Son aylarda bazılarının diyaloğun gücüyle alay etmesine rağmen, düşmanlarımızla stratejik temas kurmak ulusal güvenliğimiz açısından kesinlikle vazgeçilmez olmayı sürdürüyor. Aklımızda belirli bir amaç varken düşmanlarımızla konuşmak bir zayıflık göstergesi değildir. Eski ABD başkanı Ronald Reagen Sovyetler Birliği'nin 'şer imparatorluğu' diye damgalarken, yönetimi komünist rejimle inatçı müzakereler yürütmüş ve olumlu sonuçlara ulaşmıştı.
ABD'yle Suriye arasındaki genelde düşmanca olan ilişki de tipik bir örnek. Suriye rejimi güney Lübnan'da güvenliğin altını oyabilir, Irak'ta ilerlemeyi aksatabilir ve Hizbullah, Filistin İslami Cihadı ve Hamas'ı desteklemeyi sürdürebilir. Fakat bu rejimin aynı zamanda bölgede yapıcı rol oynama potansiyeli de var ki, bu ihtimal hâlâ tam olarak değerlendirilmiş değil. ABD diplomasisinin geçmişte de ortaya koyduğu gibi, üst düzey bir ikili diyalog ulusal güvenlik çıkarlarımızı geliştirebilir.
15 yıl önce diyalog başarılı oldu
1988-1991 arasında ABD'nin Suriye büyükelçisiyken ana görevim, başkan George H.W. Bush ve dışişleri bakanı James A. Baker III tarafından tesis edilen strtaejik temis politikasını uygulamaktı. 1980'lerin sonunda Suriye'yle ilişkilerimiz sorunluydu. Fakat Suriye'nin yokluğunda Lübnan'da iç savaşın son verilmesine yardımcı olamayacağımızı, Arap-İsrail barış görüşmelerinde ilerleme sağlayamayacağımızı, belirli terörist grupların önünü alamayacağımızı, uyuşturucu ticaretini kontrol edemeyeceğimizi, bölgesel güvenliği destekleyemeyeceğimizi ve insan hakları gündemimizi ilerletemeyeceğimizi biliyorduk. Ciddi diyalog üzerinden ortak bir zemin bulmaya çalıştık.
Pek çok engele rağmen somut sonuçlara ulaşıldı. Şam'daki istişarelerimiz Lübnan'daki trajik iç savaşa son verilmesine yardımcı oldu. Dönemin Suriye devlet başkanı Hafız Esad, Bush ve Baker'ın Çöl Fırtınası Operasyonu'na siyasi ve askeri destek sağlaması yönündeki doğrudan talebine olumlu karşılık verdi. Büyük bir atılım mahiyetinde, Çöl Fırtınası Operasyonu'ndaki ABD-Suriye işbirliği, Esad'ın İsrail'le yüzyüze müzakerelere girmeyi kabul etmesini sağladı; bu da 1991'deki Madrid Barış Konferansı'nın düzenlenmesine yol açtı. İnsan hakları cephesinde de ilerleme kaydettik. Suriyeli Yahudiler, diğer Suriye vatandaşları gibi yurtdışına özgürce seyahat etme hakkına kavuştu. Ve Suriye hükümetiyle yakın eşgüdüm sayesinde, Lübnan'daki Amerikalı rehineler serbest bırakılmaya başlandı.
Bugünkü tarihsel bağlam 1990'ların başındakinden farklı olsa da, Suriye'yle temas kurarak Amerikan çıkarlarını ilerletmenin arkasındaki temel mantık hâlâ geçerli. Suriye'yle temas, Kudüs'le Şam arasındaki barış müzakerelerini ilerletecektir. Aynı zamanda, Suriye'yi İran'la yakın ilişkisinden uzaklaştıracak ve dolayısıyla Arap Doğu'daki İran rüfuzunu azaltacaktır.
