Taassup, fitne ve çatışmayı bünyesinde barındıran Arap dünyasındaki mezhepçilik, sadece bazı diktatör rejimlerin sürekli olarak değişim rüzgarına direnmek için kullandıkları bir bostan korkuluğu değil aynı zamanda ebediliği ve değişmezliği oldukça tartışma götüren bir gerçekliktir.
Mezhep ve etnik temel üzerinde inşa edilmiş olan Lübnan, mezhep savaşlarının acısını ilk tatmış ülke iken, görünen o ki mezhepçiliğin uğursuz rüzgarının uğrayacağı son ülke Irak da olmayacaktır.
Örnek teşkil edebilecek üçüncü bir ülke var mı?
Şu ana kadar hayır.
Fakat Suriye'yi Saddam Hüseyin'in düşüşünün ardından Irak'ta yaşananlara benzeterek bu ülkenin kaderini paylaşacağını söyleyen ve Suriye'yi bu konuda aday gösterenler var. Sorulması gereken soru şu: Suriye'de mezhepçilik meselesinin aslı faslı nedir? Rejim, iktidarda uzun süre kalmasını garanti altına alacak mezhebi esaslar üzerine mi kurulmuştur?
Bugünün meselesi budur.
Suriye'de Beşşar Esed rejimine yönelik intifada başlamadan önce ülkede aleni olarak mezhepçilikten bahseden hiçbir hareket ya da gruptan söz etmek mümkün değildi. Suriye sokaklarında fısıltı şeklinde ifade edilen, belki günlük konuşmalarda Suriye yönetimine Alevilerin hakim olduğu yönünde bir yaklaşım gündeme gelmiş olabilir. Ancak bu hiçbir zaman, hatta Müslüman Kardeşler gibi böylesine kutuplaştırıcı ve kolay bir malzemeyi kullanmaya yatkın hareketler tarafından dahi dile getirilip bir siyasi söyleme dönüştürülmemiştir. Bu mezhepçi tavrın siyasal bir söyleme dönüştürülmesi, ne rejimin muarızları ne de –doğal olarak- destekçileri tarafından kabul görmüş bir yaklaşım değil..
Suriye'de hakim olan "alevi azınlık" üzerinde yoğunlaşan eserlerin tamamı yabancılar tarafından kaleme alınmış eserler. Suriye devletini yöneten son üç devlet başkanının (1966 inkılabının güçlü adamı Salah cedid, Hafız Esed ve Beşşar Esed'in) yanı sıra yönetimde etkin olan diğer başka şahsiyetlerin Alevi kökenli olmalarına rağmen Suriyeliler tarafından böyle bir eser yazıldığına dair bir blgim yok.
1966 yılında Baas lideri Emin el Hafız'a karşı yapılan askeri darbeyi yöneten Salah Cedid ve arkadaşlarının dönemini herhangi bir şekilde mezhepçilikle nitelemek mümkün değil. Halbuki bu darbeyi gerçekleştiren ekibin önemli bir bölümü alevi kökenliydiler. Salah Cedid yönetiminin "asabiye"si siyasi ve ideolojik olan üzerine kuruluydu: Giderek Marksist teoriye yaklaşmakta olan Arap milliyetçiliği...
Salah Cedid ve Nureddin Attasi döneminde ortaya çıkan Arap Milliyetçiliği ve Sosyalizm temelli bir yönetim kurarak aynı zamanda Siyonist plana karşı koyma çizgisi, çok kısa süren bu dönemin temel karakteristiği oldu. Ancak aynı şeyi, arkadaşlarına darbe yapan Hafız Esed için -gerek siyasi gerekse ideolojik görünen iki nedenden dolayı- söylememiz mümkün değil: Birincisi Salah Cedid'in aşırı solcu çizgisini tasfiye etmek, ikincisi ise Batı karşıtı söylemindeki tonu azaltmak.
