Başörtülü kadınlar tarafından çıkartılan ve başörtüsünü kapağa taşıyan "hayat tarzı" dergileri etrafında sürdürülen tartışmaları nasıl yorumlamalıyız? Bu dergiler özellikle başörtülü kadınların tüketim anlayışında kendini gösteren bir lüks tüketimin vitrini olarak yorumlanıyor. İsrafın, haddi aşan tüketimin kadınlar üzerinden konuşulması, sorgulamanın da kadınlar üzerinden sürdürülmesi gibi bir sonuç veriyor. Akla Veblen'in "gösterişçi tüketim"e dair sözlerini getiriyor olup biten: Sanki erkekler para kazanıyor, kadınlar da bu parayı göze gelecek şekilde harcıyor. Süs-püs bir aylaklıkla olası gösterişçi tüketimin ifadesi sayıldığı oranda, istihzayla yüklü yargıların hedefi oluyor.
Yaşadığımız dönemin öne çıkan bir özelliği bir ekrana veya kapağa yansımaya değer bulunan türde bir görünürlük, medyada anmaya değer bulunan ayrıksı ifadelere sahiplik. Hem tüketim çarkı, hem de iletişim kanalları varlıklarını hızla öğütebilecekleri görüntülere ve şok etkisi yaratmaya dönük ifadelere yaslıyorlar.
Mütedeyyin kesimler kalabalık nüfusları ve gelir seviyelerinden kendini gösteren artışla "tüketici" olarak öne çıkarken hayat tarzı dergilerinin onları da hedef alacak bir içerik oluşturmasının, bu kesimlere dönük yayın yapan benzeri dergiler için bir eşik olduğu söylenilebilir. Bir yandan medyada estetik problemlerin teşhisi adına taşralı dindarlığın "şehirli haz" algısındaki kusurlar öne çıkartılırken, dünya görüşü itibarıyla taban tabana zıt olduğu varsayılan kesimlerle tüketim zevki ortaklığında buluşmanın coşkusunu yansıtan hayat tarzı dergilerinin arka arkaya yayını rastlantı olmasa gerek.
Bu konuda tartışmayı sürdürürken nevzuhur hayat tarzı dergilerine ilişkin kınayan ve yargılayan bakışın ne denli masum olduğu sorusunu sormadan geçmek bir eksiklik olacaktır. Kimileri bu dergileri, Müslüman kimlikli olduğunu bildiren kesimleri sınıfsal açıdan hor görmekten ileri gelen bir yadırgamayla, "lâyık bulmama" tutumuyla karşılıyor, kimileri ise dergilerden yansıyan abartıyı ve israfı özellikle başörtülü kadınların tamamının eğilimlerine, hayat tarzı kıstaslarına genelleyecek şekilde okumayı yeğliyor. İktidar nimetlerinin sebep olduğu bir tür sarhoşluğa, "sonradan görme"lere özgü şımarık hallere yoruluyor seçmece sahneler.
İyi de Müslümanların marka takıntısı ve eşya fetişizmi acaba gerçekten sadece şimdiki zamana mı özgüdür? Her zamanki eğilim, her zamanki hayat görüşü, fetişleştirme eğilimi bir bakıma dönemsel araçlarla yenilenerek açığa çıkıyor. Osmanlı döneminde Müslümanlar sistemin sahibi olmanın diliyle kendi kendilerinde kusur arıyorlardı, lüks tüketim ve israf nedeniyle. Cumhuriyet'ten sonra ise eşya fetişizmi, kimliksiz bir toplumun göstergesi olarak tasvir ediliyor Yakup Kadri romanlarında.
1980'lere doğru, kadınlara dönük olarak yayımlanan Rayet dergisinde, Müslüman kadınların "süslü" tesettürlerini ironik bir dille eleştiren yazıları okuyabilirsiniz. Aynı dönemde Erenköy gibi semtlerin "kapalı" muhitlerinde gerçekleşen dini toplantılara katılanlar pekala statü bildiren bir tüketim tarzıyla karşı karşıya gelebilirlerdi. Hatta, 1982'de sanırım, elmas ve pırlanta yüzüklerini kadınlar arası toplantıda sergilemeye çalışan bir "Hafız Hanım"la ilgili gözlemlerimi yedirdiğim bir öykü yazmıştım, Yeni Devir'de.
