Sınırdaki son çatışma, Türkiye’nin Suriye’deki 19 aylık iç savaşta hayal kırıklığı yaşayan bir izleyiciden faal katılımcıya dönüşünün nişânesidir. Türk yetkililer, savaş arzusu taşımadıklarını ısrarla vurguluyorlar; Türk askerlerinin Beşşar Esad kuvvetlerine karşı bir kara harekâtı yapma ihtimalleri pek yok gibi. Ancak artan çatışmaların kendi ivmesini yaratması ve Türkiye’nin, Esad’ı silahla devirme mücadelesine dahlini artırması tehlikesi var.

Genelkurmay Başkanı Necdet Özel 10 Ekim 2012’de Suriye tarafından 900 kilometrelik ortak sınır boyunca Türk topraklarına bomba düşmeye devam ederse askeri tepkinin artacağını belirtti. Necdet Özel’in uyarısı, Akçakale’ye Suriye’den bomba düşmesi ve beş sivilin hayatını kaybetmesi sonrasında oldu. Türkiye, top ateşiyle Suriye’de konuşlu Esad kuvvetlerine derhal cevap verdi. Bir sonraki hafta Suriye’den Türkiye’ye en az bir top mermisi daha düştü. Türkiye her seferinde topçu ateşiyle karşılık verdi.

Ketlenmiş emeller

2010 sonlarında başlayan halk ayaklanmaları Arap dünyasını süpürmeden önceleri iktidardaki AK Parti, Suriye’yi bölgedeki en yakın müttefik olarak görüyordu. İki ülke vize şartını kaldırmış, ortak kabine toplantıları düzenlemişti. Esad ve ailesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın davetlisi olarak Akdeniz’deki Bodrum’da tatil yapmışlardı. Fakat Ankara bu ilişkiyi asla eşit ortaklık olarak görmüyordu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ortadoğu’yu Türk nüfuz küresine çevirme emelinin merkezi bir unsuru olarak görüyordu Suriye’yi.

Suriyeli göstericiler 2011 Mart ayında sokaklara döküldüğünde Erdoğan başta Esad’ı destekledi ve sık sık Suriye’ye seyahat ettiğini, halkın cumhurbaşkanını ne kadar sevdiğini bizzat gördüğünü söyledi. Fakat Türk yetkililer kapalı kapılar ardında Esad’ı reform yaparak halktaki hoşnutsuzluğu gidermeye zorladılar. Esad bu tavsiyelere kulak asmadığı gibi İran’la aynı safta yer almaya başladı. Ankara’nın Tahran’la ilişkilerinin keskin bir inişe geçtiği ve asırlık mezhepçi önyargıların ve şüphelerin yeniden nüksettiği bir vakitte yaşandı bu. Türk gururuna ve AK Parti’nin bölgesel üstünlük rüyalarına vurulan darbe, Irak’ta merkezi hükümet gitgide Şii yanlısı politikalar izlemeye başladıkça yoğunlaşan bir Şii kuşağının Türkiye’nin güneyinde belirmesi ihtimaliyle birleşerek şiddetlendi.

Türk hükümeti Esad’la arasına mesafe koymaya başladı. 31 Mayıs 2011’de, Suriyeli muhalif grupların Antalya’da konferans düzenlemelerine izin verdi. Müteakip aylarda Türkiye’nin Suriyeli muhaliflere verdiği destek arttı ve daha açık hale geldi. Hür Suriye Ordusuna bağlı unsurlar Suriye’deki şiddetten kaçanlar için Türkiye’de kurulan mülteci kamplarında açıkça faaliyete geçtiler. Türkiye, Hür Suriye Ordusuna silah kanalı da oldu; S.Arabistan ve Katar’ın mâli desteğiyle uluslararası pazardan satın alınan silahlar Türkiye aracılığıyla ayaklanmacılara sevk edildi. Erdoğan 2011 Kasım’ında Esad’a görevden ayrılma çağrısı yaptı.

