Bir bilanço oluşturmak için öncelikle uygulamalara bakmak gereklidir. Nicolas Sarkozy, 2007 cumhurbaşkanlığı kampanyaları sırasında, aslında 2002'den bu yana sağ hükümetin eylemlerinden süreç içinde farklı konumlarda bulunan sorumlularından olduğunu unutturmayı büyük ölçüde başarmıştı.
Krizle birlikte, gününe ve sorunlara göre ya liberal ya himayeci, ya modern ya geleneksel, ya NATO'cu ya aşırı ulusalcı vs. olarak, sözlerle eylemlerin birbirine karıştığı yeni bir kampanyaya girişti. Oysa 2007'de olduğu gibi, değişken görünüşlerin ardında, daha 1980'lerde oluşturulmuş bir doktrin ve pratik bütünü bulunmaktadır.
Bunun en açık ifadesi, yöntemidir, reformlarında ivedilik ve otoriterliktir. Toplumsal uzlaşma Sarkozy'nin öne çıkarılan bir çabasıdır ama bu çoğu kez sadece sözde kalmaktadır. Çünkü adaletten hastaneye, hastaneden yükseköğretime tarz aynıdır! Görevli olan bakan elindeki kilit reformu -kesinlikle bir görüşme yapmadan en fazla bir istişareden sonra- empoze etmeye ve böylece tüm çalışanların; hastabakıcılardan tıp profesörlerine, asistanlardan öğretim üyelerine tüm meslek grubu mensuplarının savunmaya geçmesine neden olmaktadır. Bu hatalı uygulamalar durumun sadece kısmi bir görüntüsünü oluşturuyor. Çünkü Nicolas Sarkozy zaten esas olarak çatışmacı bir siyasî vizyona sahip. Fransızları reform seçeneklerine bağlamak, görüşülmüş çözümleri ortaya koymayı gerektirmektedir. Oysa Sarkozy, genel olarak -çoğu kez yapılan reformdan etkilenmeyen- "iyi Fransızlarla" Fransa'nın reform yapamamasının sorumluları olarak gördüğü korporatistleri çatıştırmayı tercih ediyor.
Bu durum Sarkozy'nin sadece devletin başında değil reforma tabi tutulmuş kuruluşlarda da kararları merkezileştirme eğilimini açıklamaktadır. Bazı yorumculara göre, ekonomik krizden bu yana, Nicolas Sarkozy kapitalizmin "düzenleyicisi" ve "ahlakçısı" haline geldi. Sarkozy, Londra'daki G-20 zirvesinde finansal kuralları oluşturmak için ABD'ye "boyun eğdirdi". Sarkozy, 2008 başında söyleminin merkezinde olan liberal dogmayı artık savunmayacağını açıkladı. Ekonomik liberalizm gibi siyasî liberalizmin temelinin de onu pek ilgilendirmediği bir gerçek.
Nicolas Sarkozy'nin politikasını belirginleştirecek olan iradedir. Sonuç ne olursa olsun "cüret eden" ve "harekete geçen" eski içişleri bakanının kullandığı ve sömürdüğü irade. Bu görüntü nedeniyle güvenlik alanında bilançonun kötü olmasına, düzenli olarak tespit edilebileceği üzere, kişilere karşı saldırıların artmayı sürdürmesine karşın kamuoyu henüz bu hususta ders çıkarmamıştır. Sarkozy'nin söylemindeki iradecilik, politikalarındaki yüzeyselliği gizlemeye hizmet etmektedir. Sarkozy'nin atılım planı Fransa ile karşılaştırılabilecek ülkeler arasında en zayıf olanıdır. İstisnai ücretlerin geçici olarak sınırlandırılması hakkındaki kararname ancak CAC 40 şirketlerindeki bir avuç insanı etkilemektedir. Yine son derece bilgilendirici olan bir diğer konu da Nicolas Sarkozy'nin Avrupa Birliği politikasındaki "tarzı"dır. Devlet başkanlarının iradesine ayrıcalık kazandırmak çeşitli sonuçlar verdi. Bu durum başkanlık döneminin sonunda olan George Bush'un reddedemediği bir G-20 toplantısının elde edilmesini sağladı. Ancak, artık neredeyse silinen bir Avrupa Komisyonu, dikkate alınmayan Avrupa Parlamentosu örneğinde görüldüğü gibi diğer kurumları yok sayarak hükümetlerarası bir Avrupa realitesinin oluşturulması, Avrupa ekonomik atılım planının oluşturulamamasının da gösterdiği gibi, işbirliğini kolaylaştırmamaktadır. Bu durum daha ziyade ulusal bencilliklerin kendini ifade etmesini kolaylaştırmaktadır.
Fransa-Almanya ortaklığının kırılganlığı açığa çıktı, çünkü G-20 zirvesi sırasında iki ülkenin buluşması gelecek hakkında bir belirti ortaya çıkarmadı. Bu zirvede sadece, Almanya'nın istemediğinden Fransa'nın ise gerekli araçlara sahip olmadığından dolayı yapamadığından, ekonomik atılım konusunda yeni hiçbir girişime geçilmeyeceği somutlaşmış oldu. Dolayısıyla, Nicolas Sarkozy, 2006'da ortaya koyduğu şekliyle hem liberal hem de otoriter olan, "Berlusconi tarzı" ile birçok açıdan örtüşen ideolojik sistemini olduğu gibi korumaktadır. Sarkozy'nin "3 emri" vardır: Bireylere konuşmak, çatışmayı güçlendirmek, irade söylemini ortaya koymak. Seçim kampanyasındaki söyleminin sürekli hale gelmiş olduğunu buradan saptayabiliyoruz. Bu durum, finansal kapitalizm krizinin tam da sosyal demokrat nitelikli çözümleri zorlamasına karşın, Fransa Sosyalist Parti mensuplarını, bazı çok ender örnekler dışında, kendi siyasi ajandalarını empoze edememeye yöneltmektedir.
İkna etmek için, aynı zamanda hem olana karşı çıkan hem de öneride bulunmaya olanak sağlayan bir değerler sisteminden hareket etmek lazımdır. Çünkü artık gerekli olan, her şekilde mahkum edilmiş olan ekonomik ve sosyal statükoyu savunmak değil, rekabet gerçekliğini, işbirliğinin gereklerini ve dayanışma ödevlerini 'derinden' yeniden eklemleyen başka bir ekonomik ve sosyal modeli ortaya koymaktır. Le Monde 5 MaYIs 2009
Kaynak: Zaman