William Shaekspeare'nin en muazzam tiyatro eserlerinden biri de "Venedik Taciri"dir. İtalyalı Yahudi bir tüccar olan Venedik Taciri'nin adı Shylock'tur. Rakibi tüccar Antonio, kendisinden üç bin sterlin borç almıştır ancak Shylock aralarında akd ettikleri anlaşmada alışılmadık bir şart ileri sürmüştür. Belirlenen süre içerisinde Antonio borcunu ödemezse, vücudundan bir parça et kopartılacaktır. Antonio borcunu zamanında ödeyemediğinden öykü, Shylock'un Antonio'nun bedeninden bir parça kopartma hususundaki talebine yaklaştığı dramatik bir yargılama süreciyle devam eder. Borcia adlı erkek kılığına girmiş bir bayan, Antonio'nun avukatlığını üslenip onu gayet zekice savunmasa, Shylock neredeyse amacına ulaşacaktır. Ancak kızın zekice savunması, Venedik Taciri'ni kan içici vampirin elinden kurtarmıştır.

Rusya'nın BM Güvenlik Konseyi'nde günlerdir yaptıklarını izlerken "Venedik Taciri" adlı tiyatroyu hatırladım. Rusya, Çin'le birlikte Beşşar Esed'in halkının kanını daha fazla akıtması için veto hakkını şımarıkça kullandı. Halbuki, Konsey'e üye bütün devletler karar lehine oy kullanmışlardı, arkasında bütün Arap ve Avrupa devletleri bulunmaktaydı. Aynı şekilde 120 devlet, Şam'daki kan içiciyi durdurmak için gerekli önlemlerin alınmasını destelediklerini ifade ettiler. Suriye Ulusal Meclisi üyelerinden biri Rus diplomatından şu sözleri aktardı: "Suriye'de iç savaş olsun fark etmez, bu sizin sorununuz, bizim sorunumuz değil."

Rus diplomat dürüst ve diplomasinin iki yüzlülüğünden kendini sıyırabilmiş olsaydı şunu da eklerdi: "Biz, Beşşar'a daha fazla silah satabilmek amacıyla ülkenizde iç savaş yaşanması için elimizden geleni yapacağız."

Rus yönetiminin sergilediği vampirlik ve kan içicilik karşısında Tacir Shylock'un suçu bana gayet hafif geldi. Aralarında karşılaştırma yaptığımda taş kalpli İtalyan Tacir Shylock, Rus Tacir Vladimir Putin ve Rusya'ya KGB demokrasisiyle hükmettiği uşağı Medvedev'e kıyasla bana son derece merhametli göründü.

Bu karşılaştırmanın genel özelliklerini aktarmak gerekirse;

Birincisi: Shylock, insanları öldürmek için silah ticareti yapan silah tüccarının sahip olduğu kan içiciliğe ve hırsa sahip değildir. Ancak Putin, tam anlamıyla bir silah tüccarıdır. Külüstür Rus silahının satışı, Putin için Esed'e bağlı ölüm makinelerinin her gün katlettiği Suriyeli gençlerin canından çok daha önemlidir.

İkincisi: Shylock, tek bir insanın bedeninden bir parça et koparmak isterken Putin, taka silahlarının satışı karşılığında Suriyelilerin bedenlerin tonlarca et koparmak istemektedir. Sadece bu bile Rus silah tüccarıyla karşılaştırıldığında insanlığın onur tacının Venedik tacirinin başına konması için yeterlidir.

Üçüncüsü: İtalyan Taciri'ni paradan başka bir şey ilgilendirmemektedir. Ancak Rus silah tüccarı, paraya olan tamahı yüzünden tarihin tozlu sayfalarında nostalji yapmakta, Uluslararası hegemonya vehimleri yaşamakta, siyasi nüfuz yanılgısına düşmekte, büyük devlet hülyaları, ülkesinin sınırlarının bitiminde sarsılırken, bu yanılgıyı Arapların cesetleri üzerinden beslemeye çalışmaktadır.

Rus silah tüccarı Vladimir Putin, halen soğuk savaş psikolojisiyle hareket etmekte, soğuk savaş rüyasını, Arap coğrafyasının kıyılarında olduğunu düşlemektedir. (Mesela Rusya, Tartus'taki askeri üsse tamah etmektedir.) Aslında Arap Baharı'nın anlamını ve bu baharın Arap coğrafyasında siyasi karar mekanizmasının bağımsızlığına etkisini kavramaktan acizdir. Gelecekte Arap ülkelerinde kendisine bir yer edinmek ya da nüfuz kazanmak isteyen herkes, Arap halklarının iradesine saygı göstermek dışında bir çıkış bulamayacak, halkı köleleştiren ve boğazlayan yöneticilerle ilişkilerini kesmesi gerekecektir.

Açıktır ki Amerikalılar ve Fransızlar Arap Baharı'nın sonuçlarını kavrama noktasında Ruslar'dan çok daha üstün bir performans sergilemiştir. Amerikalıların ve Fransızların Mısır ve Tunus'taki kayıpları daha fazla olmasına rağmen, Fransızlar, gayet centilmen bir tavırla Tunus diktatörünün düşüşünü kabullenmiş, Amerikalılar Mübarek'in düşüşünü saygıyla karşılamışlardır.