Hafız Esad'ın Salah Cedid ve arkadaşlarına yönelik darbesinin siyasi ve ideolojik nedenlerden mi kaynaklandığı yoksa başka bir şey mi olduğu hususu üzerinde pek fazla durmayacağız; ancak bu, durup üzerinde düşünülmesi gereken bir olgu. Esed kendi dava arkadaşlarına yönelik hem sol ideolojik aşırılığın belini kırmak hem de Batı karşısındaki yumuşak bir tutum takınmak gibi nedenlere dayalı olarak darbe yaptığında bunların yerine mutlaka yeni bir "asabiye" ya da "şeriat" koymalıydı. Tabiat boşluk tanımaz, bir şeyin yerini mutlakta başka bir şey almalıdır. Hafız Esed'in getirdiği bu şeriat, yani kanun, son tahlilde ideolojik aşırılığın geriletilmesi ve kısmen de radikal sosyalist uygulamalardan zarar görmüş toplumsal kesimlerin itibarının iadesi, bir de kişiye tapıcılığın bunların yerini almasıydı.
Yeni rejimin dayanacağı güçlü bağ, tamamen ideolojik olmayacak daha çok kişisel bağlılık üzerine kurulacaktır, hele hele de bir önceki rejime karşı komplo kurarak onu yıkmışsa.. Şahsi olan genel ya da kamusal olanın yerini, kişisel bağlılık büyük ölçüde ideolojik olanın yerini alacaktır. Yeni düzenin lideri (bu durumda bu lider Hafız Esed oluyor) açısından şahsi, ailevi ve akrabalık bağlarından daha güvenli bir şey yoktur. Özellikle yönetiminin son yıllarında giderek daha net bir şekilde ortaya çıkmaya başlayan mezhebi bağlar..
Ancak bu, bir mezhebin Hafız Esed'in yönetim üzerindeki gücünü perçinlemesiyle başka bir mezhebin yerine geçtiği anlamına gelmez. Suriye'deki Baas devleti, öyle kendisinden kolay kolay kurtulması mümkün olmayan bağlar üzerine kuruludur.
Bu çerçevede, "Suriye'de Otoriterizm: Toplumla devletin mücadelesi" kitabının yazarı Amerikan araştırmacı Steven Heidmann, Suriye toplumunun devlet tarafından "yutulması"nın ülkede ilk kez 1963 yılında Baas'ın yaptığı darbeyle başladığını, yeni rejimin kurduğu yapının Hafız Esed'in ölümüne kadar etkinliğini sürdürdüğünü, oğul Esed'in de kendisinden sonra iktidarı devr aldığını ifade ediyor. Modern tarihinde Suriye'de böylesine uzun bir dönem boyunca siyasi istikrarın sağlanmasını temin eden çerçeve nedir?
Heidmann bu soruya şöyle cevap veriyor: Baas Partisi, "demir yumruk" politikasını ve devletin imkanlarını kullanarak şiddet siyasetini, halkçı otoriteryen bir devletin inşası stratejisinin bir parçası olarak hamasetle benimsedi. Baas Partisi içerisinde 1963-70 yılları arasında çekişmelerin ulaştığı düzeye rağmen Baas, süreklilik sağlayan bir yönetimi yerleştirmede ve hatta kendine ait işleyişi olan bir düzen kurma konusunda nisbi de olsa başarılı oldu. Baas Partisinin Suriye toplumu üzerindeki yumruğunu kendisi aracılığıyla daha da tahkim ettiği şey, "mevcut kurumsal durumun kapsamlı bir şekilde yeniden düzenlenmesi"nde temsil olunmaktaydı. Böylelikle Suriye toplumunun geniş kesimlerini kendi içinde eritme ve aynı zamanda toplum üzerinde hakimiyet kurmayı hedefleyen siyasi ve toplumsal kurumlardan oluşan devasa bir düzenek kurdu.