Türk hükümetinin Esad’a inancını yitirmesi, bölgesel emellerine hâkim olmasıyla sonuçlanmadı. Esad’a karşı savaşan gruplar arasında bölünmeleri göz ardı etmesine bakınca, Suriye muhalefetiyle ilişki kurmayı geleceğe yatırım olarak görüyor; mevcut rejimin hızla düşeceği ve yeni bir hükümetin Ankara’yla aynı safta yer tutarak Türk desteğine minnettarlık ifade edeceğini hesaplıyor gibi. Suriyeli mülteciler 2011 yazında Türkiye’ye gelmeye başladıklarında Türkiye, mültecilerin ihtiyaçlarını kendisinin karşılama yeteneği olduğunu ispatlama endişesiyle uluslararası yardım tekliflerini geri çevirmişti.

Ancak Türkiye’nin başlardaki iyimserliği çok geçmeden yerini hayal kırıklığına ve sabırsızlığa terk etti. Rejim kuvvetlerinin yol açtıkları sivil kayıplar ve yanısıra Esad’ın iktidarda kalışının AK Parti’nin bölgesel üstünlük rüyalarını geri püskürtmesi Türkiye’yi hüsrana uğrattı. Davutoğlu 2011 Şubat’ında gazetecilere yaptığı açıklamada Türkiye’nin Ortadoğu’daki her gelişmede kilit ülke olduğunu gururla söylemişti. Esad iktidarda ne kadar uzun kalırsa, bu tür övünmelerde o denli boş görünecektir.

Müttefiklerden yana da hayal kırıklığı

Türkiye’nin hayal kırıklığı artmayı sürdürdü. 22 Haziran 2012’de keşif ve gözlem amaçlı bir Türk F-4’ü Suriye kıyılarında denize düştü ve iki pilot hayatını kaybetti. Suriye yetkilileri uçağın ülke hava sahasını ihlal ettiğini ve uçaksavarla düşürüldüğünü iddia ettiler. Türk hükümeti ise uçak Suriye hava sahası dışındayken füzeyle düşürüldüğünü ve uçağın Suriye sularına düştüğünü söyledi. Davutoğlu uçağın rutin bir görev uçuşu yaptığında ısrar etti her ne kadar uçağın güzergâhını gösteren haritalar Suriye hava savunmasının keşif verileriyle daha bir uyum içinde idiyse de.

Davutoğlu, ABD ve Rusya dâhil bölgedeki hava trafiğini izleyen ve olayla ilgili elinde bilgisi olan diğer ülkeleri bu bilgileri paylaşmaya davet etti. Türkiye Brüksel’deki Nato karargâhında toplantı talep etti ve ittifak üyelerinin uçağın düşürülmesini kınayan bir bildiri yayınlamalarını sağladı. 9 Temmuz’da Necdet Özel, Türk yönetiminin verilecek tepkiler üzerinde çalıştığını ve zamanı gelince Türkiye’nin her büyük devlet gibi gerekeni yapacağını belirtti.

İşin aslı Türkiye hiçbir şey yapmadı. F-4’ün düştüğü şartlar tam olarak açık değil. Bununla birlikte, olay esnasında Suriye hava sahasında olduğuna dair kayda değer delil de var.

Türkiye, Suriye krizine yönelik uluslararası bir eylemin olmayışından dolayı da hayal kırıklığı yaşadı. Ankara, sınırı geçen mültecilerin sayısı artmaya devam ettiğinden dolayı, Suriye’de savaşın evlerini terk etmeye zorladığı insanlara yardım eli uzatılacak güvenli bölgelerin kurulması amacıyla uçuşa yasak bölge uygulaması için bastırmaya başladı. Türk yetkililer, Nato’daki meslektaşlarıyla yaptıkları gayri resmi toplantılarda bu meseleyi gündeme getirerek ittifakın BM Genel Kurulunun vereceği izinle, uçuşa yasak bölge uygulaması üzerinden sorumluluk alabileceğini söylediler. Onları hüsrana uğratırcasına, hiçbir Nato müttefiki bu teklife sıcak bakmadı. Davutoğlu 31 Ağustos’ta BM Güvenlik Konseyine yaptığı hitapta Suriye’de güvenli bölgelerin kurulması çağrısını yaptı. Yeterli desteği sağlayamadı.

