Yeni yıl başlarken Suriye iç savaşa doğru gidiyor. Beşşar Esad'ın, zaten kendi insanından binlercesini öldürmüşken binlercesini daha öldürmeden meşru bir şekilde iktidara tutunabileceğine dair hiçbir mantıklı senaryo yoktur. Birleşmiş Milletler 2011 başlarında ayaklanmanın başlamasından bu yana beş binden fazla kişinin öldüğünü tahmin ederken bu, Esad'ın babası Hafız'ın 1982'de iki hafta içinde Hama'da 20 binden fazla kişiyi öldürmesine benziyor. Beşşar da kendi adına buna başladı.
Tüm uluslararası toplum şimdiye kadar Suriye halkından uzak durdu. Geçen hafta Arap Birliği, silahsız sivillere karşı korkunç vahşete sahne olan Humus'a gözlemci heyeti gönderdi. Gözlemciler, şehirde incelemelerde bulundular, birkaç kişiyle görüştüler ve basına esas olarak şunu bildirdiler: "Ne zulmü? Herhangi bir zulüm görmedik."
Birleşmiş Milletler'de Ruslar ve Çinliler, sivillerin payına ne düşerse düşsün Suriye'ye karşı herhangi bir Güvenlik Konseyi kararını veto edeceklerini açıkça ortaya koydular. Fransızlar yaklaşık bir sene önce New York'ta ikaz etmeye çalıştılar ama kimse bir taahhüt altına girmek istemedi ve Suriye sadece orada bir gündem maddesi olarak kaldı.
NATO da bundan iyi değildi. Suriye'de bazı protestocuların gösterilerde "NATO nerede?" şeklinde pankartlar açmalarına rağmen, Genel Sekreter Anders Rasmussen, ekim ayında örgütün müdahaleye "hiç niyetinin olmadığını" açıkladı. Normal diplomatik inceliklere rağmen, Rasmussen'in ifadesi Suriyeli protestocular için hayal kırıklığı oldu.
Obama Yönetimi, ayaklanmanın başından itibaren olaya müdahale etmeye istekli olmadığını gösterdi. Petrolü ve Batı Avrupa'ya yakınlığıyla Libya başka bir şeydi. Suriye'de menfaatler Libya'dakinden çok daha fazla olsa da Suriye tamamen farklı bir hayvandır.
Beşşar Esad'ın düşüşü, İran rejimi ve onun temellerini sarsar ve İran'ı, yaptırımların hiç yapamadığı kadar tecrit eder. Suriye, tartışmasız bir şekilde İran'ın dünyada en yakın dostu ve müttefikidir. Suriye, Lübnan'da Hizbullah'a para ve silah gönderilmesi için bir kanaldır ve o, İran'ın, danışmanları ve silahlarını İsrail'e çok yakın yere konuşlandırmasına müsaade ediyor.
Bu durumda, Arap Birliği, Birleşmiş Milletler, NATO ve ABD'nin Suriye halkına yardım etme niyeti yoksa Suriye halkına kim yardım edebilir? Açıkçası, bu işi yapmak için sadece Türkiye'nin milli menfaatleri, imkan ve iç siyasi iradesi vardır. Başbakan Erdoğan, Suriyeli mültecileri korumak (ve onların Türkiye'ye akmasını, insani kriz oluşturmasını ve Türklerin işlerini almalarını önlemek) için Suriye toprakları içinde beş kilometrelik "tampon bölge" oluşturulmasına destek ifade etti. Suriye muhalefeti ise 30 kilometrelik tampon bölge istemişti.
Ama şimdiye kadar Türkler, merkezi Türkiye'de olan Özgür Suriye Ordusu ya da Suriye Ulusal Konseyi'ne, Beşşar Esad'ı devirmeye çalışmalarına izin verme dışında gerçek yardım dahil başka hiçbir öneride bulunmadı. Erdoğan sık sık Türkiye'nin bölgede birinci güç olarak yerini aldığından bahseder ama bunu, Akdeniz'de doğal gaz aradığı için Kıbrıs'ı tehdit etmek, Libya askerlerini Türkiye'de eğitmek ve Irak'a "yardım" taahhüdünde bulunmaktan daha fazla desteklemez.
Bu eylemler şu soruyu gündeme getirir: "İşin esası nerede?" Türkiye’nin, gerçek bir bölgesel güç olmakta ciddiyse Suriye gibi bazı daha zor hatta çetin konulara da el atması gerekir. 2012'de ister halk ayaklanmasının genişlemesiyle olsun ister kafasının arkasına sıkılmış bir kurşunla olsun, muhtemelen Beşşar Esad'ın düşüşüne şahit olunacak. Türkiye, yeni Suriye'nin oluşumunda söz sahibi olmak istiyorsa mutlaka sahnede olmalıdır. Şimdi Türkiye'nin liderliğinin zamanıdır. Dünya yakında Ankara'nın vazifeyi üstlenip üstlenmeyeceğini görecek.
Kaynak: Huffington Post
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas