Demokrat Parti kongresini yaptı ve yeni genel başkanını seçti. Alışkanlıklar kolay sona ermiyor. Kongrede yapılan konuşmalara ve muhtemel ufka bakılınca, geleneksel muhafazakârlığın ana damarı olan Demokrat Parti-Adalet Partisi-Doğru Yol Partisi ve tekrar Demokrat Parti çizgisinden geriye sadece bir alışkanlığın kaldığı anlaşılıyor.

Alışkanlıkların sona ermesi zaman alıyor. Anavatan Partisi gibi toplumda ve siyasal yelpazede karşılığı kalmayan bu partinin, kendisinden önce kendisini var edecek zemini oluşturması gerekiyor. Zemin oluşturmak, siyaseten var olmaktan daha zor bir iş.

Mehmet Ağar, Demokrat Parti kongresi arefesinde, seçim yenilgisine bir açıklama getirdi. Demokrat Parti oylarının trajik düşüşünü "27 Nisan Bildirisi'nin siyasetin zeminini tahrip etmesi"ne bağladı. Haklı mı? Tartışılabilir. Ama siyasî hayatına noktayı koyan bir parti liderinin, kendi dünyasında takıldığı şey önemli olmalı. Partilerin rekabet ettiği bir zemin var. Ellerindeki araçları, birikimlerini, iddialarını ortaya koyarak demokratik rekabeti sürdürüyorlar. Yolun daraldığı yerde toplumun önüne yeni bir ufuk koymaya çalışıyorlar. Geçen yıla damgasını vuran "ovada siyaset" tartışmasını hatırlayalım. Ağar'ın "dağda silah yerine ovada siyaset" önerisi çok ağır karşılıklar gördü. Adeta siyasî linçe uğradı. Sonunda ne oldu? Bugün emekli komutanların özeleştirileri ile başlayan ve PKK'nın tasfiyesine kadar uzanan sürecin temel mantığı "ovada siyaset" değil mi?

Demokratik rekabetin zemini, demokrasinin bütün aktörlerinin ortak paydasıdır. Demokrasinin kurumları ve kuralları bu ortak zeminde hayat bulur. Bu zemine dışarıdan yapılan müdahaleler, bir tek aktörü hedeflese bile herkese zarar verir. Ağar'ın yaptığı değerlendirme doğru. 27 Nisan Bildirisi, demokratik siyasetin doğal zeminini tahrip etti. Bastığı zemine sahip çıkan yani bu tahribatı onaran aktör kazanacaktı. Muhalefet, ancak hükümet bildiriyi olduğu gibi iade ettikten sonra durumu kavramaya başladı. 27 Nisan Bildirisi, Türk siyasal hayatına, amaçladığı şeye değil tam olarak karşı çıktığı şeye hizmet eden bir bildiri olarak geçti. AK Parti'nin seçim zaferinin arkasında, CHP ve DP'nin ağır mağlubiyetlerinin de gerisinde bu bildiri duruyor.

Düşüncenin zemininin de demokratik zeminin doğal mantığından farklı bir dünyası yok. Bir toplumun kalkınmasının ve ilerlemesinin arkasında sağlıklı, üretken bir düşünce iklimi vardır. Düşünce, eleştiri ile gelişir. Tarihin her döneminde olduğu gibi yerleşik yapılar eleştiriden hoşlanmaz. Statüko, kendisini düşüncelerin değil ikonların arkasına gizler. Özgür düşünce putlara savaş açınca; seferber edilen güç düşünce değil; totaliter dünyanın bilinen araçları olur. Eleştirel düşünce sahibini her şeyiyle birlikte yok etmek, mümkünse bedenini de ortadan kaldırmak için statükonun sahipleri atağa geçer. Düşüncenin zeminini tahrip eden de budur: Düşünce karşı düşünce ile değil, düşünce sahibini yok ederek karşılanmaktadır.

27 Nisan Bildirisi, Ağar'ın vurguladığı gibi siyasetin doğal zeminini tahrip etti. Bir yıl bile geçmeden geldiğimiz yer, tahrip edilen zeminin muhalefetin bastığı zemin olduğunu gösteriyor. CHP'nin yeni lider arayışlarının arkasında da aynı tahribat bulunmuyor mu? Düşüncenin zemini daha hassas. Yeni bir düşünce açıklamaya girişmenin peşinen engizisyon işkencelerine göğüs germek olacağına dair genel kanaatin değişmesi gerekiyor. Bu kanaat kendiliğinden değişiyor. 27 Nisan'ın hedefi ile aynı ortak alanı paylaşanların düşünceyi mahkûm etme yetenekleri sona eriyor. Düşünce yoksulluğunu aşmak, düşüncenin gelişeceği hassas zemine sahip çıkmakla mümkün. Nur Vergin'e karşı girişilen engizisyon infazına karşı, özgür düşünce adına ona sahip çıkanların sayısı, bu ortak zeminin giderek güçlendiğini gösteriyor. Siyasetin zemininden sonra, düşüncenin zemini de sağlamlaşıyor.

 
Kaynak: Zaman