ankara, Rusların rejim değişikliği için zemini hazırlayıp taşları döşeyebileceğini hatırlattığından dolayı çatışmanın çabucak bitirilmesi ümidi Erdoğan merkezliydi. Erdoğan ve Putin görüştüklerinde sıcak bir şekilde sarıldılar ama Rusya, müttefikinin ufalanmasına destek işareti vermedi.
Bu iki isim arasında benzerlikler var. Her ikisi de ülkelerini dönüştürdüler. Putin, Yeltsin yıllarının kargaşasından sonra kendi şahsi kontrolündeki de facto/fiili tek parti yönetiminde “egemen demokrasi” adını verdiği süreci tesis ederek Rusya’ya düzen ve refah getirdi. Erdoğan ise laik Türk Cumhuriyetini İslami kökleriyle uzlaştırdı, ordu üzerinde sivil denetimi tesis etti ve ülkesini bir kez daha bölgesel güç yapmaya baş koydu.
Savaşı sona erdirecek ve Esad sonrası Suriye’yi kuracak olanlar bu kişiler mi? Cevap, galiba hayır’dır.
Putin’in dünya görüşünü KGB eğitimi şekillendirmiştir; Rusya’yı zayıflık işareti görür görmez atılmaya hazır düşmanlarla çevrili olarak görmektedir. Küçük Çeçenya’nın üyelikten çekilmesini durdurmak için onbinlerce can ve Grozni şehrinin yıkılması pahasına yıllarca savaştı.
Rus topraklarının en küçük parçasının kaybedilmesi zayıflık işareti olacak, Çin’i Rusya’nın doğudaki seyrek nüfuslu ve kaynak zengini topraklarını herkesin kapabileceğini düşünmeye sevk edebilecekti. Libya’da Muammer Kaddafi’nin devrilmesinde olduğu gibi BM liderliğinde bir rejim değişikliği, Washington’ın onu ortadan kaldırması için emsal olarak görülmektedir.
Barışçıl olan siyasi gösteriler bile Rusya’nın düşmanlarının cömert mâli destekleri sayesinde Ukrayna’yı Rus yörüngesinden çıkaran Turuncu Devrim şablonu olarak görülmektedir. Gösteriler, tanım gereği dış kaynaklı ihanettir.
Putin: Operative in the Kremlin adlı biyografi çalışmasının yazarı Fiona Hill, Rus liderin planının, Esad’a muhalefeti ezmesi için ihtiyaç duyduğu zamanı vermek olduğuna inanıyor; tıpkı Putin’in Çeçen ayrılıkçıların üstesinden gelmesinde olduğu gibi. Rus liderin oy peşindeki bir siyasetçi olmayıp “derin devletin” temsilcisi olduğunu söylüyor. Derin devlet, Erdoğan öncesi dönemde Türkiye’yi gizlice yöneten üst düzey güvenlik, ordu ve yargı yetkilileri ağını tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Hill, Putin’in “’her fedâkarlığa değer’ diye düşünen bir lider olduğunu söylüyor. Erdoğan ise ayrıntılara göre hareket eden bir politikacıdır. Ülke içinde ve dışında insanların, özellikle de bir derece akrabalık bağı olduğu insanların öldüğünü görmeye takat getiremez” diyor. “Erdoğan Suriye’de bir nevi çözüm bulunması için didinip duruyor. ..Putin ise olayların varacağı yeri görmek için sabırla bekliyor. Onun tasası akan kan değil Suriye’nin çöküşü ve uzaklara doğru zincirleme etkileridir.”
Erdoğan ise bekleyecek bir kişi değil. Ayaklanmanın başında, Esad rejimine son vermek için müttefiklere müracaat standardını uyguladı. Amerikalılar kımıldamaya razı olmadılar.
Suriye’nin parçalandığını, sınırında kontrol edilmeyen bir Kürt bölgesinin ortaya çıktığını gören Erdoğan daha hırslı bir yola koyuldu: Türkiye’nin Kürt azınlığını – muhtemelen nüfusun beşte birini teşkil ediyorlar – yeni bir anayasa çatısı altında Türkiye Cumhuriyetiyle uzlaştırmak. Bu amaç doğrultusunda, 30 yıldır Türk devletiyle savaşan hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan’la görüşmeler başlatıldı.
11 yıl daha iktidarda kalabilecek olan Erdoğan ve Putin’in siyasi zaman çizelgelerinin nasıl kesişecekleri görmesi zordur. Mesele sadece Rusya’nın Suriye’deki çıkarları olsaydı bir anlaşma yolu bulunabilirdi. Fakat Putin’in amacı, yirmi yıllık jeopolitik ricâttan sonra ne çetin adam olduğunu göstermek ve statüskonun yıkılmasına izin vermenin tehlikelerine dair Amerikalılar ders vermek olduğu için mesele daha bir çetrefilli hale gelmektedir.
Amerikalılar ve müttefikleri Suriye’yi işgal edebilirler tıpkı Irak ve Afganistan’ı işgal ettikleri gibi ve Putin’in blöfü görülebilir. Fakat bunun işareti de yok. Suriye’de akan kan ve acı, savaş yorgunu kamuoyunun da desteğiyle Obama’yı - tıpkı Putin’de olduğu gibi - yerinden kımıldatmaya yetmiyor.
Kazandığı yeni dinamizmle Türkiye göz ardı edilecek bir ülke değildir. Bu hafta, Financial Times, Irak savaşının “gerçek muzafferinin” ihracatını son on yılda yüzde 25 artıran Türkiye olduğunu ilan etti. Fakat savaşı sona erdirecek bir anlaşma yapılacaksa, o da Putin ve (ümidi o ki) mütevazı Amerika arasında olacaktır.
Daha muhtemel olanı ise Esad rejimi başkentin kontrolünü kaybedene dek savaşın devam etmesidir ne yazık ki.
Kaynak: The National (BAE)
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı