İslam medeniyetinin en görkemli başkentlerinden biri, Kurtuba yakınlarındaki köyü uzaktan gördüğümde içimde müthiş bir duygu patlaması yaşamıştım. Nehrin kenarında, ovaya hakim yüksekçe bir tepede kurulmuş bir ortaçag kalesi ufku dolduruyordu. Hayır, bir Endülüs kalesiydi. Surları, burçlarıyla Endülüs kelsi vardı karşımda. Kimi yerleri deforme edilerek İspanyol ortaçağından unsurlar eklense de bir Müslüman Endülüs eseri olduğu ilk bakışta fark ediliyordu. Köyün içinden geçip kalenin hemen altında Haşim'le buluştuğumda ikinci bir şaşkınlık anı yaşamıştım. Bahçesinden yeni gelmiş görünümdeki Haşim bir sanatçı ve entelektüel olarak sanki Endülüs'ten bugüne kalmış bir emanet gibiydi. Atölyesine gidip tablolarını, yayınlanmış sanat ve İslam sanatına dair teorik kitaplarını gördüğüm sanatçı kişiliği ile dış görünümü o kadara tezat teşkil ediyordu ki.
Haşim'le bir kaş dakikalık mesafede, köyün dışında ağaçlar arasındaki, her gün o muhteşem Endülüs geçmişi hatırlatan kaleye bakan Mansur Escudero'nun evine vardığımızda modern İspanya, Endülüs gibi kavramlar farklı anlamlar kazanmıştı.