Suriye’de yağmalandı, Londra’da satıldı: İngiliz antika mağazaları IŞİD tarafından kaçırılan sanat eserlerini satıyor
Mark Altaweel, ne kadar kolay olduğuna şaşırdı. UCL Arkeoloji Enstitüsü’nden bu yakın-doğu uzmanı, Londra’da birkaç saatlik bir araştırmada Irak ve Suriye gibi “ihtilaflı bölgelerden geldiğinin kuvvetle muhtemel” olduğunu söylediği nesneler ortaya çıkardı. Bu parçaların -ilk cam eserler; küçük bir heykel; bazı kemik kakma parçaları- tarihi M.Ö. ikinci ve dördüncü asırlar arasında değişiyor. Altaweel, bu eserlerin bölgenin hangi kısmından geldiğinin çok belirgin olduğunu, buraların şimdi IŞİD tarafından kontrol edilen bölgeler olduğunu söylüyor. O, Londra’da aleni bir şekilde satıldığını gördüğümüz bu eserlerin “durumun vahametini gösterdiğini, bizim sadece buzdağının görünen kısmını gördüğümüzü” söylüyor.
Konu hakkındaki endişeler korusuna bu hafta Unesco da eklendi. Unesco, Irak ve Suriye’de yağmalamaların “endüstriyel ölçekte” olduğu uyarısında bulundu. Bu da bölgedeki yıkıcı ihtilafta bir başka üzüntü konusudur. Medeniyetlerin beşiği olan Mezopotamya, dev bir arkeolojik sitedir. İlk şehirler orada kuruldu ve orası Roma, Yunan, Bizans ve İslam dönemlerinden hazineler barındırır. Bugün, kültür mirası durumundaki yerlerin yağmalanması, yüzlerce kaçak kazıyla uydu haritalarında da görülüyor. Bazı medya kuruluşları, bu gelir akışının örgütün (petrol satışlarından sonra) “en büyük ikinci gelir kaynağı” olduğunu bildiriyor. Kesin olan şudur: IŞİD, Nemrut gibi Unesco’nun kültürel miras yerlerini tahrip etmesini vahşice belgelerken, antikaların yağmalanmasından elde ettiği kârlar, onun dünyada en zengin terör örgütü olmasını sağladı.
Glasgow Üniversitesi’nde İskoçya Suç ve Adalet Araştırma Merkezi’nden (SCCJR) Neil Brodie, koordineli stratejiler ve ortak çabalar olmadığı için şimdiye kadar meseleyi çözme teşebbüslerinin etkisiz olduğunu söylüyor. O, “Bu mücadele kolay değil, ucuz da değil” diyor ve ekliyor: “İnsanlar satın almazsa kimse kazı yapmaz. Bu malzemeler iyi satılıyor.”
Dünyanın en büyük antika pazarlarından biri olan Londra’nın, yağmalanan mallar için doğal varış noktası olduğu düşünülüyor. Altaweel, şehirde yaptığımız araştırma için antika koleksiyoncusu olarak davrandı. O, rolünde çok inandırıcıydı ama böyle davranmak hiç de kolay değildi. Altaweel, antika koleksiyoncularını ya da daha ziyade bir kavram olarak bu ticareti hiç sevmez. O, antikaların “özel koleksiyonlar için alınıp satılmaması gerektiği” düşüncesindedir.
Altaweel’in bölgeye olan ilgisi mesleki olduğu kadar şahsidir de: O, Bağdat’ta dünyaya gelen ve Basra’da yaşamış bir Amerikalıdır. Biz, ilk konuşmamızda birkaç dakika içinde onunla ilgili biyografik bilgileri aldık. Aynen birinin soyadının sizinle aynı bölgeden olup olmadığından kuşkulanmanızda olduğu gibi… Altaweel, Irak’ın en eski kazılarına liderlik eden ve bugün de büyük ölçüde mesleğiyle bahsedilen nüfuzlu Iraklı arkeolog Fuad Sefer’in akrabasıdır (ve ondan ilham alır). Altaweel, ailesi 1980’lerde, daha o yedi yaşındayken Irak’tan ayrılsa da sık sık ülkeye döndü ve akrabalarını ziyaret etti. O, Mısır’dan İran’a, Türkiye’den aşağıda Yemen ve güney Arabistan’a kadar yakın doğu bölgesindeki ülkelerin çoğunda çalıştı. Buna, Irak ve Suriye’de yaptığı sayısız arkeolojik kazılar da dahil. O, yağmalanan hazineler için yaptığımız araştırma sırasında ara sıra, geçmişte tam da şimdi tespit ettiğimiz nesnelere benzeyen nesneleri “kazı yaparak çıkardığını” belirtti.
Gelen birkaç bilgi ve internette yaptığımız aramalar sonrasında, birkaç başarısız deneme akabinde Londra’nın merkezindeki satıcılarda bazı küçük antika eserler buluyoruz. Çok sayıdaki nesneyi gözden geçirmek gerekiyor ama Altaweel bu konuda hızlı. Gözleri, cam, madeni paralar, kaplar, küçük heykeller, lambalar, yuvarlak mühürler gibi çeşitli parçaların üzerinde dolaşıyor ve bakışları ilgisini çeken bir nesnenin üzerinde toplandığında yüzü aydınlanıyor. Araştırmamızın gayesinin zıddına, bu antikaları bulmak ve incelemek çok heyecan veriyor. (İlk satıcıya “Eldiven takmam gerekiyor mu? diye soruyor. Takması gerekmiyormuş. Bu piyasa, arkeolojik alanların aksine bundan rahatsız olmuyor.) Altaweel’in satıcılarla konuşmaları, eserler üzerinde yorum yapınca uzmanlığını ortaya koyuyor. Bir tüccar “Bunların hepsi Hindistan’dan” diyor, Altaweel hemen “Ben bunların yakın doğuya ait olduğunu sanıyorum” diye düzeltiyor. Bir başkası, “Bu parçalar İslam döneminden geliyor” deyince de Altaweel, “Sanmıyorum” diye konuşuyor. Bu, arkeolojik yalanlar dile getirildiğinde hemen bu yalanları bertaraf etmek üzere hazırlanmış bir gösteriyi seyretmek gibi oluyor.
Altaweel, parçaların şimdi IŞİD tarafından kontrol edilen bölgelerden gelmiş gibi göründüğünü söylediğinde satıcılar parçaların kökeni konusunda şüpheye yol açacak beyanlarda bulunuyorlar. Bir satıcı, Suriye’den ve IŞİD’in halifelik ilan ettiği bölgeden geldiği hemen hemen kesin olan bazı parçalarla ilgili olarak, bunların birkaç ay önce, malların bir aile koleksiyonundan alındığını söyleyen bir satıcı tarafından getirildiğini ifade ediyor. Bir başkası, Altaweel’in ya Irak ya da Suriye’den geldiğini söylediği küçük bir heykelin müzayededen satın alındığını iddia ediyor. Bunların hiçbirinin belgesi yok.
Yakın doğu nesneleriyle dolu küçük ve sessiz bir dükkanı olan cana yakın bir satıcı, kendisine kısa bir süre önce muhtemelen Ürdün’den gelen bazı cam parçalar getirildiğini söyledi. Altaweel daha sonra bana, “Bunlar kesinlikle Ürdün’den değil. Ben bunların Suriye’den kaçırıldığından şüpheleniyorum” dedi. Altaweel, onun bize gösterdiği parçanın -250 sterline satılan kupa ya da cam kap- tamamen bölgeye mahsus bir eser olduğunu söyledi. O, “Bu parça ilk camlardandır ve sadece belli bölgelerde toplanmıştır” dedi.
İhtilaflı antika eserler konusunda uzman olan Sam Hardy, bu tür senaryoların yaygın olduğunu ifade ediyor. Genel davranış, bu antika eserin uzun süredir ailede olduğunu iddia etmektir. Böylece eserin yakın bir zamanda kaçırılmamış olduğu belirtilmiş olur. Muhtemelen elindeki antikalarla satıcıya gelen şahıs isminin gizli kalmasını istemiştir. Ya da belki de bu parçalar, yakın bir zamana kadar Ürdün ya da Lübnan’da özel bir koleksiyonda bulunuyordur. Bu hazinelerin ihtilaf sırasında ülkeden kaçırıldığını nasıl ispatlayabilirsiniz?
Hardy, “Bu endüstri güvene dayanıyor” diyor. “Satıcıların hiçbir kayıt tutmamaları, alıcıların yanlış bir iş yapıldığına dair herhangi bir delil olmadığına ikna olmalarını kolaylaştırıyor.” Bunun sonucunda da çalıntı antikaların ticaretiyle mücadele konusunda kolluk kuvvetlerinin işi zorlaşıyor.
Ohio’da Shawnee Eyalet Üniversitesi’ndeki Suriyeli arkeolog Amr El Azm’a göre, IŞİD bölgede geniş alanları ele geçirdiğinde bölgede zaten mevcut olan kaçak kazı pratiğini de uhdesine aldı.
Yağmalamalar 2014’e kadar çeşitli silahlı gruplar, fertler ya da Suriye rejimi tarafından yapılıyordu.
IŞİD için küçültücü Arapça kısaltmayı kullanan El Azm, “DAEŞ gelince yağmalamaları ele aldı ve bunu kurumsallaştırdı” diyor. “Böylece yağmalama bunların yönetiminin bir parçası, gelir getiren bir iş oldu. Yağmalamalar daha da yoğunlaştı, arttı, organize hale geldi.”