ABD'yle diyalog, Suriye'nin Hamas'a, Filistin İslami Cihadı'na ve Hizbullah'a daha az destek vermesiyle sonuçlanabilir. Böyle bir diyalog Lübnan'ın egemenliğini güçlendirir ve Suriye-Irak sınırını güvence altında alır. Daha geniş bir bağlamda, ABD'yle daha güçlü bir ilişki Suriye içinde ekonomik ve siyasi reformu ilerletmek için gerekli şartları yaratabilir. Ülkelerimiz ayrıca Suriye rejimini geçmişte tehdit etmiş olan Kaide'ye ve diğer radikal İslamcı gruplara karşı istihbarat eşgüdümünü yeniden başlatabilir
Suriyeliler ABD'yle parça parça yapılacak bir diyalogla ilgilenmiyor; bütün önemli konuların ele alınabileceği kapsamlı bir diyalog istiyorlar.
Bu 'realist' yaklaşım insan hakları gündemimizi ilerletmemize, temas kurmama ve tecrit etmeye çalışma politikasından daha büyük katkı sağlar.
Ele alınması gereken çok sayıda önemli mesele varken, gündemdeki anahtar konu İsrail-Suriye barışının geleceği. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, babasının barış için toprak prensibine dayalı olan 'barış için stratejik seçeneğini' yeniden dile getirmiş durumda.
Arap-İsrail ihtilafının kalbinde Filistin meselesi yatıyor; ihtilafın jeopolitik merkeziyse İsrail-Suriye cephesi.
Bir İsrail-Suriye anlaşması sağlanmazsa, İsrail'le Arap komşuları arasında kapsamlı bir barış da olmayacaktır. İsrail-Suriye cephesinde ilerleme sağlansa, bunu hızla bir İsrail-Lübnan anlaşması izleyecektir. Dolayısıyla, İsrail'le Suriye arasında barış görüşmeleri başlatmak ABD Başkanı Barack Obama ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton için öncelikli olmalı. Madrid Barış Konferansı'ndan bu yana, toprak meselelerinde, ilişkilerin normalleştirilmesinde, güvenlik düzenlemelerinde ve suya erişimde
epey ilerleme kaydedildi. Hem Suriyeli hem de İsrailli müzakereciler, meselelerin en az yüzde 80'inin ya çözüldüğünü ya da anlaşmazlık yaşanan noktaların azaldığını söyledi.
Türkiye ilerleme sağladı
Geçmişte bu görüşmelerde iki taraf açısından vazgeçilmez arabulucu ABD'ydi. Son zamanlarda, ABD'nin yokluğunda Türkiye İsraillilerle Suriyeliler arasındaki dolaylı müzakereleri bir miktar başarıyla yürüttü.
2006'da yayımlanan Baker-Hamilton Irak Çalışma Grubu Raporu, Suriye'ye Irak, İran, Hamas ve Hizbullah'la ilgili kilit önemdeki meselelerde belirli adımlar atma çağrısında bulunuyordu. Rapor aynı zamanda Suriye rejiminin, Refik Hariri suikastıyla ilgili BM soruşturmasıyla işbirliği yapmak da dahil olmak üzere Lübnan'ın egemenliği konusunda da adım atması gerektiğini belirtiyordu. Rapor, bu adımların karşılığında ve nihai bir barış anlaşması bağlamında, İsrail'i de Golan Tepeleri'ni geri vermeye çağırıyordu. Rapor ayrıca, sınırda bir uluslararası gücü de kapsayabilecek şekilde İsrail'e bir güvenlik garantisi öneriyordu. Eğer iki taraf da talep ederse, ABD askerleri yollanacaktı.
Arap-İsrail ihtilafı ve Müslüman dünya içindeki ılımlı ve aşırılıkçı güçler arasındaki mücadele, İslami aşırılıkçıların kendi siyasi amaçları için istismar ettikleri iki ana meseleyi oluşturuyor. Dolayısıyla, ABD'nin politikası kapsamlı bir Arap-İsrail barış anlaşmasını teşvik etmeye ve aşırılıkçıları tecrit etmek için yumuşak ve sert gücün adil bir kullanımı üzerinden ılımlıları desteklemeye yoğunlaşmalı. ABD'nin Suriye'yle temas kurması bu stratejinin kilit önemdeki bir unsuru olabilir.
(1988-1991 arasında ABD'nin Suriye, 1993-1994 arasında da İsrail elçiliğini yaptı, 11 Ağustos 2009)
Kaynak: Radikal