'Belge' tartışması çıktığından bu yana 'Belge ya gerçek çıkmazsa' deyip bunun üzerinden yorumlar geliştirmeyi tercih edenler, işi iyice önemsizleştirmek için 'Bunlar mı darbe yapacak?' diyerek yeni bir söylem geliştiriyorlar. Darbeciler artık onların gözünde de muteber sayılmıyor. Bence de artık 'bunlar' darbe yapamazlar. En azından bugün yapamazlar.
Dünyanın ve Türkiye'nin koşulları bu ülkede bir askeri darbe için elverişli değil.
O zaman şu soruyu hemen soralım: Sorun yalnızca darbe mi? Türkiye, bir askeri darbe anayasasıyla yönetiliyor. Tüm kurumlar, darbe anayasasının belirlediği yasal yapı üzerinde duruyorlar. Bu yasal yapı, bir askeri vesayet rejimi yaratıyor. Yargı ve asker de bu yapıyı korumayı kendilerine görev edinmiş durumdalar.
Gerçek olup olmadığı konusunda artık tam anlamıyla iki kampın karşı karşıya gelmesine neden olan 'Belge'nin altında imzası bulunan albay işte böyle bir sistemin, böyle bir yapının yükselen değeri olarak bir anlam ifade ediyor. Kendi deneyimimle de biliyorum ki, bu sistem yıllardır otoriter rejim yanlısı unsurları koruyor, kolluyor, terfi ettiriyor. Yargıda, orduda bu anlayış öylesine yerleşmiş durumda ki, farklı olan bir şekilde tasfiye ediliyor.
Bence 'Belge' tartışmasının gerçek anlamı da, darbenin ötesinde bir otoriter sistemi koruma tartışmasıdır, koruma mücadelesidir. Türkiye, bir devletçi sistemle yönetiliyordu. Bu sistem, kendi ürünü olan iş insanlarıyla, yargıç ve savcılarıyla, bürokratlarıyla, polisleriyle, medyasıyla bu rejime uygun siyasetçileriyle bugünlere kadar geldi.
Bu tür 'Belge'ler her zaman yazılıyor, çiziliyordu. Hatta meydanlarda konuşuluyordu. Yakın tarihimizi gözden geçirin, gazeteleri inceleyin, askerin siyasete müdahalesi öylesine meşru ve haklı kabul ediliyordu ki, zaten bu tür 'Belge'ler tartışma konusu bile olmuyordu. Tartışmaya kalkanlar da 'andıç'lanıyor, 'kurşun'lanıyor, işten atılıyor, susturuluyordu.
'Belge' tartışması Türkiye'de darbeciliğin artık meşruiyetini büyük ölçüde yitirdiğini gösteriyor. Baksanıza düne kadar darbe meraklısı olarak bilinen, darbelere alkış tutmuş isimler ve kesimler bile, 'darbe istemiyoruz' demek gereğini duyuyorlar.
Darbe meşruiyetini büyük ölçüde yitirdi ancak, 'askeri vesayet' kalsın diyenlerle Türkiye'nin işi bitmedi. Şimdi bir başka mevzide bu sistemi korumak için yeni barikatlar oluşturuyorlar. Bin dereden su getiriyorlar.
Bunların derdinin 'şeriat' olduğunu sanırsanız yanılırsınız. Bunlar zamanında Adnan Menderes'i, Süleyman Demirel'i, hatta Bülent Ecevit'i bile 'şeriatçılıkla', şeriatçılarla işbirliğiyle suçlamadılar mı? Türkiye'nin şu andaki sorunu, gerçek demokratik rejime nasıl ulaşacağı sorunudur.
Şimdi bir ölçüde darbeciliği aşıyoruz sanırken, önümüze başka engellerin çıkacağını, çıkarılacağını görüyoruz. Biliyorduk zaten. Yolun uzun ve engebeli olduğunu da biliyoruz.
Bu nedenle 1982 Anayasası değiştirilsin denince ayağa kalkıyorlar. Bu nedenle demokrasinin Türkiye'nin şartlarına tam da uymadığını, halkın demokratik tercihlerde bulunamayacağını söylüyorlar.
Bu ülkeyi sonsuza kadar kendileri yönetmek istiyorlar. Onların temel isteği tek parti rejimi. Bu durumu tehdit eden bir siyasi akım ortaya çıkınca önce onu ehlileştirmeye çalışıyorlar. Ehlileştirmeyeceklerini anlayınca o zaman 'belge'ler yazılmaya başlıyor, 'pisikolojik savaş' yöntemleri devreye sokuluyor.
Bu gerginlik ve kamplaşma sürecek.
Bugünden yarına hepimizin demokrasi temelinde anlaşmamız mümkün görünmüyor.
Sorun yalnızca darbe olsaydı. Yolun sonuna geldik diyebilirdik.
Radikal