İsrail birçok alanda gittikçe sıkışan bir ülke haline gelmiş bulunuyor.

Bunda şüphesiz son iki yıldır ülkeyi yöneten Netanyahu hükümeti başrolü oynuyor. Bu sıkışık halin daha net ve açık bir biçimde ortaya çıkmasında elbette Türk hükümetinin İsrail hükümetini makul yola çekemeyip sonunda ilan ettiği 5 maddelik müeyyide paketi belirleyici unsurlardan birisi olarak öne çıkmış bulunuyor.

Bunu bu paketin dünyada ortaya çıkardığı tepkilerden zaten görmek ve anlamak mümkün elbette. Ayrıca, birçok önemli ülkenin pakete yaklaşımının olumlu olması da paketin gerekliliğini gösteriyor. Söz konusu paket kısaca şöyle: Türkiye-İsrail diplomatik ilişkileri 30 yıl aradan sonra 2. kâtip düzeyine inmiş bulunuyor; iki ülke arasındaki bütün askerî anlaşmalar ve ilişkiler askıya alınıyor; Türkiye Gazze ablukasını Lahey'deki Milletlerarası Adalet Divanı'na götürüyor; korsanlıktan başka bir şey olmayan menfur Mavi Marmara saldırısının bütün mağdurlarının hak arama teşebbüslerine tam destek vereceğini ilan etmiş bulunuyor; ve Doğu Akdeniz'de seyrüsefer serbestisini teminen gerekli gördüğü tedbirleri alacağını açıkça dile getiriyor.

Bu maddelerden ilk ikisi esasta iki ülkeyi ilgilendiriyor. Ancak geriye kalan diğer üçü farklı. İçinde yabancılar da olduğu için Mavi Marmara mağdurlarının hukuki yollara başvurması konusu bu yüzden başka ülkeleri de ilgilendiriyor. Gazze ablukasının kanun dışı olduğunun kabul ve tescili için Lahey'e gitmek de elbette hem bir bölgesel hem de bazı bakımlardan global bir konu olarak şimdiden tezahür ediyor. Bunun için elbette önümüzdeki günlerde BM Genel Kurulu'ndan bir karar çıkartılıp, bu karar doğrultusunda Lahey'e gidilmesi gerekiyor. Türkiye bunu zaten yapacak.

Paketin, bence en önemli maddelerinden birisi olan Doğu Akdeniz'deki seyrüsefer serbestisinin sağlanması şüphesiz yine hem bölgesel hem de global bir konu olarak şimdiden ortaya çıkmış bulunuyor. Bu madde yıllardır Doğu Akdeniz'de başına buyruk davranan, istediği gemiyi arayan, tehdit gördüğüne el koyan, bu bölgeyi adeta babasının çiftliği gibi gören İsrail'e karşı çıkan Türkiye'yi bu çerçevede ön plana çıkarıyor. İsrail'in bu sulardaki hakimane davranışına bugüne kadar ne hiçbir bölge ne de büyük deniz güçleri olan hiçbir ülke karşı çıkmaya cesaret edememişti. Ne Lübnan, ne Suriye, ne Mısır, ne Amerika, ne de başkaları bu önemli konuyu mesele yapmışlardı. Bunu şimdi Türkiye hem gündeme getirmiş hem de gereğini yapacağını açıkça ilan etmiş bulunuyor.

Nitekim, Türkiye bu konuda daha da ileriye gidebileceğini Başbakan Erdoğan'ın, "Doğu Akdeniz bize yabancı bir yer değil. Aksaz, İskenderun... Buralar oraya sürekli nezaret edebilme gücüne, imkânına, hakkına sahip olan yerlerimizdir. Tabii ki gemilerimiz kendilerini o sularda bundan sonra çok sık gösterecektir. Göreceğiz." şeklindeki kararlı sözleriyle ortaya koymuş bulunuyor.

Bu kararlılığın hangi şekilde, nasıl, ne zaman hayata geçirileceği elbette söylenmez. Erdoğan'ın daha önceleri başka konular için söylediği gibi 'bunlar söylenmez; yapılır'. Yapıldıkları zaman da hem İsrail hem de dünya öğrenmiş, görmüş olur.

İsrail'in inatçı ve mantıksız bir şekilde Türkiye ile ilişkilerini bozmuş olmasından zarar göreceği şimdiden belli. Türkiye özellikle 3, 4, 5. maddeleriyle İsrail'in yıllardır sürdürdüğü statükoyu önemli yönlerden sarsmayı hedefliyor. Ayrıca, buna ilaveten önümüzdeki günlerde BM'ye bağımsız devlet olarak tanınma başvurusu yapacak olan Filistin'in hamlesi de bu ülkenin diplomatik statükosunu sarsmaya aday görünüyor. Bugünden 193 BM üyesinin Genel Kurul'da 160 kadarının Filistin başvurusunu destekleyeceği anlaşılıyor. Bu şüphesiz tam ve kesin olmayacak; bunun için Güvenlik Konseyi'nin tam onayı da gerekiyor. Ancak, bu kadar çok sayıda ülkenin Filistin'i tanıyacak olması iptal edilemeyecek, inkâr edilemeyecek bir diplomatik gerçek olarak da ortaya çıkacak, tarihe yazılacak elbette. Buna ilaveten İsrail başka yönlerden de sıkışıyor. 'Arap Baharı'nın ortaya çıkardığı ve bundan sonra ortaya çıkaracağı İsrail'i doğrudan etkileyecek siyasi ve güvenlik gelişmeleri bunlar bize göre.

İsrail'in, kendi içinde de gösterilerle sarsılması genel sıkışmasının başka bir yönü olarak da tezahür ediyor. Bu da bugünkü Netanyahu hükümetinin hanesine yazılıyor elbette. İsrail 63 yıllık kısa tarihinde hiç bugünkü kadar, bu ölçüde, bu kadar yönden sıkışmamıştı. Sıkışan İsrail hükümeti tutturduğu yolun yol olmadığını, herkese kafa tutarak devam edemeyeceğini daha fazla geç kalmadan artık mutlaka anlamalı.


[email protected] 

Kaynak: Zaman