Batılı güçler, bölgenin gerçeklerini daha iyi bildiklerinden Rus silah tüccarından çok daha fazla uzak görüşlülüğe sahiptirler. Bu yüzden Amerika ve Avrupa, engellemeyecekleri bir şeyi kabullenmiş, güç yetiremeyeceği şeye eyvallah demeyi bilmişlerdir. Ancak Putin ve arkadaşları, soğuk savaş döneminden kalma zihniyetleri, akıl tutulması yaşamalarına neden olduğundan, sökmekte olan Arap şafağını durdurabileceklerini, halkların kalbinde hiçbir yeri olmayan kan içici diktatörleri destekleyerek halkları özgürlüğünden mahrum bırakabileceklerini sanmaktadırlar.

Bundan tam bir yıl önce Tunus'un Sidi Buzid şehrinde Araplar kaderlerinde büyük bir değişim yaşadılar. Bunu gördükten sonra Amerikalılar ve Avrupalılar, Arap ülkelerinin bundan sonra halkların çıkarlarının gerektirdiği bazı mevzi durumlar haricinde, büyük güçlerin nüfuz aracı olmayacaklarını anladılar. Diktatörlerin değil halkların iradeleri üzerinde yükselen ülkelerin yeni çağa hazır olduklarını gösterdiler. Daha da önemlisi artık bu ülkelerle ilişkilerini tepeden inmeci bir tavırla değil, eski köhne bağların da ötesinde eşitler arasında yeni bir ilişki tesis edebileceklerini gördüler. Ancak Rus silah tüccarı, Arap insanının kendisine ve başkalarına bakışındaki büyük dönüşümü, içerdeki diktatörlüğü ve dışa karşı köleliği yok etme mücadelesini görmezden gelmektedir. Kayıplar ve zarar ne olursa olsun, Arapların bu yoldan dönüşü mümkün değildir.

Rus silah tüccarı Vladimir Putin'in Arap Baharı karşısındaki tavrı, aslında bir parça Rusya'da kendi pozisyonuyla ilgili kaygıyı da beraberinde taşımaktadır. BM Güvenlik Konseyi Suriye kararını tartışırken, onbinlerce insan önümüzdeki ay Moskova'da Putin'in başkanlığa gelmemesi için sıfırın altında dört derecede gösteriler yapmaktadır.

Arap Baharı'nın, diktatörlükten illallah eden diğer bütün halklar gibi Rus halkına da ilham verdiği herkesçe bilinmektedir. Putin'in Arap Baharı'na olan düşmanlığı büyük ölçüde şahsi düşmanlığa dayanmakta, zira Rusya içerisindeki sıkıntılı konumunu zayıflatmamak için Arap ülkelerindeki özgürlük taleplerine meşruiyet kazandırmaya yanaşmamaktadır.

Putin, Rusya'yı on iki yıl boyunca başkan olarak yönetti. Ardından hizmetçisi Medvedev'i yerine oturttu, başbakan olarak yanında görevini sürdürdü. Bu da Rusya'da demokratik tecrübenin kırılganlığını, arkasında maskeli diktatörlüğü saklayan şeffaf yamayı gayet güzel bir şekilde ifşa etmektedir. Rus silah tüccarının Suriyeli kan içici diktatöre kol kanat germesi şaşılacak bir durum değildir, ikisi de özgürlükler çağında diktatörlük hülyaları görmektedir.

Arap halklarının Rusya'ya net bir mesaj vermesi gerekiyor, o da şudur: Rusya'nın Arap ülkelerindeki çıkarlarının geleceği, Arap halklarının özgürlük taleplerini desteklemesine ve Beşşar Esed'le ilişkisini kesmesine bağlıdır.

Önümüzdeki Cuma'nın "Suriye halkının zafer cuması" olarak isimlendirilerek bütün Arap şehirlerinde Cuma günü insanlar Suriye halkıyla dayanışma gösterse ne güzel olur. Bütün Arap devletleri, Esed yönetiminin gayrı meşru bir yönetim olduğunu ilan edene ve Esed'in ve Putin'in elçileri bütün Arap başkentlerinden kovulana kadar bu Cumaların devam etmesi gerekir, ta ki Sonunda Rus silah tüccarının Arap halklarını aşağıladığını ve bu aşağılamanın da bir bedeli olduğunu anlasın.

Putin ve avanesi, neredeyse yirminci yüzyılın ortalarına kadar giden eski ortaklıktan arta kalan her şeyi kökünden kazıyarak Arap-Rus ilişkilerinde çok kötü bir gedik açmıştır. Ancak Rus halkı, Arap halklarının önemli stratejik, kültürel ve siyasi ortağı olmayı sürdürecektir. Bu halk, Putin ve avanesinin daha doğmadan boğmak istediği demokratik baharın ilk evrelerini yaşayan bir halktır.

Arap halkları, ve Rus halkı dertte ve tasada ortaktır. İki tarafın da görevi, ne kan içici Esed'in ne de silah tüccarı Putin'in bir parçası olduğu, sağlam ilişkiler ve bağlar kurmak için çalışmaktır.

Dünya Bülteni için El Cezire internet sitesinden Faruk İbrahimoğlu tarafından tercüme edilmiştir.