Ermenistan'ın kaç günde alınabileceğini, tükürsek Yunanlıların boğulacağını, suyu kesiversek Suriye'nin nasıl dize geleceğini, ABD'nin ne kadar bize muhtaç, İran'ın bizden ne kadar çekindiğini duymadan büyümüş olan çok az kişi vardır. Tüm yabancıların ülkemizde emelleri vardır ve hemen herkes bu emellerin ne olduğunu bilir. Üstelik etnik, dinsel ya da mezhepsel göndermelerle ülkeyi bölmek, parçalamak ya da değiştirmek isteyen iç ve dış düşmanlara karşı bizi koruyan bir "devlet" olduğu da her daim bilinir; koruma meselesinde kişisel iradelerin nereye devredileceği konusunda kuşku duyulmaz. Dolayısıyla kişilerin bir şey yapması gerekmez, "devlet" gereğini ve kimin ne yapacağını bildirir. Bunlar, sert güç tanımındaki her devlette görülebilir özelliklerdir.

Yıllarca askeri yetenekleri, halkının savaşkanlığı ve güçlü ordusuyla övünen, hem iç hem de dış politikasının parametreleri ordu gücüne dayanan Türkiye, varlığını "hard power", yani sert güç olma biçiminde açıklamıştır. Bu anlayışın karşılığını bulduğu durumlar olduysa da, bölgesel rakiplerde de benzer iddialar bulunduğundan her daim işe yarayan sonuçlar doğurmamıştır.

Bugün küresel koşullar değişti ve sistemdeki yerini sadece askeri caydırıcılığa dayandıran İran, Kuzey Kore ya da İsrail gibi ülkeler, sistem dışına itilerek değil dünyada bölgelerinde bile bir etki yaratamaz hale geldiler. Onun yerine, çevresine ekonomik katkı sağlayan, barış ve istikrar merkezi olarak güven veren, kendisi gelişirken başkalarını da geliştirmenin şart olduğunu bilen ve uygulayan ülkeler "bölgesel güç" olarak tanımlanıyor. Askeri güç, bu özellikleri barındıran ülkelerin tamamlayıcı unsuru olarak bileşeni tamamlıyor. Dolayısıyla bölgesel yumuşak güç, ekonomik ve siyasal olarak gelişmiş, gelişmişliği ile doğru orantılı askeri kapasiteye sahip ve ordusunu dış politika araç sıralamasında önde görünür tutmadan sadece hissettiren, "insancıl müdahale" yapabilen ülkelere deniyor. Bunlar, yakın çevresinde ekonomik ve siyasal yeniden yapılanma süreçlerini yönetebilen, krizlerin çözümüne katkı sağlayabilen, kültürel ve toplumsal karşılıklı etki mekanizmaları kurabilen devletler.

Yumuşak güç olmak, kulağa daha hoş gelse bile, aslında sert güç olmaktan daha zor bir durum. Bir ülke sert güç ise, klasik düşmanları vardır ve bunlara karşı askeri, siyasal ve ekonomik olarak her an çatışmaya hazır biçimde tüm araçlarını elinde tutar. Üstelik bu ülkenin tüm dış ilişkilerinde tutarlı olması, benzer durumlarda benzer tepkiler vermesi, içeride de fazla demokratik olması beklenmez. Dolayısıyla daha kolay siyaset yapılır. Bölgesel yumuşak güç olmak ise, öncelikle iç ve dış politikanın uyumunu, dış ilişkilerde tutarlılığı, kendi vatandaşı için istediğini başka ülke vatandaşları için de isteyen bir dili, hem vatandaşları hem bölge ülkelerini uzaklaştıran değil kazanan bir yapıyı gerektirir. Bu ülke, çevresini etkilediği ölçüde çevresinden etkilenmeyi göze alır, değişime açık olmak durumundadır. Dolayısıyla yumuşak bir bölgesel güçte siyaset yapmak daha zordur.

Türkiye'de epeydir seçilen bu zor yolun gereğini yerine getirme çabalarına tanık oluyoruz. Türkiye'nin Suriye-Irak arasında arabulucu olurken Alevi-Sünni sorununu çözmüş, Ermenistan ile açılım yürütürken Kürt açılımında tıkanmamış, Kıbrıs'ta müzakereyi desteklerken K.Irak ile yakınlaşmış ve AB'ye yaklaşırken Gayrı Müslimlerin sorunlarına yanıt bulmuş olması gerekir. Kısacası, bu tür girişimlerin herhangi birine karşı çıkmak, aslında Türkiye'nin "hard power" kalmasını tercih etmek anlamına gelir.

Kaynak: Star