Ekim ayı ortalarında Türkiye’deki mülteci sayısı 100.000’nin üzerindeydi. Kamplar dışında en az 20.000 kişinin de Türkiye tarafındaki akrabalarının yanında kaldığı düşünülüyor. Türkiye, topraklarındaki mültecilere yeterli destek vermediği için son haftalarda uluslararası câmiayı sık sık eleştiriyor. Fakat Türk hükümeti, yabancı yardım örgütlerinin ülkeye girişine halen izin vermiyor ve uluslararası câmianın yardım gayretlerine genel mâli destek için para vermesi gerektiğini söylüyor.

Kürt boyutu

Esad kuvvetleri Temmuz ayında kuzeydeki çoğu Kürt nüfuslu birçok şehir ve kasabadan çekildi. Bazı Kürtler Hür Suriye Ordusunda Araplarla birlikte yan yana savaşıyorlar gerçi ama çoğu Kürt örgüt, savaştan uzak durdular ve de facto özerk Kürt bölgesi oluşturmaya çalıştılar. Bu gruplar arasında 1984’ten beri Türkiye’deki Kürtlere daha fazla hak talebiyle silahlı isyan yürüten PKK’nın şubesi PYD de var. PYD, Suriye’nin Türkiye sınırındaki Kürt bölgelerinde kanun ve düzen işlerini üstlendi ve Hür Suriye Ordusunun Esad rejimine karşı silahlı mücadeleye katılma baskısına direndi.

Türk medyası, Esad’ın PKK’yı desteklediğini, PYD kontrolündeki bölgenin PKK saldırıları için üs olarak kullanılabileceğini ileri sürdü. Erdoğan, PKK’nın terör eylemleri için kullanılması halinde PYD kontrolündeki bölgeleri bombalamakla tehdit etti. Aslında Esad’ın PKK’ya destek verdiğinin açık delili yok. PYD, kontrolündeki toprakları PKK saldırıları için kullandırmaya niyetli olmadığını tekraren beyan etti. Gerçekte, PYD kontrolündeki topraklar engebeli arazi değil ve kolayca kontrol edilebilir ki PKK dilese bile Suriye’den Türkiye’ye sızması çok düşük bir ihtimaldir.

Kürt kontrolünde bir bölgenin ortaya çıkması Türkiye’ye yönelik güvenlik tehdidi teşkil etmese de AK Partiye yönelik bir meydan okumadır. PKK militanları Türkiye’ye saldırmasalar dahi cezadan muaf kalarak PYD kontrolündeki topraklarda örgütlenme ve propaganda yapma imkânına sahipler. Uzun vadede ise - ister Esad’la isterse yeni bir hükümetle - Suriye’de özerk bir Kürt bölgesinin pekişmesiyle AK Partinin Türkiye’deki Kürt azınlığa daha fazla dil ve bir miktar kendilerini yönetme hakkı verilmesi baskısına direnmeyi daha güç bulacaktır zira Suriye’deki özerk bölge, Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetiminden sonra Ortadoğu’daki ikinci Kürt toprağı olacaktır.

Türkiye’nin askeri seçenekleri

F-4 uçağının düşmesinden sonra Türk ordusunun Suriye sınırındaki varlığı arttı. Seyyar uçaksavar sistemleri, topçu birlikleri ve zırhlılar yerleştirildi. 3 Kasım’da Akçakale’ye havan mermisi düşmesinden sonra da benzer bir hareketlilik yaşandı; Türkiye bölgeye ilave tanklar, havan topları ve asker kaydırdı. 4 Ekim’de Türkiye Meclisi sınır ötesi kara ve hava harekâtına izin veren tezkereyi onayladı. 8 Ekim’de 25 adet F-16 savaş uçağını Suriye sınırına en yakın üssün bulunduğu Diyarbakır’a gönderdi. 10 Ekim’de tüm Türk uçaklarına Suriye hava sahasını kullanma yasağı getirildi. Moskova’dan Şam’a uçan Suriye’ye ait bir sivil uçak Türkiye semalarında iki Türk F-16’sı tarafından Ankara’ya inişe zorlandı. Türk yetkililer uçağın “yasadışı” askeri kargo taşıdığını söylediler ki Erdoğan buna “mühimmat” dedi. Bu iddia daha sonra atıldı. Türk yetkililer kargoda radar parçaları olduğunu söyleyen bir açıklama yaptılar. Rusya ve Suriye uçağın yasadışı hiçbir şey taşımadığını söylediler. 14 Ekim’de Türkiye hava sahasını Suriye uçaklarına kapattı.

