Ramazan Bayramı tatili sırasında Sri Lanka’ya gittiğimde, her zamanki gibi Buda’nın, Hindu tanrılarının ve İsa’nın heykellerini gördüm. Fakat devlet başkanının, bazıları devasa boyutlardaki sayısız resmiyle afalladım. Güneydeki bütün kasaba ve köylerde Mahinda Rajapaksa, bıyıklı suratıyla yoldan geçenlere gülümsüyordu.
Belki bu yılki devlet başkanlığı seçim kampanyasının sonradan ortaya çıkan etkisi veya 2009’da adanın büyük bölümünde, uzun bir iç savaşın sona ermesinden ve terörizm tehdidinin ortadan kalkmasından kaynaklı bir aşırı mutluluk haliydi söz konusu olan. Fakat bu ikonik statü, son gelişmelerin ışığında bakıldığında, can sıkıcı işaretler taşıyor.
Yargıç ve polis atamalarında yetkisi arttı
Rajapaksa’nın başkanlık seçimindeki başlıca rakibi oylamanın hemen sonrasında tutuklandı ve askeri bir mahkeme tarafından sahtekârlık iddiasıyla yargılanıyor. Rejimi eleştiren gazeteciler tehdit ediliyor veya öldürülüyor; güvenlik güçlerinin etnik azınlıklara uyguladığı şiddet cezasız kalıyor. Devlet başkanına görülmemiş yetkiler veren bir anayasa değişikliği alelacele parlamentodan geçiriliyor. 18. anayasa değişikliği uyarınca, başkanlık artık iki görev dönemiyle sınırlı değil: Rajapaksa koltukta istediği kadar oturabilir. Daha önemlisi, iktidarın kötüye kullanılması üzerindeki denetim mekanizmaları büyük ölçüde kaldırılıyor. Seçimleri denetleyen kurulun bağımsızlığının altı oyuluyor ve devlet başkanı üst düzey yargıçlarla polislerin atanması üzerinde daha fazla kontrol elde ediyor.
Rajapaksa’nın aile üyeleri birçok üst düzey devlet mevkiinde ve artık milletvekili olan en büyük oğlu Namal neredeyse herkesçe potansiyel halef olarak görülüyor. Bu izlenim, kendi internet sitesindeki şu ifadelerle güçleniyor: “Cesur, olağanüstü ve genç Namal Rajapaksa’yla karşılaştığınızda aklınıza dostane bir ruha, iyi değerlere sahip müstakbel bir lider geliyor. Şiarı, ülkenin gençliğine eğilerek, herkesi bir araya getirmek için onlara vatanseverliği ve evrensel uyumu aşılayarak barış getirmek.”
1980’lerde demokrasi ve insan hakları dönemin iktidar partisinin saldırısı altındaydı; o yıllarda idealist bir muhalefet vekili olan Mahinda Rajapaksa gibi eylemciler buna cesursa karşı çıkmıştı. Fakat iktidarı bir kişinin elinde toplamak konusunda o hükümet bile bu kadar ileri gitmemişti. Yenilip ölünceye kadar Tamillerin çoğunluğuna ıstırap yaşatan acımasız Tamil Kaplanları lideri Velupillai Prabhakaran’ın vaktiyle diktatörce yönettiği kuzey ve batı kesimlerini saymazsak, bağımsızlık sonrası Sri Lanka için görülmemiş bir durum söz konusu. Prabharakan’a yarı-tanrı muamelesi yapılırdı; bugün Sri Lankalı siyasetçilerin onu örnek almaktan kaçınması gayet hayırlı olacaktır.
Sorgulamak hakaret gibi algılanıyor
Demokrasinin altının oyulmasına karşı Sri Lanka içinde öfkeli protestolar yapılsa da anamuhalefet partisi karışıklık içinde ve birçok insan, son derece hızlı kabul edilen bu değişikliğin sonuçlarına henüz uyanmış değil. Devlet başkanı kendisini ulusun temsilcisi olarak sunma konusunda da başarı sergiliyor, böylece kararlarını sorgulamak Sri Lanka halkına hakaretmiş gibi algılanıyor. Bu da Prabhakaran ve dünyadaki diğer otoriter liderlerden hayra alâmet olmayan izler taşıyan bir yaklaşım. Şu durum çok sık görülmüştür: Ulusal gururdaki kabarmayı yıkım takip eder, zira doğru düzgün muhalefet olmadan uygulanan yıkıcı politikalar felaketle sonuçlanır.
Herhangi bir siyasetçiyi neredeyse tanrı mertebesine çıkarmak ve ona mutlak iktidar vermek tehlikeli bir gidişat. Sendikacılar, insan hakları eylemcileri, avukatlar ve Sri Lanka’da suçlamalara ve tehditlere rağmen diktatörlük doğrultusundaki bu gidişe direnen birçok başka insan, çok geç olmadan kulak verilmeyi hak ediyor. (26 Eylül 2010)
Kaynak: Radikal