Son dönemde Kürt meselesi çerçevesinde en çok tartışılan konulardan birisi silahlı mücadele döneminin kapanıp kapanmadığıdır. PKK, eylemsizlik kararını uzattı, Osman Baydemir, silahlı mücadele döneminin sona erdiğine dair sözler sarfetti, ama hemen ardından yeniden silahlı mücadeleye vurgu yapan veya PKK’yı öven ve meşrulaştırmaya çalışan açıklamalar geldi. Murat Karayılan ve Öcalan, silahlı mücadele konusunda yapılan açıklamaları örgütün aleyhine, devletin lehine olarak gördüler, rahatsızlıklarını ifade ettiler. Selahattin Demirtaş, Avrupa Parlamentosu’nda yapılan yedinci Kürt Konferansı’na “Hükümetin Kürt halkına yönelik güven artırıcı üslubu, dili kullanması gerekiyor. Kürt hareketinin terörist olmadığını ve önderliğinin terörist olmadığını kabul etmesi gerekiyor” dedi. Demirtaş, hükümetin PKK’nın terörist bir örgüt olarak görmemesi gerektiğini vurguladı. Kürt meselesinin tartışıldığı bir ortamda konuyu PKK’nın terörist olup olmadığına getirmek acaba neyle izah edilebilir? AB’nin bile ‘terörist’ kabul ettiği bir örgütü 30 yıl sonra farklı bir konuma oturtmaya çalışmak ne anlam taşır?
Her zaman söylediğim gibi, ‘BDP’lilerin çözümden anladığı PKK’yı meşrulaştırmak, Öcalan’ı kurtarmaktır’. BDP’liler, Kürt meselesiyle ilgili partilerinin yaklaşımlarını ön plana çıkaracaklarına her zeminde PKK’nın varlığını onaylatmaya, bir şekilde meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Adeta kendi siyasi varlıklarını PKK’nın kabul görmesine adamışlar. BDP’liler de biliyor ki, PKK’nın kanlı eylemleri ancak ‘terör’ tanımlamasıyla ifade edilebilir, çünkü sivilleri öldüren, insan, silah ve uyuşturucu gibi her türlü kaçakçılığa karışan, baskı ve tehditle para toplayan, kanlı eylemleri temel yöntem kabul eden bir örgütü ‘terör’ dışında nitelemek imkansız. Bunu bildikleri halde bu konuda ısrar etmeleri, Avrupalıların son dönemde artırdıkları baskıyı hafifletmeye yönelik. PKK’nın Avrupa’da etkinliğini koruyabilmesi legal maskeler altında faaliyet gösteren farklı oluşumların ve finans kanallarının devletler tarafından engellenmemesine bağlı. PKK’nın kanlı terör yüzü ön planda kaldığı oranda bu oluşumların etki gücü de kırılıyor. BDP’nin çabası, hiç değilse diğer oluşumlara göz yumulmasını sağlamak...
Baydemir neden azarlandı?
BDP, terör yöntemini bir savunma mekanizması gibi lanse ediyor. Bir grup insan, sadece kendini savunmak ve meşru müdafaa hakkını kullanmak için dağa çıkmış, silahlanmış ve kan dökmeye başlamıştır gibi bir anlayış var. Terör, yüzyıllardır getirilen bin bir gerekçe ve bahaneye rağmen savunulamayacak bir yöntem olarak görülüyor. Hiçbir amaç, niyet ve hedef, masumların öldürülmesini meşrulaştıramıyor. Bu yüzden ‘savunma mekanizması’ türü aklama çabaları hiç kimseye inandırıcı gelmiyor.
Aynı konferansta konuşan Ruşen Çakır ‘silah bırakma’ vurgusu yapmış, silahlı mücadelenin açılan kapıları da kapattığını ifade etmiş. Gerçekten de terör dönemlerinde demokratik hakların gelişmediği, güvenlik kaygısının ve gerilim ortamının özgürlüklerin önünü tıkadığı, yaşayarak gördüğümüz bir gerçek. Son dönemde gerçekleşen reformlar da terörün görece azaldığı bir ortamda gerçekleşti. Bu yüzden bugün sahip olduğumuz hak ve özgürlükler ile silahlı mücadele arasında irtibat kurulması, terör örgütünün bu kazanımları kendi mücadelesine mal etmeye çalışması kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır. Terör örgütü bırakın bu gelişmeleri olumlu bulmayı, engellemek için elinden geleni yapmış, demokratik gelişimi kendi altının oyulması gibi görmüştür.
Bilindiği gibi silahlı mücadelenin sona erdiğine dair bir beyan da Osman Baydemir’den gelmişti. Baydemir’in sözlerine hem Kandil, hem de İmralı tepki gösterdi. Murat Karayılan, verdiği röportajda sınır dışına çekilme gibi bir durum olmadığını ve silahlı mücadelenin sona ermediğini vurguladı, Taksim bombacısını övdü. Öcalan ise Baydemir’e zehir zemberek hakaretler ve tehditler yağdırdı.
