Nicolas Sarkozy'nin seçilmesi ABD'de, Beşinci Cumhuriyet tarihindeki en dostane Fransa cumhurbaşkanının başa geçmesi olarak yorumlandı. Buna kuşku yok, fakat bu durum Fransız politikasının değişeceği anlamına mı geliyor? Sarkozy'nin nasıl seçildiğini analiz ederek başlayalım. Batılı seçim sistemlerinde genellikle biri sağ biri sol iki ana parti vardır. Bu Fransa için de geçerli. Ana akım sağ, Sarkozy'nin partisi Halk Birliği Hareketi, ana akım solsa Segolene Royal'i aday gösteren Sosyalist Parti tarafından temsil ediliyor. Normalde her partinin tabanı kendi adayına oy atıyor. Fransa'daki iki turlu seçimde de durum bu. İkinci turda değişken olan oylar aşırı sağ, aşırı sol ve merkezden geliyor. Merkezci seçmenler her iki partiden yana da tercih kullanabiliyor. Aşırı sağ ve solsa normalde ya kendilerine daha yakın adaya oy veriyor ya da hiç oy kullanmıyor.

François Mitterand 1981 ve 1988'de iki kez seçildiğinde merkezdeki oyları cezbetmişti. Jacques Chirac da 1995'te 'sosyal' bir platform üzerinden hareket ederek merkezden de oy toplamıştı. Bu kez böyle olmadı. Aşırı sol Royal'e oy verdi. Merkez, üçte iki sağ üçte bir soldan yana oy kullandı. Sarkozy ekstra oylarını aşırı sağdan topladı. Aşırı sağın lideri Le Pen ikinci turu boykot çağrısı yapsa da, seçmeni Sarkozy için sandık başına giti. Niye? Bu Fransa'nın ABD'yle ilişkileri veya Sarkozy'nin vaat ettiği muhafazakâr ekonomik önlemlerle pek alakadar değil. Seçmenlerin büyük kısmından oy almasının belirleyici sebebi, Sarkozy'nin Müslüman karşıtı tutumu. Sarkozy gettolardaki suça karşı sertlikten, göç kontrolünün sıkılaştırılmasından ve Türkiye'nin AB üyeliğinin engellenmesinden yana. Bu üç noktada da tavizsiz davranarak aşırı sağ seçmene istediğini vereceği de neredeyse kesin.
Bu, Sarkozy'nin programının kalanı hakkında nasıl bir fikir veriyor? Pek fazla değil. Partisi esasen De Gaulle'cülüğe dayanıyor. Charles de Gaulle üç şey istiyordu: Fransa'nın dünya politikasında önemli, bağımsız bir rol oynaması, devletin baskın olduğu bir tür Keynesçi ekonomik politika ve antikomünizm. Fransa De Gaulle'den sonra dört cumhurbaşkanı gördü. Sadece ikisi De Gaulle'cü olduğunu söylese de, hiçbiri bu tutumlardan
köklü kopuş önermedi. Peki Sarkozy'nin değişim çağrısı bu tutumlarda gerçek bir değişime yol açabilecek mi? Kuşkuluyum. ABD'ye gittiğinde, Fransa'nın Irak konusunda 'kibirli' davrandığını söyledi, ama bu tutuma temelde katıldığını da belirtti. Bu daha ziyade Almanya Başbakanı Merkel'in tavrını anımsatıyor: ABD'yle yumuşak konuşmak, ama bağımsız politikayı sürdürmek.

Aslında Fransa'nın ABD'ye fazla ihtiyacı yok. Temel çıkarları Avrupa'da ve Afrika'daki eski sömürgeleriyle ilişkilerinde yatıyor. Avrupa'da bu çıkarların ileriye taşınmasının en iyi yolu Almanya'yla yakın ilişkiyi sürdürmek. Eski sömürgelere gelince, Sarkozy'nin seçilmesiyle ilgili huzursuzluk beyan ettiler, bunun en büyük nedeni aşırı sağa yakın söylemi.
De Gaulle'cü mirası terk etmek de Sarkozy'ye yaramaz.

35 saatlik haftalık çalışma süresini kaldırmak ve vergi reformları gibi bazı önlemler alması beklenebilir. Fakat bu, refah devletini yıkmanın yine de çok uzağında kalır. 1968 mirasını yok edeceğini söylemesi, 2007 model bir antikomünizm gibi okunabilir. Fakat bunun pratikte neyi ifade ettiği belirsiz.
Sarkozy, Fransız merkezindeki, ana akım sağdan uzak durup 'gerçek' bir merkez partisi yaratmak isteyen grubu dağıtmaya oynuyor. Muhtemelen de başaracak. Fakat yine de, Fransa'nın 1945'ten beri dayandığı siyasi konsensüsü deviremeyecek.

(Yale Üniversitesi'nde öğretim görevlisi, 15 Mayıs 2007)