Doğal olarak Hamaslı kardeşlerimiz seçimlerin gündeme getirilmesinden nefret ediyorlar, ancak çok daha açık bir biçimde antipatik buldukları şey, Gazze’de Hamas’ın el Fetih’e karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonun sürekli olarak gündemda tutulmaya çalışılması. Bu dosyayı yeniden açma taraftarı değiliz. (Amerikalıların ve Siyonistlerin Hamas’ın seçimlere katılmasını istemeleri, özellikle de Hamas Batı Yaka’da da yönetimi ele geçirdiğinde yönetimle direniş seçeneklerinin birlikte yürütülebileceği teorisinin akibeti, konunun üzerinde ciddi bir şekilde durulmasını gerektirir).
Genel olarak bizimle, bu Hamas taraftarları arasında mesele şu ana kadar çözülebilmiş değil. Hamas en büyük fedakarlıkları yapmış ve bu yolda bir çok insanını şehit vermiş olduğundan, dahası sadece Batı Yakası ya da Gazze değil, bütün Filistin’in kurtuluşu için de çok daha fazla şehit vermeye hazır olduğundan şüphe yok. Zira Şeyh Ahmet Yasin, Hamas’ı sadece Gazze’yi ya da Batı Yaka’yı kurtarmak için kurmadı. Nehirden denize tamamını kurtarmak için kurdu.
Ancak biz, bunu hatırlatma ihtiyacı hissediyoruz, çünkü, bu satırların yazılma nedeni tamamen bunu hatırlatmaya matuf bir çerçeve arz ediyor.. Ayrıca yine bizim Oslo projesine karşı olduğumuzu, aynı anda siyonistleri işgalin hem siyasi hem ekonomik hem de güvenlikle ilgili külfetlerinden kurtaran Özerk Yönetim projesine karşı olduğumuzu da hatırlatmak gerekiyor. Siyonistler, Özerk yönetimin yok edilmesinin “Kabus Senaryosu” olduğunu düşünüyor. Siyonist yazarlardan biri, yazdığı bir makalede “Filistin Yönetimi adı verilen bu muhteşem buluş”tan bahsediyordu.
Aynı şekilde bugün Abbas’ın lider olmasını isteyenler, onun ABD ve İsrail tarafından Yaser Arafat’a karşı kullanıldığı günlerde hakkında ileri geri konuşuyorlardı (Allah rahmet eylesin Arafat, ona Filistin’in Karzaisi adını takmıştı). Muhammed Dahlan da bu tür suçlamalardan payını alıyordu. Tabii Abbas, yönetimde el Fetih içerisinde ve de FKÖ’de bütün ipleri ele geçirince, önce onun siyasi yetkilerini kısıtladı ardından da bütünüyle ondan kurtulmayı başardı.
Temel pusulamız, bütün hizipsel polemiklerden uzak bir şekilde, Filistin ve onun kurtuluşu olduğundan (burada Filistin siyasi sahnesindeki uçların her ikisini de eleştiriyoruz), Filistinlilerin kendi aralarında ortaya konan barış tasavvuru, ortaya konulduğu şekliyle siyonist projenin bütünüyle sonunun geldiğini haber veren Arap Baharı’nın dolu dizgin ilerlediği şu günlerde hiç de isabetli bir çizgiymiş gibi gelmiyor. Bu nedenle sadece Batı Yaka’yla Gazze’yi içine alan “1967 yılında işgal edilen toprakların sınırları içerisinde bir devlet” şeklinde formüle edilen demode bir yaklaşımın kabul edilmesinin son derece abes bir tutum olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca, son dönemde iyice ortaya çıkmıştır ki İsrail, bu şekilde formüle edilen devleti, zannedildiği ve algılandığı şekilde (yani başkenti Kudüs olan, mültecilerin tamamıyla döndüğü ve tam bir egemenliğe sahip bir devleti) programına almış değil. Bunun en önemli kanıtı, Ehud Olmert’in Filistin yönetiminin sunduğu son derece cazip formülü reddetmesidir. Bu plan, Kudüs dosyasında öze ilişkin tavizler verirken mültecilerin dönüşünden de bütünüyle vazgeçilmiştir. Görüşmelerle ilgili evraklar bu durumu ortaya çıkarmış olup yönetim de bazı ek açıklamalarla bu durumu kabul etmek zorunda kalmış, ancak yaptığı açıklamalar hakikatin kendisinde kaydadeğer bir değişiklik meydana getirmemiştir. Filistin yönetimi yandaşları bundan çok daha kötüsünü yani Cenevre Belgesi’ni ve bunun Güvenlikle ilgili eklerini sunmuşlar ancak ne büyük paradokstur ki Netanyahu bunu kabule yanaşmamıştır.
Bugün sorulması gereken soru, Arap Baharı’nın ve bölgede yarattığı etkilerin yanısıra ABD’nin gücündeki zayıflamanın göz ardı edilmesinin nasıl mümkün olacağıdır. Burada yerleşim birimlerinin inşası, Kudüs’ün Yahudileştirilme çabaları ve sürekli ısıtılan Mescid-i Aksa meselesini bir kenara bırakıp Filistin Özerk yönetimi için işgal altında yapılacak seçimlerden bahsedelim. Bu durumda zaten bölünme yaşayan Filistinliler bu bölünmenin daha da derinleşmesine şahit olmayacaklar mı?
Bahsettikleri seçimler, işgal altında hayatiyetini sürdüren ve işi gümrük mallarından ve vergilerden bahşiş beklemekten ibaret olan Özerk Yönetim Projesi dışında ne getirecek? Filistin Yönetimi’ne bağlı güvenlik güçleri de bir taraftan, İsrail güvenlik güçlerinin kullandığı FIB kartlarını elde etmek için yalvarmakta.