El Azm, mahalli Suriyeli eylemciler tarafından toplanan bilgileri kullanarak, IŞİD’in başlarda “lisanslı” olarak kazı yapanlardan yüzde 20 vergi aldığını tespit etti. Grup, 2014 ortalarında, kazılar için sözleşme yapmaya başladı. Ama IŞİD aynı yılın sonbaharında, “kendi arkeologlar ve kazı ekiplerini tutmaya ve kazı makineleri kiralamaya başladı. İşte yağmalama faaliyetlerinin zirveye çıkması da bununla oldu.” Bu ticaret, IŞİD’in yatırım yapmasına yetecek kadar kârlıydı. Tüm bunlar, IŞİD hedeflerine karşı ABD liderliğindeki koalisyon tarafından yapılan bombardımanlara denk geliyor, zira bu bombardımanlar örgütün zaptettiği bölgelerde petrol, canlı hayvan ve tarım gibi diğer gelir kapılarını kesti. El Azm, IŞİD’in lisanssız olarak yağmalama yapanlara ceza vermeye başladığını söylüyor. Grup, satıcılar ve aracıları kontrol etmeye, piyasayı anlamaya, hangi sanat eserinin daha yüksek fiyattan satılacağını öğrenmek için internette araştırma yapmaya başladı.
Yağmalanan antikaların ticareti yeni değil. 90’ların ortalarında ses getiren baskın ve yargılamaların bir sonucu olarak, soruşturmacılar bu tür nesnelerle ilgili geleneksel ticaret rotasını belgelediler. Yakın doğudaki nesneler, ilk olarak Türkiye ya da Lübnan’a geliyor, daha sonra da oralardan İsviçre, Almanya ve daha az yaygın olarak da İtalya’ya götürülüyor.
Adli arkeolog olarak SCCJR ile çalışan Christos Tsirogiannis, şöyle diyor: “Kanunsuz nesneleri kaçırıp bunların ticaretini yaptığını bildiğimiz çoğu antika satıcısı Cenevre, Basel ya da Zürih’te ikamet ediyor. Almanya da kanun dışı tüccarların öyle ya da böyle gaye ve maksatlarına ulaştığı bir ülke olarak zikredilebilir.” Tsirogiannis, Avrupa’daki bu varış yerlerinin kanunsuz malların aklandığı yerler olduğunu söylüyor. Burada mallar el değiştiriyor, daha sonra Londra ve New York’taki müzayede evlerinde satmak için kullanılmak üzere kanıt niteliğinde belge oluşturmak için mallar satıcıdan koleksiyoncuya geçiriliyor.
Diğer uzmanlar da Suriye ve Irak’ta yağmalanan mallar için bugün benzer rotalar kullanıldığını düşünüyor. University Campus Suffolk’ta arkeolojik miras profesörü olan David Gill, “Piyasa bu şekilde çalışıyor” diyor. Yağmalanan mallar “Türkiye ve Beyrut üzerinden geliyor, sonra da konteynırlarla kim bilir nerelere gönderiliyor.” O, Londra’ya geldiği zaman da objenin “Avrupa içinde belgesinin olduğunu” söylüyor. (Bu, yüksek değerdeki nesneler için muhtemel bir senaryodur. Bu durumda belge arzu edilen bir şeydir. Ama belgesiz parçalar da Avrupa piyasalarında dolaşıyor.)
BBC şubat ayında konuyu ele aldığında, Türkiye’nin güneyinde bir kasabada bir aracıyı belirledi. O, Skype üzerinden yapılan mülakatta sanat eserlerini gösterdi ve bunların birkaç ay önce Suriye’nin doğusunda IŞİD kontrolündeki Rakka’da yapılan kazılarda çıkarıldığını iddia etti. BBC’ye bu nesnelerin Batı Avrupa’ya gideceğini söyledi. O, “Türk tacirler bunları Avrupa’daki satıcılara satıyorlar” dedi. “Arıyorlar, fotoğraflarını gönderiyorlar… Malları kontrol etmek üzere Avrupa’dan insanlar geliyor ve malları alıp götürüyorlar.” Aynı araştırma haberde Beyrut’ta da elinde büyük ihtimalle Suriye’de yağmalanan gerçek Bizans ve Yunan mozaikleri olduğunu söyleyen bir satıcı belirlendi. Bu satıcı, Türk aracı ve uluslararası hırsızlık konusunda Lübnan büro başkanı, hep birlikte BBC’ye bölgede yağmalanan mallar için asıl piyasanın Avrupa olduğunu ifade ettiler. Bu arada, Sunday Times tarafından 2013’te yapılan gizli bir araştırmada da eski Roma şehri Palmira’dan (geçenlerde IŞİD’in kontrolüne geçti) kaçırılan arkeolojik hazinelerin Lübnan’da karaborsada satıldığı tespit edilmişti.
Ama neyin, nereye, nasıl kaçırıldığını tam olarak bilmek mümkün değil. Yağmalanan malların internet üzerinden ya da özel koleksiyoncularla tesis edilen bağlantılar üzerinden satılıyor olması da mümkündür. Sam Hardy, internette satış yapanların gizli kalmaya çalışma gibi bir endişelerinin olmadığını söylüyor. O, akıllı telefonlardaki hızlı mesajlaşma hizmetlerine işaret ederek, “Bağlantı kurmak için eBay’i kullanıyorlar ya da Skype, WhatsApp veya Kik’i kullanarak satış yapıyorlar” diyor. Konu hakkındaki bazı uzmanlar da antika koleksiyoncularının sabırlı olabildiklerini ifade ediyorlar: Cebinde bol miktarda parası olan alıcılar, çalıntı malları satın alıp yıllarca bekleyebilir, bu malları konunun sıcaklığı geçince piyasaya sürebilir.
Unesco’nun antikalar konusundaki sözleşmeleri 1970’ten beri yürürlüktedir. BM Güvenlik Konseyi, terör grupları tarafından gelir kapısı olarak kullanılmasını önleme ümidiyle bu sene şubat ayında, 2011’den itibaren Suriye’den, 1990’dan itibaren de Irak’tan kanunsuz olarak çıkarılan sanat eserlerinin ticaretini yasakladı. Ama her iki ülkedeki mevcut karışıklık sebebiyle bu yasağı uygulamak hemen hemen imkansız. Varış yeri ülkelerinde de bu nesnelerin ne zaman ihtilaf bölgelerinden çıkarıldığını tespit etmek kolluk kuvvetlerine kalıyor. Chicago’da DePaul Üniversitesi Hukuk Koleji’nden kültürel miras konusunda uzmanlaşan avukat Patty Gerstenblith, “Delil eksikliği bir şekilde satıcıların kazanacağı anlamına geliyor” diyor. Çıtanın yüksek oluşu sebebiyle, yetkililer genelde konuyu mahkemelere intikal ettirmek yerine mallara el koymakla yetiniyorlar. Bazı satıcılar, elde edecekleri büyük kazançları göz önüne aldıklarında süreç zarfında bazı sanat eserlerini kaybetmeyi göze alabilirler. Gerstenblith, ABD yetkilileri tarafından Mısır sanat eserlerine Miami’de, Irak’a ait parçalara New York’ta ve Kamboçya nesnelerine Los Angeles’ta el konulması örneklerinden bahsediyor, bunların hiçbirinde adli takibat teşebbüsü olmadı. O, bazı görevlilerin, satıcı kendilerine bir hikayeyle geldiğinde malın menşei konusunu bilerek göz ardı edebileceğini savunuyor. “Fazla soru sormuyorlar. ‘Peki tamam. Sözünüze inanıyorum” diyorlar. Satıcının, malın kanunsuz olduğunu bilmediği kanaatine varmak için bu yeterli oluyor.”
Ama Uluslararası Sanat Eserleri Geri Kazandırma kurumu yöneticisi Christopher Marinello, kısmen medyanın son zamanlarda gösterdiği ilgi sebebiyle, şimdi satıcıların Suriye’den gelen mallara şüpheyle baktıklarını söylüyor: “Ünlü satıcılar ve müzayede evleri, menşei şüpheli olan antikalar geldiğinde artık doğruyu yapıyor ve doğru sorular soruyor.”
Diğer uzmanların yanı sıra Gerstenblith, sorunun bir kısmının, kolluk kuvvetlerinin meseleyi yeterince ciddiye almaması olabileceğini söylüyor. Belki kaynak yetersizliğinden geliyor ama öyle görünüyor ki, yağmalanan mallara şu an için yüksek öncelikli bir mesele olarak bakılmıyor. Scotland Yard’ın Sanat ve Antikalar Birimi, Suriye’den gelen antika eserler konusunda halen üç soruşturma sürdürdüğünü bildiriyor. Birim şöyle ilave ediyor: “Bu soruşturmaların ikisinde sınırlamalar var. Şimdiye kadar herhangi bir tutuklama olmadı.”
Bu arada, alıcılar bu tür antika eserlerin satın alınmasının Orta Doğu’da savaş ve teröre geçit verdiği mesajını henüz almış değil. “Bunlar kanlı antika eserlerdir” diyen Altaweel, yağmalanmış malların ticaretinin sona erdirilmesi için kültürel miras davası kapsamında yapılan girişimlerin henüz sonuç vermediğini ilave ediyor. “Şu anda daha çok işe yarayacak şey, bu ticaretin ölümleri finanse ettiğini söylemektir.”
Kaynak: Guardian
Dünya Bülteni için çeviren: Arif Kaya