Suriyeli bu kurumları, okula girer girmez içselleştirmeye başladı. "Baas Öncüleri" Birlikleri, "Devrim Gençliği", Öğrenci ve İşçi Birlikleriyle meslek odaları bunların başlıcalarıydı. Bütün bu yapılar Baas partisine bağlıdır. Ancak Heidmann, Suriye'de hayatın bütün kesimini kuşatan sosyal-siyasi sendikal yapıyı Baas Partisi Rejimi'nin varlığını devam ettirmesinin temel nedeni olarak görmektedir. Ancak o, Hafız Esed döneminin tanık olduğu güvenlik kurumlarının karmaşık yapısını ve topluma yönelik nüfuzunu görememiştir. Bu konuya bir sonraki makalemde dönmeyi düşünüyorum. Modern dönemde Suriye'deki siyasi istikrarın bu kadar uzun sürmesini sağlayan şey Baas Partisi'nin ürettiği mobilizasyon ve toplumsallaştırma olguları değil, gerek uluslararası alanda gerekse Arap ülkeleri içerisinde güvenlik aygıtının topluma tahakküm ve nüfuz etmede en başarılı yapıya sahip olmasıydı. Hafız Esed gibi içerde ve dışarıda meydan okumalarla karşı karşıya kalan biri için Baas Partisi bağlantısı, kendisine duyulan güvenin gerçek veçhesini teşkil etmiyordu. Tam tersine şahsi bağlılık esası üzerine yükselen ailevi ve mezhebi bağlardı bunu mümkün kılan. Olmayan bir şeyi uydurmak ya da kindar mezhebi tutumları körüklemek anlamında söylemiyorum ama güvenlik güçlerinin üst düzey sorumlularının ezici çoğunluğu, silahlı kuvvetlerin üst düzey yöneticilerinin tamamına yakını, Alevi taifesine mensupturlar. Bu yaygın bir hakikat olup bakanların çoğunun ya da hükümet başkanının farklı etnik ve mezhebi kesimler arasında dağılmış olması bu hakikati değiştirmez. Suriye'deki durumla ilgili analiz yapan bazılarının söylediği gibi Suriye toplumu, Lübnan ya da Irak gibi bir mozaik teşkil etmemektedir. Suriye toplumunun üçte ikisi tek bir mezhebi ve etkin kökene dayanmakta olup bu kitle (Sünni Araplardan bahsediyoruz) kendisini siyasi düzeyde hiçbir şekilde ifade edememektedir.
Mezhepçilik Suriye'de siyasi açıdan güçlü kökleri olan bir olgu değildir. Suriye rejiminin Hama'da ve çevre yerleşim yerlerinde seksenli yıllarda işlediği büyük katliama ve Müslüman Kardeşler'le girdiği büyük çatışmaya rağmen söz konusu çatışma, açık bir mezhep çatışmasına dönüşmemiştir. Bu örgütün ayaklanması, o dönemde büyük Sünni kitlenin rejime karşı ayaklanmasına dönüşmekte başarılı olamamış, bu cemaatin dini iddiaları ülkenin toplumsal dokusunda büyük mezhebi bir yarığın oluşmasına yol açmamıştır.
Dehşet verici olan, Suriye'de intifada patlak verdiğinde mezhebi fitneden ilk bahseden tarafın rejim hatta rejimin başı olan Beşşar Esed olmasıdır. Ardından bunu resmi ve gayri resmi düzeyde benzeri açıklamalar takip etmiştir. İşte şimdi biz intifadadan sekiz ay sonra, içerde ve dışarıda kendimizi Suriye'deki iç savaş hayaleti ve mezhep savaş tehlikesi önünde buluyoruz.
Peki bu mezhebi temeller üzerinde yükselen iç savaş iması, medyanın bir abartısı mıdır yoksa bir hakikat mi bunu kestirmek zor.
Alevileri ve diğer dini azınlıkları harekete geçiren ve tahrik eden rejim, intifadanın aktivistlerinin dile getirdiği gibi, kendisinin akıbetiyle ilgili sürekli yaydığı korkunun mutlaka bir karşılığının olması gerekir. Bu da Suriye'deki diğer azınlıkların rejime karşı gerçekleştirilen ayaklanmaya oldukça zayıf bir şekilde katılmalarını bizlere açıklamaktadır.
Başta Müslüman Kardeşler olmak üzere, Suriye'deki muhaliflerin bütün Suriyelileri ülkelerinin geleceği konusunda ikna etme ve herhangi bir belirsizliğe yol açmadan ya da hiçbir şekilde lafı gevelemeden, demokratik ve sivil bir programla kendisi için çalıştıkları Suriye'nin herkes için olduğunu ve bütün vatandaşları kapsadığını açıklamaları gerekir.
Kaynak: el Cezire
Dünya Bülteni içinFaruk İbrahimoğlu tarafından tercüme edilmiştir.