Yapılması gereken, işgale karşı mücadele birliği kurmaktır. Filistin Yönetimi, kendisinin barışçıl direnişi desteklediğini iddia ediyorsa, niçin bu seçeneği destekleyecek adımlar atmıyorlar? FKÖ ilgili seçimlerden kimse bahsetmezken Gazze ve Batı Yakası’nın apolitik ve sivil bir şekilde yönetilmesi üzerinde uzlaşılıyor.
Arapların ilham aldıkları gerçek barışçı direniş, işgalcinin geri çekilmesini sağlamaya muktedirdir. (Tabii ki sadece göstermelik olarak haftada bir yapılan gösterilerden bahsetmiyoruz burada). Ancak işgalciyle güvenlik işbirilği anlaşması yapan, General Michael Müller’in güvenlik birimlerini eğittiği zihniyet, hiç bir zaman işgalcilerle adı barışçı direniş olan bir mücadeleye girmeyecektir. Ayrıca bu anlayışın, Batı Yaka’da her adım başı konulan bariyerler ya da yeryüzünde fesat yayan yerleşim birimlerinin inşasına karşı özgür Arap halklarına model oluşturabilecek bir mücadele modeli sunması ve dünya kamuoyunun sempatisini kazanması da mümkün değildir. Sonra biz, bu adamların barışçı direniş anlayışının iyi niyetinden ve sürekli olarak üçüncü intifadanın Filistin halkının bir seçeneği olduğunu söylemeye hiç bir zaman yanaşmayan liderlerinin samimiyetinden nasıl emin olalım. Barışçıl direniş zaten üçüncü intifada değil midir?
İşgalcinin Filistin vatanını ve mukaddesatını çiğnemesine müsade ederken öbür taraftan nasıl olur da seçimlerle meşgul olmaya başlarız. Nitekim bu seçimler de işgalcinin rızası ve onun onayıyla olacaktır. Her ne kadar Arap Baharıyla birlikte yükselen İslami dalga Hamas’ın önüne yeni fırsatlar açacağı gibi, bu dalganın sonuçları ne olursa olsun Filistin meselesini bir adım ileriye götürecektir.
FKÖ’nün yeniden yapılandırılması için tekbaşına Filistin Ulusal Meclisi için içerde ve dışarda seçimler yapılmalı, (kasıtlı olarak içerde ve dışarda diyoruz çünkü Filistin halkının üçte biri dışarda yaşamaktadır), herkesin FKÖ bayrağı altında toplanması sağlanmalıdır, mantıki olan budur. Ancak bütün bunları bir kenara koyup sadece yönetime katılmayla sınırlı bir anlayış, düşmanla mücadelenin saptırılması, atın arabanın önüne konulması ve işgale hizmet için oluşturulan yönetimin şartlarına boyun eğmekten başka bir şey değildir.
Bölgede olup biten olaylar, Filistin davasının maruz kaldığı talihsizliklerin telafisi için önemli bir fırsattır. (Hannan Aşravi, İsrail devletini tanıma kararlarını geri çekme tehdidinde bulunmakta), gerçekten burada devrimci bir liderlik olsa, 1967 sınırları çerçevesinde bir devlet oluşturma fikrini Filistin tarihinden sildirir, kapsamlı bir kurtuluş için topyekun bir direniş ilan eder. Ve bu siyonist yapı, yıllar boyu kendilerine himaye sağladığı tağutları ve diktatörlerin temizlenmesinden sonra Ortadoğu’da kendisine yer olmadığını anlayacaktır.
Kriz temelde, el Fetih’in krizidir. Mahmut Abbas’ın makamından istifa ederek ayrılma niyetinin bulunduğuna ilişkin söylentiler şayet doğruysa, bu el Fetih hareketinin rotasını yeniden belirlemesi için fırsattır. Böylelikle Fetih, seçimleri kaybettikten sonra bile yeni seçimlerde meşruiyetini yeniden kazanabilirim kaygısıyla yönetimi bırakmaya yanaşmayan ve İsrail’le görüşme planında ısrar eden bir partiye dönüştürülme çabalarından sıyrılmayı başarmış bir kurtuluş hareketi olarak rolünü tekrar üslenmelidir. (Amman görüşmelerinin devam edeceğinden bahsetmek, barış projesini tehdit edebilir ve statükoyu daha da kökleştirebilir.)
Şayet Fetih, rotasını düzeltmez ve diğer Filistinli örgütler, direniş meydanında birleşir ve vatanın kurtuluşu daha gerçekçi bir perspektife dönüşürse bu durumda demokratik zeminde yönetim içerisinde rekabet mümkün olur.
Bunun gerçekleşmemesi, HAMAS’ın sorumluluğunu üzerinden almaz. En uygun şey, Hamas’ın Gazze’de ve Batı Yaka’da siyasi olmayan ve uzlaşmaya dayalı bir yönetimin oluşturulması, ama öte yandan bütün Filistin’de işgalin kayıtsız şartsız bir şekilde kovulması için topyekün bir mücadele başlatma yönünde tavır koymasıdır. Bazıları, silahlı direnişi reddediyorsa, o zaman Filistinli gençleri, Arap halklarını ve dünya kamuoyunu yanına çekebilecek bir halk direnişine başvurulması gerekir.
*Ürdün’de yaşayan Filistinli yazar ve düşünür
el-Cezire’den Dünya Bülteni için çeviren: Faruk İbrahimoğlu