Gerilimin artmasına rağmen Türkiye’nin askeri seçenekleri sınırlıdır. Nato, Suriye’nin saldırması halinde Türkiye’nin savunmasına geleceğini ilan etti. Fakat Ankara’nın başlatacağı bir askeri harekâta destek vermeyeceğini de açık etti. Türkiye’nin hem silah hem de insan gücü bakımından askeri kabiliyetleri Suriye’ninkinden üstün. Fakat Nato desteği olmaksızın, uçuşa yasak bölge uygulamak veya Suriye ordusuyla temasa geçmek üzere tek taraflı, sürdürülebilir bir askeri harekât yürütmekte  - siyaseten kabul etmenin mümkün olmadığı kayıplar vermeksizin  - zorlanacaktır. Türkiye’de Suriye’ye askeri müdahaleye halk desteği pek yok.

An itibariyle riskler

Akçakale’ye düşen havan mermisinin kasıtlı olarak Türkiye’ye isabet ettiğine dair bir delil yok. Bunun en muhtemel izahı, sınıra yakın bir yerde rejim yanlısı kuvvetler ile ayaklanmacılar arasındaki çatışma sırasında yolunu şaşırmış olmasıdır. Merminin havan mermisi olduğu söylendi yani her iki taraftan da gelmiş olabilir. Ancak Türk yetkililer bunun yalnızca Suriye ordusunca kullanılan 122 mm’lik D-30 mermisi olduğunu iddia ettiler. Türk kuvvetleri, sınırdan 12 km uzaklıktaki Ayn-el Arus’taki Suriye topçusuna ateş ederek cevap verdi.

Merminin düştüğü dakikalarda ve müteakip günlerde Türkiye’ye düşen mermilere gelen atik Türk cevabı, nereden geldiğini kesinleştirme konusunda pek bir teşebbüs olmadığını telkin ediyor. Doğrusu, Türk ordusu yeni angajman kurallarında ateş eden taraf kim olursa olsun, ister kazaen olsun isterse olmasın veya kayıp yaşansın ya da yaşanmasın, Türk topraklarına mermi düşmesi halinde Suriye ordusuna karşılık vermeyi de içerdiğini açık etmişti. Pratikte, Suriye ordusuna sınıra yakın topraklardan çekilme yahut Türk topçusunun hedefi olma şıkkını veriyor bu uygulama.

Son olaylar Türkiye’nin Suriye politikasının yeni ve daha kavgacı bir safhaya girdiğini telkin ediyor. Ankara, Esad rejimi üzerindeki baskısını artırmaya, Hür Suriye Ordusuna Suriye’deki operasyonları için topçu ateşi dâhil desteği artırmaya azimli duruyor.

Türkiye-Suriye arasında bir savaş ihtimali uzak duruyor. Fakat Türk yaklaşımındaki acelecilik kaygı sebebidir. Esad’ın iktidarda kalmasından, Nato müttefiklerinin faal rol oynamayı reddetmesinden ve Suriye’de Kürt bölgesinin serbest kalmasından dolayı AK Partinin yaşadığı hüsranı azımsamak hata olur. Şu an küçük görülebilir ancak sürüp giden hatta artan askeri gerilimlerin Türkiye’yi kendisini kurtarmakta zorlanacağı son derece karmaşık bir çatışmaya sürükleyecek bir ivme yaratması tehlikesi var.

Kaynak: The International Institute for Strategic Studies

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı