Hz. Meryem, hamileliği sırasında uğradığı iftiralar karşısında, Meryem Sûresi'ndeki ayetlerde bahsi geçtiği şekliyle, sükût orucuna çağrılmıştır.

"Artık ye iç, gözün aydın olsun. Eğer beşerden birini görürsen, ben Rahman için oruç adadım, artık bugün kimseyle konuşmayacağım de!" "Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki, ey Meryem, sen sahiden şaşırtıcı bir şey yaptın..."

İftiralar karşısında susmak. En çok konuşması gerektiği, haksızlığa ve zulme karşı sesini yükseltmesi gerektiği anda... Sessizliğe gömülmek. Sabretmek. Sanatta da hayatta da bunun karşılığını aramadan önce, annesinin duası ve adağı olarak dünyaya gelmiş bir kadın olan Hz. Meryem'le devam edelim. Kavmine oğlunu işaret eder. "Dediler ki, henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?" İsa (as), yeni doğmuş olmasına rağmen onu savunmak üzere dile gelir:

"Dedi ki ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitabı verdi ve beni peygamber kıldı..." "Selam üzerimedir, doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden kaldırılacağım gün de. İşte Meryem oğlu İsa hakkında kuşkuya düştükleri Hak Söz."

Birkaç yazıdır bahsettiğim buydu işte. Canlı Söz. (Ruh.) Annesinin sükûtunda, kendisi canlı söz olmuştur Hz. İsa'nın. O sustuğunda, Allah'ın kelimesi ifadesini bulmuştur. Hz. Meryem'in kelimesi, onun iftiralar karşısındaki sükûtuyla dile gelmiştir ilk önce. "Bir de melekler şöyle demişti: Ey Meryem! Allah seni, kendisinden bir kelimeyle muştuluyor. Adı, Meryem oğlu İsa Mesih'tir. Dünya ve ahirette yüz akıdır. Allah'a yaklaştırılanlardandır." (3, 45)

Sükût ile söz arasında ne zaman bir şeyler düşünmeye kalksam... Bir bakıma insanlığın yüreğiyle karşılaşırım. Konuşan O'dur (cc) bizlerin ağzından. Ama bunun ne kadar şuurundayız 'her kafada yüz bin ağız' ile? Ve 'her ağızda yüz bin lisan' ile? Peki ya hayatta ve sanatta?

Sükûta en çok yaklaşan şiir olsa gerek. O halde Sezai Karakoç'un dizeleriyle anlamlandıralım hayatın sessizliğe adanmış o anını: "Uzun bir sessizlikten sonra gelen o ilk kelimeyi / Bir insan gibi bir er gibi gören / Karşılayıp konuklayan kadın muştu sana / Ateş almış günü geçik resmi yapraklar gibi / Bir dağ ucuna yığılmış o kent ki / Seni en çarpık bir düşmanlıkla / Karşılamaya hazırlanmakta / Öyleyse ey bir kelime doğuran kadın / Muştu sana..."

Meryem Sûresi'ni her okuduğumda, "selam üzerimedir" diyen İsa (as) ve diğer peygamberlerle Hz. Muhammed'in (sas) miraç esnasında karşılaşmasına götürür beni muhayyilem. Hepsinin selamını almış, kendinde cem etmiştir sanki. Biz de Efendimiz'e salat ü selam yolladıkça, onda mühürlenen hakikati tüm peygamberleri hak kabul ederek tasdik ediyoruz. Ve Hz. Muhammed'in (sas) makamını yüceltmeye, O'nu Mahmud makamına yükseltmeye söz ile katkıda bulunuyoruz.

Hiçbir sözü taşırmayacak, dışarıda bırakmayacak, hakkaniyet ölçüsünü hakikat üzre belirleyecek bir birim sunabiliyoruz böylelikle kâinata: Selam diyoruz. Ve Allah'ın isimlerinden olan 'selam'ı telaffuz ederken, teslim olmayı, esenliği, emniyeti, farklılıklarımızla bir olmayı kast ediyoruz. İsa'nın (as) da "selam benim üzerimedir" derken bize verdiği o evrensel müjdeyi de anlayabiliriz artık.

Bize bildirilen tüm peygamberlerin 'hak' olduğunu kabul etmek, böyle bir manevî silsilenin nurunda kendi sırlarını keşfetme arzusu duymak. 'İlk akıl'ın varlığın özü, güzelliğin cevheri olan 'nur-u Muhammedî' olmasının katmanlı anlamlarına doğru kanat açmak. Hakikatiyle var olanın vücuda gelmesiyle; Efendimiz'in (sas) kendi hakikatiyle tanışmasının yolculuğunda, ayak izlerini takip etmek. Hz. Ali'nin (ra) velayetinde bu takibi belli bir edep ve 'güzel ahlak' ile taçlandırmak...

Bu uğurda sözgelimi ilahiler bestelemek, ney üflemek, kasideler, naatlar yazmak, sema etmek, ellerini semaya kaldırıp dua etmek, az yemek, az uyumak. Ve az konuşmak... Zaman zaman da sükûta ermek Hz. Meryem gibi. Bu merhalelerden geçerek nefsin yedi mertebesini aşmak. Ve kendi varlığının kemaline bu dünyada ulaşmak... Bana hep sanat ile hayatın iç içe geçtiği muhteşem bir eser gibi gelir.

Bunların kalpten kalbe bağlanan kesintisiz bir 'aşk eğitimi'yle olması. Ve böylelikle toplumu güzelleştiren, estetize eden, kemale erdiren bir üsluba hep birlikte kavuşmak... Evet, bunlar, İslam'ın iç yüzüne dair en kaba ifadelerden. Ama, O'nu (cc) 'güzel sanatı'nın yansımalarını anlatıyor kuşkusuz.

Belki sokaklarda ölçüsüzce nara atmaktan, adalet talebi için sağa sola saldırmaktan, açık oturumlarda fitne artıran sözcükleri tekrarlayarak kışkırtıcılık yapmaktan ve hep 'ölgün söz'lerle tartışmaktan daha 'sahici' bir yolculuktur bu. Tam da Hz. Muhammed'e (sas) yine sanat eseri denilen bir 'hakaretler bütünü' üzerinden iftiralar atıldığı, 'küresel' dünyanın kan emici baronlarının saldırganlık ve tahakküm gerekçelerini bir kez daha 'güncellemeye' karar verdiği bu dönemde!

Sanatta güzel'in ölçüleri üzerine düşünme çabalarıma devam ettiğim bu kırk birinci yazımı sanat eserinin ruhu bahsiyle vardığım Hz. Meryem'in sükûtunda incelen sözlerle bitirirken... 'Tanrı'yı arayan' şair Rilke'den de bir muştu gelsin bize: "Oğullar kalır ve çiçek açarlar."

[email protected]
http://twitter.com/Leyla_Ipekci