Eylemsizlik kararı alan bir örgütün üst üste silahlı mücadele vurgusu yapması acaba ne anlam ifade ediyor? Kanaatimce Öcalan, silahlı mücadelenin sona erdiği türü söylemleri, örgütü zafiyete düşürecek ve kendi elini zayıflatacak bir faktör olarak görüyor. Silahlı mücadele konusunda sadece kendisinin söz söyleme yetkisi olduğunu düşünüyor. Karayılan meseleyi örgütün iç motivasyonunu zayıflatmamak ve bütünlüğünü sarsmamak açısından değerlendirirken, Öcalan kendi liderliğini ve elini zayıflatmamak açısından değerlendiriyor. Terörün kabul edilemez olduğu, artık milletin terörden bıktığı, terörle neticeye ulaşılamadığı, terörün gelişmelerin önünü tıkadığı gibi söylemler arttıkça İmralı ve Kandil alanının daralmasından endişe ediyor. Bu yüzden silahlı mücadele devrinin kapandığını söyleyen Baydemir tepki görüyor, Demirtaş ise PKK’nın terörist olmadığı propagandası yapıyor.
İttifak mümkün mü?
BDP’nin sol blok oluşturarak seçime girme teklifi de üzerinde durulması gereken bir konudur. Bunun mümkün olup olmamasından önemli olan doğru olup olmayacağıdır. BDP’nin CHP ile seçim ittifakı arayışına girmesinin ilkesizlik olarak algılanması mümkündür. Çünkü CHP kendisini statükonun baş muhafızı gibi görüyor, BDP ise kendisini statükonun baş muhalifi olarak konumlandırıyor. Sistem eleştirisi ve sistem savunusu en çok bu iki partinin söylemlerine yansıyor. BDP, Kürt meselesini resmi ideolojinin ürettiği bir sorun olarak görüyor ve yıllarca yönelttiği inkarcılık, baskıcılık, dışlayıcılık gibi eleştiriler genel olarak CHP zihniyetine denk düşüyor. Kürt meselesini derinleştiren siyasi akıl CHP’de vücut buldu. BDP’nin CHP ile ittifak arayışına girmesi sadece bir pragmatizm ve fırsatçılık değil, açık bir ilkesizlik ve kendini inkar durumudur. BDP ile CHP’yi yan yana düşüren olay, Sosyalist Enternasyonal toplantısıdır. Sol parti olup olmadığı tartışmalı iki parti böyle bir zeminde buluşunca siyasi bir yakınlaşma içine girdiklerini düşündüler. Oysa bu iki partinin solculuğu tartışmalı olduğu gibi, birbirine yakınlaşacak siyasi yaklaşımlara sahip olmadıkları da çok aşikârdır. Aslına bakarsanız BDP’nin siyasi görüşü ile BDP tabanının sosyolojik yapısı da birebir örtüşmemektedir. BDP kendisini sol olarak (PKK açısından bakarsak Marksist Leninist olarak) adlandıran ve etnik milliyetçilik yapan bir partidir, ancak BDP’ye oy veren veya sempati duyan kitlenin tamamı ne sol özelliklere sahiptir, ne de ayrılıkçı bir etnik milliyetçidir. Güneydoğu ve Doğu insanının muhafazakâr özelliği çok baskındır. Eğer BDP, CHP ile flört yaparsa sadece statükocularla iş tutması açısından değil, dindar kitleyi rahatsız eden tavırlara sahip bir partiyle yakınlaşması açısından da zarar görecektir. BDP din ve maneviyatçılık konusunda gerçek kimliğini belli etmemekte, daha nötr tavırlar sergileyerek işi idare etmektedir. BDP ile CHP’nin laiklik konusunda çok da farklı olmadıkları somut olaylarla ortaya çıkarsa, bundan BDP’nin olumsuz etkilenmemesi mümkün değildir. BDP yönetimi, bir yandan PKK’yı meşrulaştırmaya, diğer yandan statükonun temsilcileriyle ittifak yapmaya soyunması büyük bir paradokstur. Bölge halkı ne silahlı mücadelenin artık övülmesinden hoşnut olur, ne de meseleyi bu hale getiren statükocularla iş tutulmasından memnun kalır...
PKK elebaşları örgütün dağılmaması için veya İmralı’yı memnun etmek maksadıyla taktik gereği silahlı mücadele devrinin sona erdiğiyle ilgili açıklamaları eleştirebilirler, ancak bu yaklaşımda devam etmenin Kürtlere büyük bir haksızlık ve Kürt meselesinin çözümüne büyük bir darbe olduğunu da anlamak durumundadırlar.
Kaynak: Star