Suriye devrimi yalnızca ülke halkının değil, aynı zamanda ona uzaktan da olsa şahit olanların da devrimi. Ancak gelen haberler ne kadar yakın olursa olsun, televizyon kanalları ne kadar dikkatli davranırsa davransın ve sosyal medya bu konuda ne kadar yönlü olursa olsun, savaş topraklarında yaşananlara dair inançlar farklılık oluşturabiliyor. Bu nedenle ahlaki ikilemi ortaya çıkaran ve bir dereceye kadar üzücü ve utanç verici olan bir soru yöneliyor: Esad rejiminin düşmesi, yapılan bunca fedakârlığa değecek mi?

Bir tarafa en iyi tahminlere göre 60 bine ulaşan ölü sayısını ve bununla beraber gittikçe artan engelli, sakat, sürgün ve göç edenlerin sayısını, bir tarafa da ülkenin alt yapısını yok eden patlamaları, ekonominin çöküşünü, fabrikaların ve dünya miraslarının yok oluşunu koyarsak, tüm bunlardan geriye çok acı bir deneyim kaldığını söyleyebiliriz. Sefalet ve acının, hayati ihtiyaçların en üst düzeye ulaştığı ve insani durumun korkunçluğu ortaya çıktığında ete kemiğe bürünmez. O ancak, çaresizlik şuuru derinleştikçe, zihinler daraldıkça ve katliamların sorumlularının suçları biriktikçe somutlaşır. Çünkü en basitinden bunların hiç biri henüz ölmemiştir.

Bu hayatın bir parçasında derinlerde yatan ölüm isteği var. Bundan daha da kötüsü Suriye'nin bedeninin parçalara ayrılma ihtimali var. Buz dağının görünen kısmında sürtüşmelerin dayanağı mezhep olgusu. Bu düşünce bir yere kadar doğru olabilir. Fakat daha belirgin olan bir şey var. Sürtüşmenin bugün, devrim koruyucularıyla karşısında olanlar kadar aynı mezhebin içinde tarafsız gözükmeye çalışanlar içinde de mevcut olduğu gerçeği.

Burada, ilk olarak rejimin ve temsilcilerinin askeri alandaki katilce başarıları tokat gibi çarpıyor. Öyle ki, Beşşar Esad direk müdahalede bulunup protestocuları ölümle, tutuklamalarla karşı karşıya bırakıp haklarını bir şekilde savunmaya itiyor. Bu nedenle devrimcilerin barikat kurup silahlandırılmaları ve çatışmalarda daha güçlü olmaları için bahaneler oluşturulmuş oluyor.

İkinci olarak devrim mezhep eksenine çekilmeye ve çatışmalar aşırı gruplarla rejimin koruduğu azınlıklar arasında kızıştırılmaya çalışılıyor. Hiç şüphesiz, devrim Nursa cephesi ve onun yardımcıları gibi grupların oluşumuna, bu örgütler ile ilgili yapılan propagandalara doğru kaydırılarak teorilerinin kutsallığına hizmet ediyor. Uluslar arası toplum ise özgür Suriye ordusuna destek sağlamaktan çekinirken, azınlıklara destek devam ediyor ve diğerleri çaresiz bırakılıyor... Ya da en azından öyle görünüyor.

Üçüncü olarak, Suriye devrimi siyasi alanda eriyor ve toplumsal çerçevede büyüyor. Siviller elektrik, gaz ve güvenlik gibi temel ihtiyaçlardan yoksun bırakılıyor ve bugün nerdeyse yok olma durumuna getiriliyor. Ve böylece rejim Suriyelileri daha önceki durumlarına geri dönmeye can attırıyor. Bundan sonra ise, devrimi şehirleri, sivilleri ve tüm ülkeyi kendi varlığı için yok etmeye hazır rejimin karşısında korumak anlamsız kalıyor. Öyleyse devrimi desteklemeye devam mı etmek gerekiyor?

Mesele kendini kırbaçlama meselesi değil. Sadece devrimin ilk gününden bu yana bir takım hatalarının olduğunu vurgulamak. İnsani, siyasi ve etik problemlerin yanı sıra önyargılar neticesinde oluşan zayıflık ve pratik düşünce eksikliği cellada karşı kurban olmaya yol açıyor. Tüm bunların doğurduğu veriler ise daha fazla derinlik ve bugün her günkünden fazla geçerlilik oluşturuyor.

Muhalefet noktasında iki yıldır süren bakış açısını aynı oranda siyasi, insani ve etik olarak ta değerlendirmek gerek. Devrimi kendisinden, askerden, aşırılıktan ve sefaletten korumak gerek. Bunun için de devrimin yanında durmak ama onu siyasi projelerle savunmak ve rejim düştükten sonra Suriyelilerin geleceğinin daha iyi olacağına halkı inandırmak için yeniden yol almaktan başka çare gözükmüyor.

Kaynak: El Hayat
Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız