Ne çok hevesliydik henüz ulaşılmamış çiçekleri koklamaya. Henüz denemediğimiz zinde kaslarımızla zirvelere tırmanıp, dağ çiçeklerinden koklamaya... Bir kayanın kenarında, bir akarsuyun kıyısında biten son umudu tekrar tekrar yeşertmeye ne çok hevesliydik. Bilmezdik belki de o çiçek orda güzeldi... Bilmezdik soluğumuzun onu yeniden diriltmeye yetip yetmeyeceğini...
Moro'ya seslenirdik... Moro'nun, dünyayı keşfeden Kolomb'un cehaletinden kalma bir sömürgeci isim olduğunu... Endülüs'ü yerle bir eden, kitaplarını yakan "Haçlı rekonkista"sının her Müslüman'ı Arap zanneden cehaletinin esiri olduğunu bilmeden Moro Müslümanlarının direnişiyle dayanışırdık İstanbul'da, Anadolu yaylalarında...
Patanili direnişçilerle özgürlüğe uçardık. Haritada yerini bilmediğimiz bir coğrafyanın derin ormanlarında özgürlük savaşçılarının gümrah saçlarına asılı kalırdı gözlerimiz. Derin ormanların yeşilliğinde tazelenen iman ateşinin ne beslendiği iklimi ne de tarihini bilirdik oysa.
Eritre'de eli namluya uzanmış direnişçilerin türabi alınları, siyahî tenlerinin aydınlığı içimizi aydınlatırdı da heyecan kasırgasından mest olurdu yüreklerimiz; bir lokma düğümlenir, geçmezdi boğazımızdan...
Bir Batı başkentinin bulvarlarına dökülen mahzun göçmenlerin derdi yanı başımızdaki yoksulu unutturur yahut Müslüman olmuş bir Avrupalının sözleri dedelerimizin kutsayarak açtığı "kara kaplı kitap"takinden daha anlam yüklü gelirdi.
Evrensel bir duyarlılığın bestelediği kardeşlik şarkısıydı yürekleri kabartan. Pak niyetlerin tecessüsüyle dünyayı tarassut altına alır; yeryüzünün hangi köşesinde kıvılcımlanan bir umut ışığı varsa oraya odaklanırdık.
Yeryüzü coğrafyasını ilkokul tahtasının yanına asılan haritadan daha çok ezberleşmiştik. Diriliş erlerinin evrensel marşları, körpe zihinlerdeki ulusal marşları bastırırdı.
Sonra yıkıntıların haberleri geldi bir bir... Devlet oyununun stratejik hesapları her biri asr-ı saadetten bir muştu gibi duran zulme başkaldırı haberlerini kararttı. Kısır kavgaların, cahilî davaların, ulusçu hesapların, stratejik dengelerin kurbanı olmuş nice hareket buruk hüzne dönüştü...
Onca zaman sonra duyguların ayırdına varamadığı "incelikler" öğrenildi; bilimsel verilerle uylaşıldı; sosyal bilimlerin süzgecinden geçmiş, siyaset biliminin diline tercüme edilmiş hareketler analitik bakışın elemesinden geçti. Yürekleri kanatlanmaya hazır bir kuş gibi olan beyinler yerini bilimsel soğukluğun nesnel duruşuna terk etti. Hiçbir şey sanıldığı gibi değildi nasıl olsa. Her şeyi akademik bir disiplinle ele almayı öğrenmiştik. Usul-i fıkıhtan önce sosyal bilim geliyordu; İbn Arabi'den önce Heidegger, İbn Haldun'dan önce Comte, mesela...
Bilimsel veriler ışığında ele aldığımız küresel sorunların, çatışma teorilerinin bir nesnesiydi artık. Yeryüzünü mescid bilen, kendinden hoşnut gönüllerin yerini kariyere ayarlı bilimsel bakışa alışmış, her biri kılı kırk yaran modern strateji uzmanları almıştı. Stratejinin, stratejik bakış açısının açmadığı kapı yoktu nasılsa.
Siyasal pragmatizm keşfedilmiş, toplumsal olan harekete geçirilerek siyasal erkin nöbet değişimi sağlanmıştı. İktidar alanları doldurulmuş, "devlet"le de barışılmıştı bir kere...
Artık bağımsız ve özgür bir kuş gibi hafif yüreklerin yerini siyasetin ince hesaplarıyla düşünen akıllar almıştı. Çıkarların ilkelere yer vermediği, idealizmin pragmatizme teslim edildiği dönem başlamıştı. Ve bu iş hiç de romantik İslamcılığın sandığı gibi basit (!) değildi.
Artık kurumsal olan öndeydi; kurumsal düşünmek, devletin çıkarı adına adım atmak zamanıydı. Devlet Afrika'dan Asya steplerine açılım yapıyor, haritada yerini bilmediğiniz yerlere ulaşıyordu. Ayrıca enformasyon toplamaktan propagandaya kadar her türlü faaliyet, Balkanlardan Ortadoğu'ya kadar her yere, insani yardım amacıyla giden devasa bütçeli devlet kurumları tarafından gerçekleştiriliyordu. Daha ne isteyebilirdik? Tüm bu çabalar ortadayken, neo-Osmanlılık ruhu yeniden ayağa kalkmışken, devletin eli hayalinizin ötesine uzanmışken romantizmin alemi yoktu.
Artık her hizmet bir ihale demekti. Uzaktaki açları, çıplakları düşünüp vicdan azabı çekmemize gerek yoktu. Dert etmeye gerek yok; devlet oraya zaten ulaşıyor! DEVAMI>>>