Mütedeyyin kesimlerin kızlarının devam ettiği bir özel okulda öğrenim gören akraba kızının arkadaş toplantılarında "hayat tarzı" ayrıntılarını aktarırken tasvir ettiği bir "çanta" sahnesi var ki, aklıma Yılmaz Yılmaz'ın "Evde yok çocuklar" başlıklı öyküsündeki, o sırada mutlaka bir kursta bulunan çocuklarına özgü fetişleştirilmiş nesnelerle kabul günlerine giden kadınları getiriyor. Varlıklı ailelerin başörtülü kızları toplantı yapılan salona girdiklerinde, orta masası markalı çantalarla kaplanıyor. Katılımcıların her birinin mekandaki varlığını bütünleyen çanta, aynı zamanda yasaklı yılların yol açtığı başörtüsü yaralarını ödünlemeye dönük silahlar olarak görünüyor olmalıydı. Taşralı, zevksiz ve "çağdışı" olmadığını kanıtlamaya dönük bu çaba, Milli Eğitim müfredatlarının ve bütün olarak ulusçu söylemlerin gençlerde hedeflediği kişilikle, kişisellikle ilgili eksik ve kusurlu olan her şeyi temsil ediyor gibi geliyor bana.
Başörtülü genç kadınların aşırı süsle malul sayılan giyim tarzları, pekala bir tür depresyonla da ilişkili görülebilir. Rıza ile anlam yükletilerek örtülen, takva ve tevazuyla tamamlanan başörtüsü değil bu, ama büsbütün anlamsız demeye de hakkımız olabilir mi? Bu genç kadınlar bir önceki başörtülü kuşağın hor görülmesine, aşağılanmasına, en çirkin sıfatlarla anılmasına ve kamu kapılarında olduğu gibi yer yer aile çevrelerinde de yalnız bırakılmasına tanık oldu.
Bir yandan görünürlük üzerinden varoluşu biricik kılmaya uğraşacak, diğer yandan "süslü Müslüman kadın" eleştirisi yapacaksınız. Kaldı ki sosyolojiyi ihmal eden "süslüman" yorumları, özellikle hidayet hikayelerinin göz ardı edilmesiyle öne çıkıyor. İslam'ın başat değer kaynağı olduğu toplumumuzun hem mütedeyyin ailelerin toplumsal baskılardan ileri gelen etkilere açıklığına, hem de yeniden Müslümanlaşmaya ilişkin arayışlara sahne olduğunu hesaba katmayan başörtüsü/başörtülü yorumları, yüzeysel olduğu ölçüde eksik, çarpık.
Bir zamanlar katıldığım ve katılımcılarının çoğunluğunu da statü bildiren ifadeleriyle hatırladığım ev toplantılarının mekânı Erenköy'de, Cumartesi günü Genç Gönüllü ve çoğu öğrenci olan hanımların öğrenci evinde düzenlediği "Çikolata-Kahve-Kitap" etkinliğine konuk oldum. Bu genç hanımlar, konuşmacı ile dinleyiciler arasında mutlak bir ayrım ve kopukluk oluşturan ve dinleyicilerin birbirine dikkatini zayıflatan salon toplantıları yerine, çok yönlü konuşmalara izin veren, çocuklu kadınlara da açık kitap merkezli ev sohbetlerini tercih ettiklerini ve yaygınlaştırmaya çalıştıklarını anlattılar bana.
Aradan geçen yıllarda Erenköy toplantıları, ezberi geliştirmekten çok yönlü okumaya ve yüz yüze söyleşilere, şatafattan sadeliğe yönelimi yansıtan bir boyut kazanmış görünüyor.
Son iki ay boyunca Anadolu şehirlerinde ve İstanbul'da çoğunluğunu başörtülü genç kızların ve kadınların oluşturduğu toplantılara katıldım. İstanbul medyasında öne çıkarılan "süslü başörtülü" kalıbının uzağında, kitap okuyup tartışma, film izleme, Suriyeli mültecilerle dayanışma, yoksul ailelere destek sunma, Afrika'nın bir köyüne su kuyusu açma ve mescid yapma, sitelerde yaşamanın yol açacağı problemleri tartışma, sokak çocuklarına el uzatma... gibi başlıklar öne çıkıyordu bu toplantıların gündeminde. Başörtülü hanımların, öğrencilerin çabasıyla oluşturulan ve yürüyen benzeri sayısız örgütlenme, yoksullar, sokak çocukları ve mülteciler için dayanışma faaliyetinden söz edebilirim.
Düşünce hayatı gibi toplumsal hayat da durağan değil. Bir şey tam ideale yakın görünüyorken birden beklenmedik bir zaaf noktasında gerileme yaşamaya başlıyor. Ben Müslüman kadınların tesettür ve estetiği bütünleştirme yönündeki arayışlarındaki ifrat-tefrit eğilimlerini –bütün sıradan sebepler dışında- öncelikle "agorafobi" üreten ve döneminin icaplarının farkında, gelişmiş kişiliği görünüşler üzerinden tanımlayan bir siyasetle malul, kabuk bağlamaya imkân bulamayan yaralarla kaplı bir maziyle ilişkili görüyorum.